18.5 C
Ankara

Amasız fakatsız savaşa hayır!

Paylaş:

Hangi yıl olduğunu net hatırlamıyorum. Derslerde hakarete varmadığı sürece her şeyi konuşabildiğimiz, biri kalkıp CİMER’e şikâyet eder mi, hakkımızda bir soruşturma başlatılır mı diye kaygılanmadan nispeten özgürce tartışabildiğimiz günlerdi sanırım. Haberi Okumak adıyla verdiğim derslerden birisinde konu başlığımız militarizm ve milliyetçilikti. Bu derste şimdi seküler cenahın ağzının içine baktığı, Atatürk güzellemeleriyle AKP muhalifi geniş kitleleri kendine meftun eden Yılmaz Özdil’in bir zamanların Uzan Grubuna ait Star gazetesinde İngiltere’nin Leeds United takımı seyircileri ve seyirciler üzerinden tüm İngiltere için attığı “DİNGİLTERE” başlığını da milliyetçilik ve militarizm başlıklı bu hafta da örnek olarak inceliyorduk. Ama asıl anlatacağım şey başka. Bu konuyu anlatırken bu örneği vermeden geçemedim. Bu ders için okuduğumuz makalelerden birisinden örnekler vererek esas olanın ilkesel olarak “anti militarist” olmak olduğunu anlatıyordum ve şöyle bir örnek veriyordum makaleden yola çıkarak: Misal her koşulda haberde savaşta hayatını kaybedenler için “şehit” ifadesini kullanırsanız militarist bir dili dolaşıma sokmuş olursunuz. Elbette Türkiye gibi her türlü anlamsız, yersiz, gereksiz ve ihmale dayalı ölümü kabullendirmek için bin türlü “şehit” icat edilen bir ülkede böyle bir tavrı benimsemek ve içselleştirmek bir hayli zordur. Savaş şehidinin yanı sıra, devrim şehidi, eğitim şehidi, deprem şehidi, maden şehidi. Daha ne tür şehitler icat edilmiştir kim bilir şu fani dünyada. Yakında inşaatta iş güvenliği sağlanmadığı için ölen/öldürülen inşaat işçilerine de inşaat şehidi denilirse şaşmamak lazım, belki de çoktan icat edilmiştir de benim haberim yoktur. Neyse mevzudan sürekli sapmaya meylim var. Ama bu defa ipin ucunu sağlam tutmaya çalışıyorum.

MİLİTARİST BAKIŞTAN KURTULDUĞUMUZDA BARIŞ DA OLUR

Derste anlattığım makalede, Türkiye ana akım basınıyla Kürt basını karşılaştırılıyordu. Savaş ya da çatışmalarda ölenleri adlandırma ve ölümü meşrulaştırma ve tabi ki kutsallaştırma açısından her iki “düşman” cenahın da birbirinden farkı olmadığını olgusal verilerle anlatıyordu makale. Nihayetinde bahse konu olan bilimsel bir makaleydi ve yazarı tek tek gazeteleri taramış, gazetelerde yer alan çatışmalarda ölenlerle ilgili haberleri detaylı bir nitel analize tabi tutmuş ve vardığı sonuç şu olmuş: Kürt basını ile Türkiye ana akım basını arasında militarizmi yeniden üretme açısından çok büyük bir fark yoktur. Birisi Türkiye Cumhuriyeti ordusunun şehit olarak adlandırdığı askerdir, diğeri ise “Kürt kurtuluş hareketinin militanının şehididir”. Bu kadar net bir saptama karşısında elbette sınıftan etnik kökeni Kürt olanlardan da Türk olanlardan da itirazlar hızla yükseldi. Türk kökenli olanlar, “savaşta ölen askerlerimize elbette şehit diyeceğiz, başka ne diyebiliriz ki?” diyerek, Kürt kökenli olanlar da “T.C. askeri ile bağımsızlık ve varlık yokluk mücadelesi veren bir milletin askerini nasıl aynı kefeye koyarsınız, Kürt halkı mağdurdur ve mağdur milliyetçiliği ile egemen devletin milliyetçiliğini aynı kategoride değerlendirmek mümkün değildir” diyerek itiraz etti. İtirazları serinkanlılıkla dinleyerek, her iki tarafı da ikna etmeye çabalayan yanıtlar vermeye çalıştığımı anımsıyorum. Ancak her iki tarafın da ikna olmak gibi bir niyetinin olmadığı ortadaydı. Elbette her iki taraf da ikna olmadı ve hala ülkede bir barış tesis edilebilmiş değil; barış olsun diyen benim gibi “naif” yurttaşlar, barış istemenin bedelini hala ödemeye devam ediyor; üstelik de Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından “Kandil’den talimat almakla” suçlanarak. Ne tuhaf bir çelişki değil mi?

Asıl söylemek istediklerime nihayet geliyorum. Ukrayna ve Rusya arasındaki savaşı militarizme, savaş ve çatışmayı körükleyen bir üsluba, herhangi bir tarafın haklılığına yüzde yüz inanmış bir tavra düşmeden nasıl haberleştirebiliriz sorusuna yanıt bulmaya çalışacağım. Zira garip, kaotik ve çatışmalı zamanlarda insanlar en çok gerçeğe ve serinkanlı hikâye anlatıcılarına ihtiyaç duyarlar. Gazetecilik, esasen savaş zamanlarında gelişmiştir, etik değerlerini savaş zamanlarındaki gerçek bilgiye olan ihtiyaç üzerinden oluşturmuştur. Zira savaş bir yandan insanları birbirine düşman ederken, diğer yandan büyük bir dayanışma duygusunu da geliştirir. Savaşan ve savaştıran kişiler kadar, savaşın neye mal olacağını bilen ve anlatan insanlar da çıkar böyle zamanlarda. Savaşı çıkaranlar ve ne pahasına olursa olsun sürdürmekte ısrar edenler tarihte nefretle, savaşı bitirmek için çaba sarf eden bu tür insanlar ise minnetle anımsanır.

İLİŞTİRİLMİŞ VE UYGUN ADIM GAZETECİLERİN İŞİ PROPAGANDADIR

Bu nedenle savaş alanından haber vermek önemlidir, ancak iliştirilmiş, uygun adım gazeteciler genellikle gerçeğin değil belli bir tarafın propagandasını yapmakla görevlidirler ve bu tipler genellikle savaşı bir “horoz dövüşü” gibi anlatırlar. Ancak bunun tam tersini yapmak da mümkündür, yapmaya çalışmış olanlar da olmuştur gazetecilik tarihinde. Benim en iyi bildiğim isimlerden birisi misal Coşkun Aral’dır. Çatışmanın ortasında gözünü kırpmadan haberini yapmak yerine, yaralı bir insanı kurtarmayı seçebilmiştir. Bu tercihte bulunabilmek her gazetecinin harcı değildir. Zira geleneksel ticari yayıncılıkta ağır rekabet koşulları hâkimdir ve bu ticari yayıncılığın dayattığı normlar sizi ne pahasına olursa olsun mesleğe sadakate zorlar. Ne var ki her sadakat, etik davranmayı garantilemez. Ama Coşkun Aral’ınkine benzer bir tercih aynı zamanda anlattığınız hikâyeye de yön verir. Asıl olan anlatılan hikâyeyi savaşta zirveye ulaşan güç ilişkilerinden mümkün olduğu kadar arındırarak, insan hikâyeleri ile çerçeveleyebilmektir. İnsan hikâyelerine odaklandığınız zaman sürdürülen savaşın hiçbir koşulda kazananının olmadığını görürsünüz. O zaman da asıl odağınız, savaşı kimin başlattığı, kimin haklı kimin haksız olduğu, ilk taşı kimin attığı gibi sorular ve sorun alanları olmaz, bu savaşın nasıl bitirileceği gibi sorular olur.

BİR GAZETECİ SAVAŞI BİTİREBİLİR Mİ?

Lütfen, “bir gazetecinin yaptığı haberden ne çıkar?” demeyin. Savaşı da çıkaran bir kişi değil midir? Ya da birden fazla kişi. Bugün Rusya’da binlerce, milyonlarca savaşa karşı olan insanın sesini bir tek kişinin sesi bastırmıyor mu? Bu sesi, medyadaki haberci görünümlü propagandacılar çoğaltmıyor mu? Çoğaltılan bu ses, sürekli “ama onlar!” diyerek milyonlarca insanı yerinden yurdundan eden, binlerce insanın yaşamına mal olan, pek çoğumuzun belki haber değeri bile taşıdığına kani olmaktan uzak olduğu belki de milyonlarca canlıyı yok eden bir savaşı sürdürmekte ısrar etmiyor mu? Sahi, bize ulaştırılan savaş haberlerinin içinde kaçınız bombalanan alanlarda yok edilen canlılarla ilgili bir bilgi kırıntısına ulaşabiliyor? Savaşın ceremesini sadece konuşabilen canlılar mı çekiyor sahiden? Misal Ankara’yı bir devlet bombalasa sokaklarda dolaşan kedi ve köpekler başta olmak üzere pek çok hayvanın yok olduğuna kaç kişi üzülmeye fırsat bulacak. Savaşın bedeli konusunda dahi antropomorfik at gözlüklerinden kaçımız kurtulabiliyoruz? Sorulacak soru çok. Verilecek yanıtlarda samimiyete sığınabilecek kişi sayısı çok sınırlı sanırım.

TERCİHİMİZ BARIŞTAN YANA OLMALI

Ben uluslararası ilişkiler uzmanı değilim. Ne NATO’cu, ne Rusya’cı, ne de Avrasyacıyım. Ancak Rusya lideri Putin’in geniş halk kitlelerini yoksullaştırma pahasına, koltuğunu korumaya kararlı, dar bir oligark kesimin desteklediği bir diktatör olduğunu biliyorum. NATO’nun yıllardır “demokrasi götürüyorum” bahanesiyle onlarca ülkenin iç işlerine burnunu sokarak, önayak olduğu askeri darbelerle milyonlarca masum insanın ölümüne yol açan ABD’nin jandarması olduğunu da biliyorum. Türkiye’deki kutuplaşmış politik iklimin yarattığı toksik bilgi yığınının içinde, bazı çevrelerin birbirini “NATO’cumusun, Rusyacı mı?” diyerek tercihe zorladığını görüyorum. Eğer bir tercihte bulunacaksak barıştan yana tercihte bulunmalıyız. Hele ki kamusal bir iş yapan gazetecilerin, çatışmayı körükleyen, ölümü fetişleştiren, savaşı çıkaran bir avuç koltuk sevdalısı siyasal elit ile kan emici silah tüccarlarının varlıklarını meşrulaştıran bir tavra tamah etmek yerine, savaşın asıl mağdurlarının seslerine kulak vermeleri gerekiyor. “Gazetecinin gücü sınırlı, çalıştıkları kurumlar böyle bir haberciliğe izin vermez” demeyin. Tekrar ederek söyleyeyim. Savaş koşulları elbette çetindir. Ancak bu tür çatışma dönemleri aynı zamanda halkın sesine kulak veren hikâye anlatıcılarını da ortaya çıkarabilir. Siz yeter ki, militarist ideolojiyi değil de barışın sesini kendinize kılavuz olarak seçin. Gerisi kendiliğinden gelecektir.

Yazar Hakkında

Tezcan Durna, yüksek lisans ve doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalında tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde 2002 yılında araştırma görevlisi olarak başladığı görevine 2017 Ocak ayında görevinden uzaklaştırılana kadar devam etmiştir. Barış İmzacısı olması nedeniyle KHK listesine adı eklenerek akademiden uzaklaştırılan Durna, çalıştığı kurumda Haberi Okumak, Haber Sosyolojisi, Medya ve Etik, Etik Modernite ve İletişim, Şiddet Siyaset ve Medya, Akademik Araştırma, Yazma ve Sunma gibi lisans ve yüksek lisans düzeyinde dersler vermiştir. 2011-2012 yılları arasında TÜBİTAK Doktora Sonrası Araştırma Bursu ile Amsterdam’da bulunan Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsünde çalışmıştır. Medyada temsil, basın tarihi, medya ve etik, medya sosyolojisi, yeni medya etnografisi, Türkiye’de aydınlar gibi konularda ulusal ve uluslararası akademik mecralarda yayınlanmış çok sayıda eseri mevcuttur. Halen Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfının Genel Yayın Yönetmenliğini yürütmekte, Almanya’daki Duisburg-Essen Üniversitesi’nde dersler vermektedir.

Tezcan Durna
Tezcan Durna
Tezcan Durna, yüksek lisans ve doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalında tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde 2002 yılında araştırma görevlisi olarak başladığı görevine 2017 Ocak ayında görevinden uzaklaştırılana kadar devam etmiştir. Barış İmzacısı olması nedeniyle KHK listesine adı eklenerek akademiden uzaklaştırılan Durna, çalıştığı kurumda Haberi Okumak, Haber Sosyolojisi, Medya ve Etik, Etik Modernite ve İletişim, Şiddet Siyaset ve Medya, Akademik Araştırma, Yazma ve Sunma gibi lisans ve yüksek lisans düzeyinde dersler vermiştir. 2011-2012 yılları arasında TÜBİTAK Doktora Sonrası Araştırma Bursu ile Amsterdam’da bulunan Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsünde çalışmıştır. Medyada temsil, basın tarihi, medya ve etik, medya sosyolojisi, yeni medya etnografisi, Türkiye’de aydınlar gibi konularda ulusal ve uluslararası akademik mecralarda yayınlanmış çok sayıda eseri mevcuttur. Halen Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfının Genel Yayın Yönetmenliğini yürütmekte, Almanya’daki Duisburg-Essen Üniversitesi’nde dersler vermektedir.

━ bu yazardan

Zifiri karanlıkta gözlerden akamayan iki damla yaş

Baştan uyarayım, bu yazıda bolca kişisel hikâye vardır. Ancak bütün bu kişisel...

Kültürel hegemonya tamam, sıradaki!

Yüksek lisans tezimi yazarken, ele aldığım konu Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne adaylık süreciyle...

Oto sansürün dayanılmaz cazibesi

“Çatışmayı tatsız bulmak, çıkarları bu çatışmalar tarafından tehdit edilenler için hoştur.” Terry Eaglaton Dilimizde...

Sapık

Babam hayattayken, kendi babasından aldığı elle az biraz marangozluktan anlardı. Bu becerisiyle...

700 yıllık bir çınar ağacı kurursa

“Çalılık nerede? Gitmiş! Ve kıvrak taylarla av hayvanlarına elveda demek nedir? Yaşamın...

Alevi’nin yarası muktedirin havucu

“Hararet nardadır, sacda değildir Keramet baştadır, taçta değildir Her ne arar isen kendinde ara Kudüs’te,...

Suskun

Suskun, birileri tarafından susturulmuş, baskılanmış, konuşmasına ve meramını anlatmasına izin verilmemiş kişi...

Üniversiteler çoraklaşırken rektör egoları semiriyor

Doksanlı yılların ortaları, tam da bu zamanlar. Üniversite sınavlarının kısaltılmış adları o...

Şeffaflığın despotluğu

“Kamusal alanın ortadan kaybolması, içine mahrem ve özel meselelerin döküldüğü bir boşluk...

Acısız hayatlar

“Acı artık ilaçlarla mücadele etmeyi gerektiren anlamsız bir kötülüktür.” Byung Chul Han-Palyatif Toplum “Yaşarsın...

Özgürlük vaat edenlere koşulsuz inanmak özgürlüğün en büyük düşmanıdır

Dünyaya elinde güç olduğu halde bu gücü kullanmaktan imtina edecek kadar güçlü...

Yozlaşma

Bütün sözcüklerin olduğu gibi yozlaşma sözcüğünün de kullanıldığı bağlam çok önemlidir. Bu...

━ son bir haftada

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz