Twitleriyle meşhur Sağlık Bakanımız uzunca bir aradan sonra kameralar karşısına çıktı. Çıkmadan önce de yine şöyle bir twit attı (yazım yanlışlarına dokunmadan):
“11 MART 2020: Şimdi yapmamız gereken hayatımızı tedbirler doğrultusunda bir düzene sokmaktır. (Türkiye’de İlk Vaka açıklamasından) 2 MART 2022: Hayatımızı yeniden düzenlemek için gerekli değişiklikleri yapmanın zamanı geldi. (Detaylar SAAT 18.00’DA, basın açıklamasında)”
Dediği gibi yaptı; 2 Mart 2022 Çarşamba günü, saat 18.00’de kameraların karşısına geçti. Sağlık Bakanı’nın bu açıklamaya ne kadar önem verdiği, twitinde 11 Mart 2020 tarihli Türkiye’deki ilk COVID-19 vakasını duyurduğu basın açıklamasına atıf yapmasından belli oluyordu. “En az ilk günkü kadar önemli, tarihî bir açıklama!”
Ne yazık ki, bu “önemli” basın açıklaması, Sağlık Bakanı’nın çizmeye çalıştığı “iyimser” tablonun aksine kaygı uyandırıcı pek çok unsur içeriyordu. Zira Sağlık Bakanı, fiilen aksayan ya da “delinen” pek çok pandemi düzenlemesinin resmen iptal edildiğini duyurmaktan, topluma yine “kendi başınızın çaresine bakın”, “pandemi mücadelesinde yalnızsınız” ve dahi “ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” mesajını vermekten başka bir şey yapmadı.
Şimdi, Sağlık Bakanı’nın, kararların Bilim Kurulu’nun tam mutabakatıyla alınmadığına ilişkin cümlesinin de özel olarak altını çizerek, bu “tarihî” açıklamada neler söylediğine bir bakalım…
En önemli nokta, salgının bitmediğinin Bakan’ın bizzat kendisi tarafından doğrulanmasıydı aslında. Ama hafiflediği/etkisini kaybettiği varsayılıyordu. Son bir ayda, her gün ortalama 251 vatandaşımızı yitirdiğimiz[1] bir salgının etkisini kaybettiğini ileri sürmek nasıl bir rahatlık, gerçekten anlamak zor.
Ama, şunu aynen söyledi Sağlık Bakanı “Salgın kelimesini eskisi kadar çok kullanmazsak, salgın olmaz”! Bu şu anlama geliyor: Salgın sürüyor ve biz de bunun farkındayız ama deve kuşu yöntemini kullanarak salgını görmezden geleceğiz; çünkü başımızda başka bin türlü dert var ve altından kalkamıyoruz.
Yine bireysellik vurgusu yapılıyordu; “kendi kendinizi koruyun”. Aslında Sağlık Bakanlığı salgın konusunda kamusal sorumluluğunu terk ederek pası topluma atalı, pandemiyle baş edemeyeceğini ilân edeli çok olmuştu. Şurada bir miktar değinmiş idik bir zaman.[2]
Yani, havluyu çook önce atan Sağlık Bakanlığı şimdi resmen “ringlerden” çekiliyordu.
Açık havada maske yasağının kaldırıldığını duyurdu Sağlık Bakanı. Kapalı ortamlarda ise “havalandırma yeterliyse ve uygun mesafe korunuyorsa” takılacaktı. “Havalandırma” pandemi önlemleri arasında Sağlık Bakanlığı’nın gündemine son derece geç girdi ve gereken önem de verilmedi esasen. Şu anda da bu muğlak ifade ile ne kast edildiğini anlamaya çalışıyoruz hepimiz.
“Bundan sonra mücadelemize aşıya ağırlık vererek devam edeceğiz” diyordu ama aşılanma hızı son derece düşmüşken, aşının nasıl teşvik edileceğine dair tek bir söz etmiyordu. Ha, “‘Yerli’ Türkovac aşımıza sahip çıkalım” vurgusu vardı. Ohooo, Sinovac’tan 5-6 kat iyiymiş bizim aşı. Öyle dedi Sağlık Bakanı… İyi ki hekim, veri bilimci, istatistikçi falan değilim; “5-6 kat iyi”yi duyunca sekte-i kalpten giderdim herhalde. Pandeminin üçüncü yılında, aşı çalışmaları bunca ilerlemişken, Sinovac’ın hiç hükmünün kalmadığını ya unutuyordu ya da yok sayıyordu herhalde.
HES kodu bildirimi uygulamasının kaldırıldığını da duyurdu. İnsanların gidip geldikleri her yerin bir şekilde takip ediliyor olması son derece rahatsızlık verici esasen. Öte yandan, insanların birbirinin HES kodunu kullandığına bile tanık oldum ben. Zaten PCR testleri sınırlandığından beri HES kodu bildirimi uygulaması da gereksiz hale gelmişti. Öyle değil mi?
Çocuklar ve 65 yaş üzeri mi? Onlar bu pandeminin en çok düşünülüyormuş gibi yapılıp hiç önemsenmeyenleri aslında. O yüzden okullarda karantina uygulamasına son verildiği bildirildi. Ve o yüzden vefat yaş ortalamasının görece “yüksekliği” müjdeymiş gibi duyuruldu. Kahredici!
Beklerdik ki, Sağlık Bakanlığı’nın “kamusal sorumsuzluğunu” ilân ettiği böyle bir açıklama yerine, Türkiye’nin gerçek salgın verilerinden yola çıkarak, ortak mutabakatla, bilimsel kararlar verilebilsin, aksayan uygulamalar yeniden düzenlenebilsin, insan hayatı yok sayılmasın, yaşı ne olursa olsun tek bir kişi bile “gözden çıkarılmasın”.
Geçmiş iki yıllık deneyim bize net bir şekilde gösterdi ki, Sağlık Bakanlığı zaten, biraz toplumun “gazını almak” için, ağırlıklı olarak da ekonomik kaygılarla, Nisan ayı gibi (turizm sezonu öncesi) kış boyunca aldığı önlemleri gevşetir ve pandemi önlemlerinin çifte standartlı “yaz versiyonunu” uygulamaya koyardı. Bu yıl da Nisan’dan itibaren önlemlerin gevşetileceğini öngörmek hiç zor değildi.
O halde, bizler için aslında pek de yeni bir durum içermeyen bu basın açıklamasına dair tek soru şu:
Şunun şurasında bahara ne kalmıştı, neden bu kadar acele ettiniz?!
Hükümetin/Sağlık Bakanlığı’nın bu acelesinin bir nedeni olmalı.
Pandemi yasaklarının altında ikinci yılını bitirmiş, ağır ekonomik krizin etkisini gün gün yaşamın her alanında hisseden, üstüne üstlük burnunun dibindeki savaşın dehşetinin etkisiyle umutsuzluktan kırılan insanlara yönelik, bir çeşit “Tarkan etkisi” yaratmak ve “hafifledi, geçti, geçiyor, geççek” demek isteniyorsa eğer; yok canım o olmaz, geçelim onu bir kalem!
Doğrudur, bu açıklama tarihîdir. Hükümetin, Sağlık Bakanlığı’nın pandemi yönetiminden çekildiğinin resmen ilân edilmesidir. Düşündüğümüzden daha yakın olabilecek bir seçim atmosferi için mesela, elimizde bu gevşemeye dayanak oluşturacak hiçbir bilimsel veri yokken, kendi aralarında bile mutabakat yokken üstelik, yapay bir iyimserlik ortamı ise yaratılmak istenen, çok yanlış ve çok büyük bir risk alınmıştır. Bunun bedeli her yönden ağır olur.
Eh, Sağlık Bakanlığı pandemi yönetiminden çekildiğine göre, vakaların yeniden patlama yapması durumunda nasıl bir B planı uygulayacağımıza da biz karar veririz artık.