26.1 C
Ankara

Alevi’nin yarası muktedirin havucu

Paylaş:

“Hararet nardadır, sacda değildir

Keramet baştadır, taçta değildir

Her ne arar isen kendinde ara

Kudüs’te, Mekke’de hacda değildir”

Hacı Bektaş’ı Veli

Bir hayal edin; seküler bir cumhurbaşkanısınız ya da başkansınız. Ya da ne bileyim kadiri mutlak bir tek adamsınız. Bütün tarikatları, cemaatleri dize getirmeyi kafaya takmışsınız. Dini yasaklamaya, bütün kutsal değerleri toplumun kültürel evreninden silmeye kararlısınız. Buna benzer bir manzaranın Fransız Devrimi sırasında Jakobenlerin iktidarı döneminde hüküm sürdüğünü birazcık tarih okuyanlar bilirler. Özellikle de Jakobenlerin efsane lideri Maximilien Robespierre, bütün kiliseleri kapattırıp, Hristiyanlığın özellikle Katolik kolu olmak üzere bütün kollarını yasaklayıp yerine “Kutsal Varlık Kültü” kuruyor. Kuşkusuz bunu oluşturmasında Voltaire’in “Tanrı yoktur, ama gerekirse tanrıyı yaratıp insanlara sunmak gerekir, çünkü tanrı vicdansızların vicdanıdır” minvalindeki sözü etkili oluyor. Neyse mevzumuzun odağı Jakobenler değil tabi ki.

“MİSAFİR UMDUĞUNU DEĞİL BULDUĞUNU YER”

Şimdi hayalimize devam edelim: Yaklaşık bir yıl sonra artık seçimli demokrasiyi bir formaliteden ibaret görmeye başlamış olmanıza rağmen bir seçime gireceksiniz. Bu seçimde başarısız olacağınızı aşağı yukarı tahmin ediyor olmanıza rağmen kadiri mutlak konumunuza güvenerek bütün dini cemaatlere rutin ziyaretler yaparak toplumsal rızayı diri tutmaya karar vermişsiniz. Çünkü toplumun geneli yoksullukla boğuşuyor olmasına rağmen, bu yoksulluğa yol açan bütün kararlarınızdan yüzde yüz eminsiniz ve burnunuzdan kıl aldırmıyorsunuz; yani kararlarınız yanlış olsa da ona herkesin mutlak bir şekilde itaat etmesini istiyorsunuz. Ziyarete gittiğiniz cemaatlerin kendi ritüelleri, var oluş biçimleri, giyim kuşam tercihleri filan var. Bütün bu unsurlar inançlarının birer göstergesi ve gerekli koşulları. Misal İsmail Ağa Cemaatine onların gönlünü hoş etmek ya da gönül rızalarını almak için ziyarete gideceksiniz ve ziyaret sırasında diyorsunuz ki “benim karşıma sakallarınızı keserek, takım elbise giyerek ve bir masa etrafında nizami bir şekilde dizilerek çıkacaksınız. Ben sizi ziyarete ancak bu koşulla gelirim. Sonuçta siz ziyarete gidiyorsunuz ve gittiğiniz mekânın gereklerine göre değil de kendi gereklerinizi dayatarak hareket ediyorsunuz. Öyle ya ziyaret bir nevi misafirliktir ve bir ziyarette ziyaret edenin değil ziyaret edilenin koşulları esastır. Siz bir eve ziyarete gittiğiniz zaman, “ben minderde oturamam, geldiğimde bana sedir kuracaksınız ya da kenarları altın varaklı koltuk hazırlayacaksınız, ben ancak bu koşulla ziyarete gelirim” diyemezsiniz. Ancak ziyaret edilen kişi sizin hassasiyetinizi göz önünde bulundurarak ki bu hassasiyet genellikle sağlıkla ilgili ise kabul edilebilir, size özel koşullar ayarlayabilir. Aksi bir durum yoksa atasözlerine bile geçmiştir; “misafir umduğunu değil bulduğunu yer”.

ALEVİLER TÜRK-SÜNNİ İSLAM ANLAYIŞININ YERLİ DÜŞMAN KARDEŞİ

Ülkemizin tek adamının, her şeyin en iyisini bileninin, hikmetinden sual olunmazının, sözünün üstüne söz konulmazının son yaptığı Hüseyin Gazi Cemevi ziyaretindeki manzarayı bir de bu gözle okumak gerekiyor sanırım. Aleviler, Osmanlı’dan Cumhuriyete tevarüs eden Türk-Sünni İslam anlayışının başlıca yerli düşman kardeşi olarak Anadolu coğrafyasında yüzyıllardan beri bin bir türlü yarayla günümüze kadar gelmiş bir topluluk. Cumhuriyetin kuruluşuyla hâkim kılınmaya çalışılan laiklik anlayışının görece korunmasına sığınarak devlet zihniyetinin derinlerine kadar işlemiş Türk-Sünni anlayışının dayattığı asimilasyona direnmeye çalışan bir topluluk olarak mevcut devleti sahiplendiler ve sahiplenmeye devam ediyorlar.

“ALEVİLER ÜLKENİN SİGORTASI MI?”

Türk-Sünni devletin devletlileri Alevileri işlerine geldiği zaman Sünni-Alevi çatışmasının payandası olarak araçsallaştırarak hikmetinden sual olunmaz, kadiri mutlak devletin hâkimiyetini tahkim etmeye çalıştı. Maraş, Çorum, Gazi Mahallesi, Sivas’taki gibi katliamlar, bu hâkimiyetin tahkim edilmesi çabası için araç olarak kullanılan en bilinen olaylardır. Devletin görece yüzeyindeki devletlilerin bazıları ise, çoğu zaman Alevileri ülkenin sigortası olarak gördüler. Zira, onlar Sünni İslam’ın sekter yönleri ve modern dünyaya uyum sağlamadaki güçlüklerini törpüleyen ve nötralize eden bir topluluktu. Onlara atfedilen hümanist düşünce ve yaşam biçimi, Cumhuriyetin idealize ettiği muasır medeniyete de uyumluydu. Bu bakışın yarattığı nispi özgüven Alevilerin yurttaşlık bağıyla bağlı oldukları ama bir türlü Anayasal eşit yurttaşlığın gerektirdiği haklara kavuşamama halini kabul edilebilir kıldı. Yani Alevilerin bu kadar yıllık yaşadıkları ayrımcılığın kabul edilebilmesinin belki de en temel nedeni, içselleştirdikleri konjonktürel “makbul yurttaşlık” konumuydu. Alevilerin Anadolu coğrafyasında konsolide bir mezhepsel grup olarak hareket edememe ve siyasal süreçlere etkin bir şekilde müdahil olamama nedeninin de bu konjonktürel makbul yurttaşlık konumunu her daim gündemde tutma arzuları oldu. Bu arzu, Alevilerin yüz yıllardan bu yana kanayan kimlik yarasını belki de bir nevi sarma yöntemiydi. Yara, bir yandan sürekli kanarken, diğer yandan palyatif yöntemlerle sarılmaya çalışıldı. Alevilerin bu palyatif yöntemlere tevessül ve tenezzül etmesinin en önemli nedeni belki de kimliğin temel bileşeninin bu yara olmasıdır. Bazı insanlar, kavga sırasında aldığı yarayı iyileştirmek istemez. Zira o yara o kavgayı ve o kavga sırasında ortaya çıkan azim ve kararlılığı anımsatır. Bu patolojik anımsama, bir süre sonra o kişinin karakterinin temel bileşeni olur. Alevilerin yüz yıllardan beri taşıdığı yara da bir nevi Alevi kimliğinin karakteristik unsuru olmuş ve bu yara olmaksızın varlığını meşrulaştıramaz hale gelmiştir.

“KİMLİK BİR YARADIR”

Kimlik temelde bir yaradır; yoksulluğun, aşağılanmanın, yadırganmanın, ayrımcılığın, dışlanmışlığın, savaşların, çatışmaların açtığı yara. Bu yaranın derinliği yaşanan çatışmaların şiddetine göre şekillenir. Çatışmalar sürdükçe yara kanamaya devam eder. Siyaset artık günümüzde bu yarayı kanatacak söylemler üretmek ya da yaraya tuz basacak hareketler şeklinde ortaya çıkmaya başladı. Çoğu sağ popülist lider varlığını sürdürmek için bu yaraları kanatarak siyaset yapıyor. Muarızlarını da bu yaraları taze tutacak şekilde siyaset yapmaya zorluyor. Bugün sağ ya da sol neredeyse hiçbir siyasetçi muhafazakâr popülist liderlerin bu yaraların içine parmağını sokarak yarayı genişletmek ve derinleştirmek şeklinde yürüttüğü stratejiye kayıtsız kalamıyor. Ülkemizin başındaki tek adam, ülkeyi içine düşürdüğü çıkmazdan çıkarma konusunda toplumun hiçbir kesimine herhangi bir umut veremediği için, uzun zamandır bütün yaraları itinayla eşelemekten başka bir şey yapamamaya başladı. Kürt kimliğinin yarası eşelendi eşelendi artık dibine ulaşıldı. Muhtemelen seçim zamanına kadar eşelenmeye devam edilecek. Haklarına duyarlı kadınların yaraları her daim taze tutulmaya devam ediliyor ki, muktedirin bendesi erkekler bu konunun en mahir aktörleri arasında. Ülkenin başındaki tek adam, muktedir konumu kuşkulu hale geldikçe, kendisi de yeni yaralar/kimlikler icat etmeye devam ediyor: Doktorlar, gençler, çevreciler, avukatlar, mühendisler ve daha niceleri. Bu saydığımız özneler aslında bir kimlik olacak denli köklü bir geçmişe ve kolektif irade gösterme konusunda o kadar güçlü bir töze sahip olmasalar da, tek adam her biri için bir hikâye ve tarih uyduruyor ve karşısına savaşılacak aktörler yaratıyor. Bu aktörlerin her birisinin dışlanmışlıktan, yoksunluktan, aşağılanmadan mütevellit yaraları var. İşte tek adamın her hamlesi bu yaraları kanatmak üzerine kurulu. Belli ki bu yaraları kanatmaya devam edecek.

BİR YANDA YARALARI KANATAN BİR YANDA YARALARI SARAN

Diğer tarafta, tek adamın elinden rehin aldığı ülkeyi kurtarmak için ülkeyi ve toplumu parçalara bölünmüş halinden uzaklaştırmaya çalışan tarihsel bir blok oluşmuş durumda. Bu tarihsel blokun temel aktörlerinden birisi olan CHP Genel Başkanının helalleşme hamlelerinin, yaraları sarmaya yönelik olduğunu görüyoruz. Bir yanda yaraları kanatıp genişleterek toplumu birbirine düşüren ve bir anlamda toplumun birliğini ve geleceğini tehdit eden bir tek adam, diğer tarafta toplumun tüm yaralarını sarmaya kararlı ve parçalanmış bir toplumu yeniden birlik haline getirmek isteyen bir blok var.

ANAYASAL EŞİT YURTTAŞLIK TALEBİNDE ISRARCI OLMAK

Yıllardan beri varlığını kimliğine yüklediği yaşamsal anlamla sürdüren Alevilere AKP iktidarının açılım dönemlerinde de bir yaklaşım oldu. AKP, kuşkusuz bu ilk açılım dönemlerinde sadece Alevilere yönelik değil, toplumun çoğu dışlanmış kimliklerine yönelik açılım hamleleri gerçekleştirdi. AKP’nin şimdi geldiği noktaya bakılırsa bütün bu hamlelerin, yani farklı kimliklere yönelik açılımlarının söz konusu bu kimliklerin kanayan yaralarını sarmak değil, bu yaraları kanatıp tazelemek olduğu anlaşılıyor. AKP iktidarı, özellikle neoliberal politikalara dayanan emek örgütlenmesinin gücünü tümden kırmak, sermayeye yönelik bütün politikalarına toplumsal rıza kazanmak için, başta tevekkülü esas alan Siyasal İslamcılığı mütedeyyinlik adı altında konsolide etti. Bu hamlesine eklediği bu açılımlar sayesinde, kimlikler üzerinden sürecek bir siyaseti teşvik etti. Bunu teşvik ederken, bir yandan kimliklere özgürlük vaadiyle toplumun yerleşik dayanışma kültürünü bu kimliklerin yaralarını sarıyormuş gibi yapıp kanatarak yok etti. AKP’nin bütün açılım hamlelerinin bir “havuç-sopa” ilişkisi şeklinde ilerlediğini en net şekilde göstereni Aleviler için olandır. Alevilerin devletle olan çifte duygulu ilişkisi ise bu havuç-sopa ilişkisinin sürekli tekrar edilebilmesinin en önemli nedenidir. Yıllar önceki açılım hamlelerinde ortaya çıkan bu ilişkinin bugün “kör gözün parmak” şekilde tekrar ediyor olması da bu tekrarlardan bir başkasıdır. Ancak bunun tekrar etmemesi için, Alevilerin bu tür havuçlara tevessül etmek yerine, anayasal eşit yurttaşlık talebinin tüm gerekliliklerini ısrarla talep etmeleri ve bir parçası oldukları devletin “Sünni-Türk” bir zihniyete sahip olduğunu akıllarından çıkarmamaları gerekir. Anayasal eşit yurttaşlık talebinin en önemli garantisi ise laiklik ilkesidir. Alevilerin bu tür tek adamların uzattığı havuçlara tevessül etmeleri, bir yandan topluluk onurunu zedelerken diğer yandan anayasal eşit yurttaşlık ilkesinin en temel garantisi olan laiklik ilkesini aşındırmaktadır. Alevilerin ve tabi ki diğer inanç gruplarının onurlu varlığını sürdürebilmeleri için bu tür pragmatist hamlelere yine pragmaya dayalı reaksiyonlarla karşılık vermek yerine ilkesel davranarak laiklik ilkesine ne pahasına olursa olsun sahip çıkmaları gerekir.

Yazar Hakkında

Tezcan Durna, yüksek lisans ve doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalında tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde 2002 yılında araştırma görevlisi olarak başladığı görevine 2017 Ocak ayında görevinden uzaklaştırılana kadar devam etmiştir. Barış İmzacısı olması nedeniyle KHK listesine adı eklenerek akademiden uzaklaştırılan Durna, çalıştığı kurumda Haberi Okumak, Haber Sosyolojisi, Medya ve Etik, Etik Modernite ve İletişim, Şiddet Siyaset ve Medya, Akademik Araştırma, Yazma ve Sunma gibi lisans ve yüksek lisans düzeyinde dersler vermiştir. 2011-2012 yılları arasında TÜBİTAK Doktora Sonrası Araştırma Bursu ile Amsterdam’da bulunan Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsünde çalışmıştır. Medyada temsil, basın tarihi, medya ve etik, medya sosyolojisi, yeni medya etnografisi, Türkiye’de aydınlar gibi konularda ulusal ve uluslararası akademik mecralarda yayınlanmış çok sayıda eseri mevcuttur. Halen Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfının Genel Yayın Yönetmenliğini yürütmekte, Almanya’daki Duisburg-Essen Üniversitesi’nde dersler vermektedir.

Tezcan Durna
Tezcan Durna
Tezcan Durna, yüksek lisans ve doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalında tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde 2002 yılında araştırma görevlisi olarak başladığı görevine 2017 Ocak ayında görevinden uzaklaştırılana kadar devam etmiştir. Barış İmzacısı olması nedeniyle KHK listesine adı eklenerek akademiden uzaklaştırılan Durna, çalıştığı kurumda Haberi Okumak, Haber Sosyolojisi, Medya ve Etik, Etik Modernite ve İletişim, Şiddet Siyaset ve Medya, Akademik Araştırma, Yazma ve Sunma gibi lisans ve yüksek lisans düzeyinde dersler vermiştir. 2011-2012 yılları arasında TÜBİTAK Doktora Sonrası Araştırma Bursu ile Amsterdam’da bulunan Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsünde çalışmıştır. Medyada temsil, basın tarihi, medya ve etik, medya sosyolojisi, yeni medya etnografisi, Türkiye’de aydınlar gibi konularda ulusal ve uluslararası akademik mecralarda yayınlanmış çok sayıda eseri mevcuttur. Halen Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfının Genel Yayın Yönetmenliğini yürütmekte, Almanya’daki Duisburg-Essen Üniversitesi’nde dersler vermektedir.

━ bu yazardan

Zifiri karanlıkta gözlerden akamayan iki damla yaş

Baştan uyarayım, bu yazıda bolca kişisel hikâye vardır. Ancak bütün bu kişisel...

Kültürel hegemonya tamam, sıradaki!

Yüksek lisans tezimi yazarken, ele aldığım konu Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne adaylık süreciyle...

Oto sansürün dayanılmaz cazibesi

“Çatışmayı tatsız bulmak, çıkarları bu çatışmalar tarafından tehdit edilenler için hoştur.” Terry Eaglaton Dilimizde...

Sapık

Babam hayattayken, kendi babasından aldığı elle az biraz marangozluktan anlardı. Bu becerisiyle...

700 yıllık bir çınar ağacı kurursa

“Çalılık nerede? Gitmiş! Ve kıvrak taylarla av hayvanlarına elveda demek nedir? Yaşamın...

Suskun

Suskun, birileri tarafından susturulmuş, baskılanmış, konuşmasına ve meramını anlatmasına izin verilmemiş kişi...

Üniversiteler çoraklaşırken rektör egoları semiriyor

Doksanlı yılların ortaları, tam da bu zamanlar. Üniversite sınavlarının kısaltılmış adları o...

Şeffaflığın despotluğu

“Kamusal alanın ortadan kaybolması, içine mahrem ve özel meselelerin döküldüğü bir boşluk...

Acısız hayatlar

“Acı artık ilaçlarla mücadele etmeyi gerektiren anlamsız bir kötülüktür.” Byung Chul Han-Palyatif Toplum “Yaşarsın...

Özgürlük vaat edenlere koşulsuz inanmak özgürlüğün en büyük düşmanıdır

Dünyaya elinde güç olduğu halde bu gücü kullanmaktan imtina edecek kadar güçlü...

Yozlaşma

Bütün sözcüklerin olduğu gibi yozlaşma sözcüğünün de kullanıldığı bağlam çok önemlidir. Bu...

Özgür iletişim için pozitif özgürlük perspektifinden somut öneriler

“İnsanların, kuşkulu olabilmesi olasılığı bulunan bütün konularda mutlaka serbest tartışmanın var olmasını...

━ son bir haftada

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz