14.9 C
Ankara

Kültürel hegemonya tamam, sıradaki!

Paylaş:

Yüksek lisans tezimi yazarken, ele aldığım konu Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne adaylık süreciyle ilgiliydi. Daha doğrusu tezimde bu adaylık sürecinin köşe yazarlarının yazılarında nasıl savunulduğu ya da daha akademik tabirle nasıl temsil  edildiğine odaklanacaktım. O tarihlerde uzun yıllara sâri Avrupa Birliği hayalinin doruk noktasını deneyimliyorduk. 1999 Aralık ayında bu hayale dair bir dönüm noktası yaşanmıştı. 10-11 Aralık tarihleri arasında Helsinki’de toplanan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde Türkiye’nin adaylık başvurusu resmiyet kazanıp kabul edilmişti. Yani Türkiye’nin AB kapısındaki uzun süreli bekleyişinde bir büyük adım atılmış oluyordu. Aslında gidilecek daha çok uzun yol vardı, ama o  zamanki olumlu hava köşe yazılarına “sanki Türkiye’nin 200 yılı bulan Avrupalılaşma, batılılaşma, medenileşme, modernleşme”, artık adına ne derseniz deyin, yolunun sonuna gelinmiş gibi yansıdı. Tuhaf bir ülkeyiz vesselam. Bazı şeyleri  abartmakta üstümüze yok.

Hayatlarımız ifratla tefrit arasında gidip gelmelerle geçiyor. Bir bakıyorsunuz AB adlı medeniyet treninin en heveskâr yolcu adayıyız, bir bakıyorsunuz AB ve bileşenleri en azılı düşmanlarımız. Yeri geliyor bu bileşenlerin simgelerini bıçaklamakta, yakmakta, yuhalamakta ve onlardan ölesiye nefret etmekte çok hevesliyiz. Yeri geliyor, bu birliğin bileşeni ülkelere kapağı atmak için atmadığımız takla kalmıyor. Neyse asıl mevzumuz bu değil tabi ki. Bu mevzu asıl anlatmak istediğim konuyla  bir yönüyle doğrudan, bir başka yönüyle dolaylı ilişkili. Dolaylı ilişki yazının zemininde inceden ilerleyecek tabi ki. Ben asıl mevzuya geleyim.

Ben uzun bir akademik metin yazma konusunda ilk deneyimimi yaşarken, öncelikle köşe yazarlarının ne olduğunu anlatmaya çalışmam gerektiğine kanaat getirdim tez danışmanımla birlikte. Bu köşe yazarlarının işlevi nedir? Köşe yazarlarının  toplumsal olarak varlıklarının anlamı nedir? Köşe yazarının genel olarak modern dünyadaki ve Türkiye’deki yeri ve anlamı nedir gibi sorulara kuramsal olarak yanıtlar vermem gerekiyordu. Bu soruların yanıtları hiç de kolay değildi. Üstelik de  akademik hayatının başında bir acemi akademisyen adayı için bunu yapabilmek epey bir çetrefilliydi. Zira aslında dünyada köşe yazarı diye bir kavram pek de yaygın değildi. Gazetelerin ya da günümüzün web sitelerinin siyasi yorumcuları  vardı Batıda. Ama Türkiye’de bunun adı eskinin fıkra yazarı, günümüzün köşe yazarıydı. Köşe yazarı kavramının hem siyaset bilimi hem de sosyoloji disiplinleri açısından bir anlamı yoktu. Zira köşe yazarı yazıyla toplumsal hayata müdahil  olan, kafa emekçiliği yapan diğer pek çok meslek erbabı içinde sadece birisiydi ki bunlar da hem sosyoloji hem de siyaset bilimi açısından belirlenen genel bir kategori içerisindeki tikel bir örnekti.

Ruslar bunlara zamanında entelijansiya demişler, Osmanlılar münevver, İranlılar rövşenfikran, batılılar entelektüel demişler. Osmanlı’nın münevver sözcüğü ile İranlıların rövşenfikran sözcüğü birbirine pek benzer. İkisi de düşün insanını  aydınlıkla, aydınlanmayla özdeşleştirirler. Tam da belki bu nedenle, her iki toplumda da aydınla yobaz arasında hep bir karşıtlık olmuştur. Birincisi aydınlanmayı ve ilerlemeyi, ikincisi muhafaza etmeyi ve gericiliği temsil etmiştir, etmeye de devam ediyor. Ne var ki batılıların entelektüel kelimesi intelect, “zekâ, akıl, idrak, müdrik” gibi anlamlara gelen kök sözcükten neşet eder. Entelektüelin aydınlıkla ve ilerlemeyle dolaylı bir anlamı vardır. Bu bağlamda, herkes zekâ sahibidir ve düşünebilir olduğu için herkes entelektüeldir aslına bakılırsa. Bu açıdan baktığımız zaman eğer herkes düşünebilir ve zekâ sahibiyse neden bazıları entelektüel payesi edinir de herkes bu payeyi kazanamaz? İşte konunun hassas noktası  burada yatar. Ben de bu noktada tıkanmış ve bu yazarların neden Türkiye’nin AB üyeliği ile ilgili görüşlerinin önemli de, biz sıradan fanilerin önemsiz olduğunu anlatabilmem gerekti.

Yani özetle neden bu zatı şahanelerin Türkiye’nin AB aday üyeliği ile ilgili yazılarını incelemem gerekiyordu? Ya da bu yazılar bize ne söyleyecekti? Ya da neden sıradan insana değil de, bu yazarların yazılarına kulak vermeliydim? İşte bu soruların yanıtlarını ararken karşıma iki ismin ayrım ve tanımlamaları çıktı: Antonio Gramsci ve Pierre Bourdieu. Antonio Gramsci toplumsal alandaki her bireyin entelektüel kapasitesi olduğunu ileri sürerek, bazılarının entelektüel rolü  üstlenmesinin tamamen toplumsal alandaki tarihsel değişimler sırasında kurulan tarihsel bloktaki misyonuyla ilgili olduğunu düşünür. Kendisinden önce entelektüele ya da aydına yüklenen verili ilerici rolü yadsıyarak, her tarihsel dönemin geleneksel ya da organik entelektüelinin olduğunu ve bu entelektüelin kendiliğinden bir ilerici ya da gerici misyonu üstlenmediğini kabul eder. Bu anlamıyla baktığımız zaman, entelektüele yüklenen kendiliğinden olumlu tözü bir anlamda  geliştirdiği kuramsal yaklaşımla yıkar. Bu açıdan baktığımız zaman aslında Gramsci’nin ister geleneksel isterse organik her türlü entelektüel ya da aydın kategorisi, devlet ile sivil toplum arasında uzlaştırıcı işlevi görür.

Gramsci’nin bahsettiği sivil toplum kavramına siz halk da diyebilirsiniz tabi ki. Aydın ya da entelektüel, her türlü tarihsel değişim sırasında ortaya çıkan uzlaşmazlıkları ittifak içinde olduğu sınıf lehine çözümlemeye çalışır. Burada aydın tek  başına ilerici bir rol üstlenmez. İttifak içinde olduğu sınıf ne kadar ilericiyse, ancak o bu ilerici rolü pekiştirebilir. Gramsci’nin entelektüele yüklenen tarihsel olumlu işlevi sorgulatan bu tanımlaması kafamı ve ufkumu biraz açmakla birlikte, köşe  yazarı kavramının konumunu ve işlevini tam olarak kavramamı sağlamamıştı.

Bu noktada imdadıma Bourdieu’nun sembolik seçkin kavramı yetişti. İşte bulmuştum. Sembolik seçkin. Gramsci’nin tarif ettiği aydın ya da entelektüel kavramı en nihayetinde olumlu bir işlev üstleniyor gibi görünmese de, anlamında başlı başına  bir olumluluk vardı. Her yönüyle olumlu anlamda sıradan insandan ayrılıyordu. Benim maksadım da elbette köşe yazarını sıradan insandan ayırmaktı ki Türkiye’nin AB aday adaylığıyla ilgili yazdıklarını neden incelemem gerektiğini hem  kafamda hem de tezimde meşrulaştırabileyim. Nihayet hem olumlu olmayan, hem de sıradan insandan ayrılmasına yol açan bir kavrama ulaşmıştım. Ancak yine de hala bir olumluluk vardı: Seçkin. Nitekim tez savunmam sırasında bu  seçkin kavramındaki “olumlu” öz karşıma bir sorun olarak çıktı. Tez jürimdeki bir hocam, seçkin kavramının başındaki “sembolik” sıfatına pek itibar etmeden seçkin kavramının olumlu anlamına odaklanmıştı ve o zaman misal yazılarını  incelediğim Mehmet Barlas, Ertuğrul Özkök, Engin Ardıç gibi köşe yazarlarını ne münasebetle “seçkin” olarak nitelendirdiğimi sorgulamıştı. Hocam haklıydı belki de. Ancak Bourdieu’nun “sembolik seçkin” kavramı en nihayetinde beni bir noktada kurtarıyordu. Zira Bourdieu’nun bu sembolik seçkin kavramı içinde hem ekonomik hem de kültürel tanımlamayı barındırıyordu.

Sembolik seçkin kültürel ve maddi sermaye itibariyle, sesi olduğu burjuva sınıfıyla sınıfsal bir yapılaşma içindeydi ve tam da 90’lı yılların bahse konu köşe yazarları her bakımdan bu tanımlamaya uyuyorlardı. Her biri, dönemin reklam gelirleri  yüksek, devletle kurdukları ihale ve çıkar ilişkileri sayesinde büyük holdingler haline gelmiş medya sahiplerinin astronomik maaşlar verdikleri ve bu maaşlarla hem maddi hem de kültürel sermaye itibariyle çıkarını savundukları medya sahipleriyle yakınsamışlardı. Misal Aydın Doğan’ın çocuklarıyla Ertuğrul Özkök’ün çocukları aynı okullarda okuyacak kadar birbirine yakın maddi ve kültürel sermayeye sahiplerdi. Bu açıdan baktığımız zaman, dönemin köşe yazarları, devletle  sınıfsal yapılaşma içinde bulundukları burjuva sınıfının dolayımı üzerinden bir aidiyet ve temsil düzeyine sahiplerdi.

Devletin çıkarları, temsilciliğini yaptıkları sermayedarın çıkarı dolayımı üstünden savunulan bir şeydi. Yine bu açıdan baktığımız zaman, dönemin köşe yazarları herhangi bir talimata gerek kalmaksızın, içselleştirdikleri burjuva kültürel  değerlerini kendiliğinden habituslarının bir parçası haline getirebilmişlerdi. Şimdi bu kadar uzun bir girizgâhı neden yaptığımı muhtemelen okuyucu merak ediyordur. Sabırlı okuyucu eğer şu satırlara kadar yazdıklarımı okuyabilmişse, ulaşmak istediğim noktaya geldiğimi görecektir. Bir akademisyenin kişisel akademik gelişimiyle tarihsel dönüşümler her zaman birbirini takip eder. Kendi gelişim seyrini takip etmeyi ya da kendi kendini gözden geçirmeyi becerebilen akademisyen herhangi bir konuyu tanımlarken bir zamanlar kullandığı kavram setlerinin hala geçerli olup olmadığını her zaman sorgular. Ben de geçtiğimiz günlerde, ülkenin kadiri mutlak Cumhurbaşkanının televizyon kanallarından birisine çıkıp karşısına oturttuğu gazeteci/köşe yazarlarıyla hasbihal ettiği programda sarf ettiği “Abdülkadir Bey artık bunu da köşenizde yazarsınız!” talimatını duyunca, bu kişi ya da kişileri nasıl tanımlayabileceğimi düşünmeye başladım. O günden beri, bu kişileri  nasıl tanımlamak gerektiğini düşünüyorum ve ayrıca bahse konu kadiri mutlak Cumhurbaşkanının neden halkın önünde böyle bir talimat verme gereği duyduğunu anlamaya çalışıyorum. 

Yazının girişinde bahsettiğim günlerden bu yana yirmi yılı aşkın zaman geçti. Bu yirmi yıl içinde hem toplumda hem siyasette ve hem de medyada pek çok şey değişti. Son beş yıldır ortaya çıkan değişimler ise belki de uzun yıllar içinde  gerçekleşebilecek radikal değişimler. Şimdi son beş yıldır, ülkede her türlü kararı tek bir kişi vermeye başladı. Yapılan her iş tek bir kişinin talimatı olmadan yapılamaz hale geldi. Bu tek bir kişi fiilen her türlü işe talimat verebilecek kapasiteden uzak olabilir, ancak bu durumda bu kişinin yapıp ettiklerini halka anlatan ya da bu eylemleri meşrulaştıran ister köşe yazarı isterse bakan olsun her kişi iradesinden sıyrılmak zorunda kaldı. Bu kişi ya da kişilerin iradeleri bir anlamda tek bir kişinin iradesiyle özdeş hale geldi. Burada Bourdieu’nun sembolik seçkin kavramına yeni bir boyut ekleyerek bütün tek kişiyle toplum-halk-sivil toplum arasında bağ kuran kişilere toptan “simbiyotik seçkinler” demek mümkündür artık. Simbiyotik seçkini sembolik seçkinden ayıran en temel ayrım, sembolik seçkin, siyasal, kültürel, ekonomik olmak üzere her türlü karar, eylem ve anlamı kendi iradesine dayanarak halka aktarıyormuş gibi görünürken, simbiyotik seçkin böyle bir görüntüye ihtiyaç duymaz. Böyle bir görüntü, tek adamın herkesten beklediği mutlak biatını zedeler. Simbiyotik seçkin hem habitus hem de irade olarak kendini hiçleştirmelidir ki, tek adamın kadiri mutlak pozisyonu pekişebilsin. Günümüzün siyasal ve toplumsal konjonktüründe, özellikle de Türkiye’de oluşan siyasal kültür ortamında, liderin söz ya da eylemlerinin dolayıma sokulması onun meşruiyetini zedeleyebilir. Zira günümüzün muhafazakâr popülist tek adamları, halkla dolayımsız bir ilişki içinde oldukları vehmini ne kadar yaygınlaştırabilirse o kadar meşru bir zeminde oturabildiklerine kendilerini inandırmışlardır. Halkın teveccühü de bu inançtan kaynaklanır zaten. Ne var ki, simbiyotik seçkinin dolayımsız, talimatlı uzlaştırıcı rolü, kriz anlarında sekteye uğrama riskiyle karşı karşıyadır.

Türkiye, ekonomik kriz başta olmak üzere, her alanda derin bir kriz içindedir. Ahlaki, dini, kültürel, siyasi, hukuki, manevi pek çok krize eşlik eden giderek derinleşeceği çok açık olan ekonomik kriz, tek adamın halkla kurduğuna inandırdığı dolayımsız ilişkiyi de zedelemiştir. İşte tam da bu nedenle tek adam, gücünü ispatlamak istercesine, fütursuzca karşısına aldığı simbiyotik seçkinlere talimatlar vermekte bir beis görmemektedir. Ancak bu simbiyotik seçkinlerin tarihsel uzlaştırıcı  rolü çoktan ortadan kalkmış, birer karikatür haline gelmiştir. Tabi ki, yine de hala bir işlev gördüklerini inkâr etmemek gerekir. Tek adamdan çoktan umudu kesmiş olan geniş halk kesimleri, tek adamın karikatürleşmiş kadiri mutlak pozisyonuna gülmek yerine, simbiyoz içinde olduğu bu seçkinlere gülmektedir. Zira tarih hepimize göstermiştir ki, her türlü diktatörün kendini en güçlü zannettiği anlarda kendisine erişemeyen geniş halk kitleleri onunla özdeşleşen simgelere saldırır.

Simbiyotik seçkinler, günümüzün tek adamıyla özdeşleşen önde gelen simgelerdir ve tek adamı halkın öfkesinden koruyan bariyer işlevi görmektedir. Bu işlevin ne kadar süreceğiyse halkın öfkesinin sınırıyla ilişkilidir.

Yazar Hakkında

Tezcan Durna, yüksek lisans ve doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalında tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde 2002 yılında araştırma görevlisi olarak başladığı görevine 2017 Ocak ayında görevinden uzaklaştırılana kadar devam etmiştir. Barış İmzacısı olması nedeniyle KHK listesine adı eklenerek akademiden uzaklaştırılan Durna, çalıştığı kurumda Haberi Okumak, Haber Sosyolojisi, Medya ve Etik, Etik Modernite ve İletişim, Şiddet Siyaset ve Medya, Akademik Araştırma, Yazma ve Sunma gibi lisans ve yüksek lisans düzeyinde dersler vermiştir. 2011-2012 yılları arasında TÜBİTAK Doktora Sonrası Araştırma Bursu ile Amsterdam’da bulunan Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsünde çalışmıştır. Medyada temsil, basın tarihi, medya ve etik, medya sosyolojisi, yeni medya etnografisi, Türkiye’de aydınlar gibi konularda ulusal ve uluslararası akademik mecralarda yayınlanmış çok sayıda eseri mevcuttur. Halen Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfının Genel Yayın Yönetmenliğini yürütmekte, Almanya’daki Duisburg-Essen Üniversitesi’nde dersler vermektedir.

Tezcan Durna
Tezcan Durna
Tezcan Durna, yüksek lisans ve doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalında tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde 2002 yılında araştırma görevlisi olarak başladığı görevine 2017 Ocak ayında görevinden uzaklaştırılana kadar devam etmiştir. Barış İmzacısı olması nedeniyle KHK listesine adı eklenerek akademiden uzaklaştırılan Durna, çalıştığı kurumda Haberi Okumak, Haber Sosyolojisi, Medya ve Etik, Etik Modernite ve İletişim, Şiddet Siyaset ve Medya, Akademik Araştırma, Yazma ve Sunma gibi lisans ve yüksek lisans düzeyinde dersler vermiştir. 2011-2012 yılları arasında TÜBİTAK Doktora Sonrası Araştırma Bursu ile Amsterdam’da bulunan Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsünde çalışmıştır. Medyada temsil, basın tarihi, medya ve etik, medya sosyolojisi, yeni medya etnografisi, Türkiye’de aydınlar gibi konularda ulusal ve uluslararası akademik mecralarda yayınlanmış çok sayıda eseri mevcuttur. Halen Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfının Genel Yayın Yönetmenliğini yürütmekte, Almanya’daki Duisburg-Essen Üniversitesi’nde dersler vermektedir.

━ bu yazardan

Zifiri karanlıkta gözlerden akamayan iki damla yaş

Baştan uyarayım, bu yazıda bolca kişisel hikâye vardır. Ancak bütün bu kişisel...

Oto sansürün dayanılmaz cazibesi

“Çatışmayı tatsız bulmak, çıkarları bu çatışmalar tarafından tehdit edilenler için hoştur.” Terry Eaglaton Dilimizde...

Sapık

Babam hayattayken, kendi babasından aldığı elle az biraz marangozluktan anlardı. Bu becerisiyle...

700 yıllık bir çınar ağacı kurursa

“Çalılık nerede? Gitmiş! Ve kıvrak taylarla av hayvanlarına elveda demek nedir? Yaşamın...

Alevi’nin yarası muktedirin havucu

“Hararet nardadır, sacda değildir Keramet baştadır, taçta değildir Her ne arar isen kendinde ara Kudüs’te,...

Suskun

Suskun, birileri tarafından susturulmuş, baskılanmış, konuşmasına ve meramını anlatmasına izin verilmemiş kişi...

Üniversiteler çoraklaşırken rektör egoları semiriyor

Doksanlı yılların ortaları, tam da bu zamanlar. Üniversite sınavlarının kısaltılmış adları o...

Şeffaflığın despotluğu

“Kamusal alanın ortadan kaybolması, içine mahrem ve özel meselelerin döküldüğü bir boşluk...

Acısız hayatlar

“Acı artık ilaçlarla mücadele etmeyi gerektiren anlamsız bir kötülüktür.” Byung Chul Han-Palyatif Toplum “Yaşarsın...

Özgürlük vaat edenlere koşulsuz inanmak özgürlüğün en büyük düşmanıdır

Dünyaya elinde güç olduğu halde bu gücü kullanmaktan imtina edecek kadar güçlü...

Yozlaşma

Bütün sözcüklerin olduğu gibi yozlaşma sözcüğünün de kullanıldığı bağlam çok önemlidir. Bu...

Özgür iletişim için pozitif özgürlük perspektifinden somut öneriler

“İnsanların, kuşkulu olabilmesi olasılığı bulunan bütün konularda mutlaka serbest tartışmanın var olmasını...

━ son bir haftada

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz