9 yaşındaki oğlumun peşinde okul benim, spor senin, müzik hepimizin diyerek oradan oraya koşturduğumuz 9 ayın ardından, ege kıyısında yer alan “memleket”e gitmek iyi gelecekti.
Ülkenin cıva yoğunluğundaki ve etkisindeki gündeminden kafayı ayırabilmek pek mümkün olamasa da biraz büyüklerin gönlünü almak, biraz güneş-biraz deniz görmek, biraz tembellik etmek ruhumuzu sağaltacaktı.
İlk gün, 40 yıldır oturduğumuz yazlık sitede, evin az ötesine 112 ambulansının ve iki polis arabasının gelmesi, kimi ağlayan kimi bağıran 8-10 gencin yığılmasıyla irkildik. Anladığımız kadarıyla biri bıçaklanmıştı, neyse ki hafif yaralıydı. Aynı arkadaş grubundaki gençler arasında olduğunu öğrendiğimiz olayda, bıçaklayan genç, bıçakladığı arkadaşının, kız kardeşine “asıldığını” iddia ediyordu.
112 ekibi yaralıyı olay yerinden ambulansla uzaklaştırırken, polisler de şok içerisinde oldukları gözyaşları ve seslerinden anlaşılan diğer gençleri, iki polis arabasına bindiriyorlardı. Bıçaklayan genç hâlâ, “Beni alacaksan şimdi al amirim, çünkü ben bunu eninde sonunda öldüreceğim” diye bağırıyordu.
Ne yazık ki, bütün bunlara tanık olmak durumunda kalan oğlum, ortalığın sakinleşmesinden sonra (sanırım en doğru soruyu bularak) şöyle sordu: “Anne, benim anlamadığım şu; o adamın üzerinde neden bıçak vardı?”!!
***
Ertesi gün, babamın COVID-19 aşısının hatırlatma dozunu yaptırmak üzere, randevumuzu alarak en en yakın aile sağlığı merkezine gittik. Küçük ASM, COVID-19 önlemlerine uyma pratiği ile hayli çelişkili şekilde kalabalıktı. On-line sistem kilitlenmişti, randevuları olmasına karşın hasta kabul edemiyorlardı. Kalabalığın tamamına yakınını 65 yaş üstü kişiler oluşturuyordu ve hava çok sıcaktı. Biz de, bir ağaç gölgesinde sistemin açılmasını ve sıramızın gelmesini bekliyorduk.
Aniden, az ötemizde 70 yaşlarında iki erkek, birbirinin boğazına yapıştı. Hiç sesleri çıkmıyordu, sadece birbirinin boğazını sıkıyorlardı. Öyle âni ve öyle sessizdi ki, önce şakalaşıyorlar zannettik ama şaka değildi. Ayırırım belki diye yanlarına koştum. Aynı anda, onlarla akran bir başkası müdahale etti ve “Ayıptır yahu, koca koca adamlarsınız” diyerek ayırdı onları. Yine hiç konuşmadan ama birbirlerine yumruk sallayarak aksi yönlere gittiler. Ayıran olmasaydı, iki koca adam, nereye kadar götüreceklerdi boğazlaşmayı bilemiyorum.
***
Herkes anlaşmış gibi; markette kasa sırasında, otopark yeri dolayısıyla, vb. sudan sebeplerle benzer olaylar, kavgalar, küfürleşmeler yaz boyunca neredeyse ara vermeden sürdü gitti. “Hiç bu kadar aksiyonlu bir yaz geçirmemiştim” diyordu oğlum.
Aynı günlerde, “Türkiye’nin dünyanın en sinirli ikinci ülkesi” olduğuna ilişkin bir haber sosyal medyada çokça paylaşıldı.[1] Bu durumu sadece “sinirlilikle” açıklamak mümkün mü bilemiyorum. Arkadaş buluşmasına belinde bıçakla gelme seviyesinden bahsediyoruz nihayetinde.
Yine aynı dönemde Dr. Ekrem Karakaya ve Av. Servet Bakırtaş’ın öldürülmesinin ardından sevgili Alican Uludağ’ın DW Türkçe’de yayımlanan “bireysel silahlanma”[2] ve “suç oranlarında yaşanan patlama”[3] konusundaki haberleri daha çok veri sunuyor zannımca.
Mikro ölçeğimizde bunlar olurken, ülke ölçeğinde yaşananlar ise hepimizin gözü önündeydi zaten…
Ankara’da Özel Öğretmenler Sendikası’nın özlük haklarının iyileştirilmesi talebiyle yaptığı yürüyüşte polis öğretmenlere saldırdı. Öğretmen Betül Koca, İçişleri Bakanı düzeyinde hedef gösterildi.
Aydın’ın Köşk ilçesine bağlı Mezeköy’de, hukuksuzca ellerinden alınan topraklarına jeotermal enerji santrali yapılmasına karşı çıkan köylüler jandarma tarafından darp edildi.
Neşenin olduğu yerde şiddet olmaz. Şiddetten beslenenler neşeye düşmandır bu yüzden. Sayısız festival ve konser gerçek üstü gerekçelerle iptal edildi.
Kadın cinayetleri aynı vahşetle ve hız kesmeden devam etti. Ve kadın cinayetlerinin bu boyutta olduğu ülkede, şarkıcı Gülşen arkadaşına yaptığı bir şaka dolayısıyla meslek lisesi statüsündeki imam hatip lisesiler hislendiği gerekçesiyle tutuklanarak hapse atıldı.
Hekim/bilim insanı Prof. Dr. Esin Şenol, ısrarla doktor olduğunu iddia eden ve sırtını bir yerlere dayadığı açıkça belli olan tehlikeli bir dolandırıcı tarafından herkesin gözü önünde ölümle tehdit edildi. Vitesi doktorluktan yaşam koçluğuna kıran adam serbest bırakılırken, Prof. Dr. Şenol’a da “biz adamı salıyoruz, sen kendini kolla” denildi.
Herkesin çoluk çocuğuyla gittiği bir alışveriş merkezinde, bir kafede silahlı çatışma çıktı.
Ve en son, Esenyurt Devlet Hastanesi’nde güvenlik görevlisi Tuğrul Okudan bıçaklı saldırı sonucu yaşamını kaybetti.
Bunlar ilk anda hatırlayabildiklerim.
***
Evet, yaz bitti.
Bence basitçe “ahlâklılar” ve “ahlâksızlar” arasında gerçekleşecek ve neye gebe olduğunu bilemediğimiz “beklenen” seçim sürecinde, ekonomik krizin yoksulluğu değil açlığı dayattığı bir kışın arifesinde, gittikçe artacağını öngörmenin zor olmadığı bir şiddet sarmalının içinde hayatlarımız…
Çocuklarımızın hangi ortamda ve nelere tanık olarak büyüyeceğini belirlemek kimin elinde?
Ve evet, sonuçta işte; canım Ankara’ma kaygımla geldim…
[1] https://www.statista.com/chart/17842/share-of-the-population-that-experienced-a-lot-of-anger-yesterday/
[2] https://twitter.com/dw_turkce/status/1545435862477012998
[3] https://twitter.com/dw_turkce/status/1567174533060108288