15.2 C
Ankara

Acısız hayatlar

Paylaş:

“Acı artık ilaçlarla mücadele etmeyi gerektiren anlamsız bir kötülüktür.”

Byung Chul Han-Palyatif Toplum

“Yaşarsın karıcığım,

kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgârda;

yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı

en fazla bir yıl sürer

yirminci asırlarda

ölüm acısı.”

Nazım Hikmet Ran

Acı zannedildiği gibi kaçılması, kaçınılması gereken bir duygu mudur? Çalışan elleriniz, yürüyen ayaklarınız su toplayıp patladığı zaman acır; acır ama bu acıya bir süre katlanırsanız o patlayan yerler kabuk tutup nasırlaşır ve patlamadan önceki halinden daha mukavemetli hale gelir. Bir kaybın acısını doyasıya yaşamazsanız, bir gün mutlaka hiç ummadığınız bir yerden patlak verir. Bu nedenle aklıselim psikologlar kayıp yaşayanlara sağlıklı bir yas süreci önerirler. Ağlamak zannedildiği gibi bir güçsüzlük göstergesi değildir bu nedenle. Şairin dediği gibi “Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle / Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı”.[1] Bahsettiğim şey elbette acıdan zevk almak değil, Hasan Hüseyin’in şiirinde belirttiği gibi “acıyı bal eylemek” ve başkalarının acısına ortak olabilmek için acıyla pişmek. İdeal durumda Mevlana’nın da dediği gibi “hamdım, piştim, yandım” diyebilmek. Elbette her insan pişebilir ama yanmak her canlının harcı değil. En azından hamlıktan, olmamışlıktan kurtulmak için “acıdan kaçmak mı, acıyla hemhal olmak mı gerek?” sorusunu düşünmek gerek.

Bu satırları yazmaya karar vermeden çok önceden beridir çocukluğum ve ilk gençlik yıllarımdan hafızama yerleşmiş birkaç sekans belirir hep. Bu sekanslar her gözümün önüne geldiğinde acı konusunu düşünürüm. İlk sekans, babamın büyük oğlunu 18 yaşındayken talihsiz bir kazada kaybetmesinin ardından çektiği acıların simgesi niteliğinde. Belli aralıklarla evin herhangi bir odasına girip yastık kullanmaksızın, kilimin üzerinde kapaklanmış şekilde saatlerce yatışı gözümün önünden hiç gitmez. Bir zaman bu halin depresyon belirtisi olduğuna kanaat getirmiştim hatırladıkça. Elbette olan biteni en net haliyle anımsamam mümkün olmadığı için, babamın bu halden nasıl kurtulduğunu, kurtulmak için herhangi bir ruh hekimine gidip gitmediğini bilemiyorum. Şimdiki algımlaysa bunun bir acı ve yas süreci olduğuna kanaat getiriyorum. Babamın büyük oğlunu kaybından dolayı yaşadığı sadece bir evlat acısı değildi. Köy yerinde ağır bağ-bahçe işleri belli bir yaştan sonra fiili olarak büyük oğula devredilir. Babam büyük oğlunu kaybettiğinde ki ben bu kayıp sırasında daha üç yaşındaymışım, aynı zamanda bir nevi emeklilik hakkını da kaybetmişti. Bir yandan evladın kaybının acısı, diğer yandan ailenin geçiminin ağır yükü, şimdi iyice anlıyorum yaşadığı acının tarifsizliğini. İkinci sekans ise yine sanırım bu kaybın acısıyla da ilgili olan babamın ağlama seanslarıydı. Musa Eroğlu’nun türkülerini çok seven babam, bu türküleri açıp enikonu ağlardı. Neye ağladığını, ne için üzüldüğünü bilmezdim hiç. Bildiğim sadece kendi deyimiyle “yaşadığı müddetçe başında ottan gayrısının bitmiş olmasıydı, o da ölünce bitecekti”, nitekim bitti. Şimdi babamın başından geçenleri tek tek saymak değil niyetim. Saymaya kalksam muhtemelen bu satırlar kâfi gelmez. Herkesin hayatı roman tadındadır mutlaka ama gerçekten de, şimdi düşününce roman gibi bir hayat yaşamış bir adam babam. Her baba kadar kusurlu, her baba kadar melekti ama burada benim anlatmaya çalıştığım şey, acıyı da yaşamayı bilen adamdı. Güldü mü ağız dolusu, ağladı mı “erkekler ağlamaz” sözüne inat ölçüsüz ağlardı. Acısını bastırmak, belli etmemek, paylaşmamak diye bir şey bilmezdi. Acısını bize yüklemek değildi niyeti belki, olduğu gibi yaşadığı için bizler de ortak olurduk onun acısına, olması gerektiği gibi.

GÜNÜMÜZ TOPLUMU VE ACIYI BASTIRMA

Şimdi durduk yerde neden acıdan söz etme ihtiyacı hissettiğimi merak ediyordur okuyucu. Daha fazla merakta bırakmayayım. Uzun zamandır konu üzerine düşünürken, karşıma yakın zamanda günümüz toplumlarına dair sıra dışı analizleriyle ışık tutan Byung Chul Han’ın Palyatif Toplum kitabı çıktı. Chul Han’ın kitabının alt başlığı ise Günümüzde Acı. Günümüz toplumlarının acıyı ilaç, sosyal medya temaşası, mutlu olma zorunluluğu gibi pek çok farklı mekanizmayla bastıran bir palyatif toplum haline geldiğini dile getiriyor. Burada palyatif ifadesi tam da tıptan alınmıştır; geçici, anlık ve semptomları ortadan kaldırmaktan başka bir işe yaramayan tedavi yöntemidir. Hatta tedavi bile değildir, asıl tedaviye hazırlayan geçici pansumandır. Kuşkusuz tıbbi olarak bunun bir anlamı vardır ve çoğunlukla da acil durumlar için yerine getirilir. Ancak Chul Han’ın günümüz toplumlarının acıyı dindirmek için kullandığı palyatif kavramı, geçici bir pansuman olmaktan çıkıp bizzat tedavinin kendisi haline gelmiştir. “Başın mı ağrıdı al ağrı kesiciyi, nedenine takılma!” “Herhangi bir şeyden dolayı acıya mı garkoldun, üstünde durma, hayat devam ediyor, gereksiz yere yasla oyalanma!” Çünkü Chul Han’a göre acı ve benzeri olumsuzluklar günümüz neoliberal öznesini verimlilikten alıkoyan istenmeyen unsurlardır. O’na göre “neoliberal performans toplumunda emir, yasak ya da cezalandırma gibi olumsuzluklar yerlerini motivasyon, kendini optimize etme, kendini gerçekleştirme gibi olumluluklara bırakır. Disipline edici mekânların yerini huzur verici alanlar alır. Acı güç ve iktidarla tüm ilişkisini yitirir. Tıbbi bir sorun olarak siyasetten arındırılır.”[2]

İKTİDARIN ‘MUTLU OL’ MOTTOSU

Günümüzde iktidarın yeni mottosu “mutlu ol”dur. Herkes mutluluğunu paylaşır; lokantada yemek yerken, çocuğunun doğum günü partisinde çılgınlar gibi eğlenirken, sevgilisiyle el ele dolaşırken. Instagram hesaplarında saçı başı dağınık tek bir anneyi göremezsiniz. Hepsi az sonra podyuma çıkacak mankenler gibi en şık elbiselerini giymiş, saçını başını yapmış ya da yaptırmış halde çıkar Instagram sahnesine. Bu sahnede tek bir sümüklü çocuğa rastlamanız mümkün değildir. Zira günümüz iktidarı ağlamaktan sümüğü akmış bir çocuğu göstermek yerine, en cici elbiselerini giymiş çocuğu paylaşmayı salık verir. Hatta sosyal ağlarda paylaşma konusundan bağımsız olarak da bir çocuğun sümüğünün akmasına kata tahammülü yoktur günümüz “mutlu ol!” toplumunun. İşte tam da bu nedenle bir arkadaşımızın derdini uzun uzun dinlemek zül gelmeye başlamıştır. Dertleşmek zaman kaybı, dedikodu ve goygoy mutluluk kaynağıdır. Birine dert yanmaya başladığınız anda, gözlerdeki tedirginlik dert yanma uzadıkça dehşete dönüşür. Oysa gittiğiniz bir tatili, geçirdiğiniz mutlu anları ağzınızdan bal damlarcasına anlatırsınız ve dinleyen de anlattıklarınızı içer gibi dinler.

Öyle görünüyor ki “mutluluğun olumluluğu acının olumsuzluğunu yerinden eder.” Zira mutluluk günümüzde birileri ile birlikte olunan bir şey olmaktan çıkmıştır. Mutluluk herkesin kendi başına uğraşması gereken kişiye özel bir şey haline gelmiştir. Eziyet de, acı da keza kişinin kendi başarısızlığının sonucudur. Chul Han, tam da acının yadsınması ve mutluluğun dayatılması nedeniyle günümüzde “devrimin yerini depresyonun aldığını” düşünür. Çünkü kendi ruhumuzu ilaçlarla, terapi seanslarıyla, yaşam koçlarının optimizasyon formülleriyle tedavi etmeye uğraşırken sosyal çarpıklıklara yol açan toplumsal ilişkileri gözden kaçırırız. Korku ve güvensizlikle uğraşırken bunun sorumlusunun içinde yaşadığımız haksızlıklarla dolu toplum değil de bizatihi kendimiz olduğunu düşünürüz. Oysa devrimin mayası kolektif şekilde hissedilen acıdır. Neoliberal performans toplumunun mutluluk dispozitifi bu acıyı daha doğmadan boğar ve anlamsızlaştırır. İşte bu nedenle kimsenin kimseyle acısını paylaşmaması, bu kolektif iradeyi güçsüz hale getirir. İnsanların birbiriyle acısını, derdini ya da yoksunluğunu paylaşmaktan imtina etmesi, ortaya çıkacak kolektif acı hissini yok ettiği için, devrimci bir çıkış deneyimlemek imkânsız hale gelir. Palyatif toplumun alametifarikası, acıdan sakınmak, mutlu olmaya mecbur olmaktır. Çünkü palyatif toplumun müsekkin bağımlısı bireyleri, varlıklarını sadece mutlu olarak ya da kendisini mutluluk temaşasının bir üyesi yaparak anlamlı kılabilirler.

‘PAYLATİF TOPLUM’ ELEŞTİRİLMEKTEN KAÇINIR!

Palyatif toplum, içinde yaşayan üyeleri tarafından eleştirilmeyen, eleştirilmekten her zaman kaçabilen bir toplumdur. Çünkü ilaçlar, medya ve sosyal medya yoluyla oluşan acıya duyarsız hal, kronik sorunlara kalıcı çözümler bulmak yerine, sürekli geçici pansumanlar önerilmesi sayesinde palyatif toplumu eleştiriye karşı bağışık hale getirir. Sosyal ağlardaki kampanyalar, hashtagler, bilgisayar oyunları, like’lar, repostlar bir nevi anestezik etki yapar; bilgilenme ve düşünmeyi engeller ve hakikate ulaşmayı imkânsız hale getirir. Chul Han bu bağlamda Adorno’nun Negatif Diyalektik’te sarf ettiği şu cümlelere dikkat çeker: “Istıraba ses verme ihtiyacı, bütün hakikatlerin ön koşuludur. Çünkü ıstırap öznenin omuzlarına binen nesnelliktir; öznenin en öznel unsuru olarak deneyimlediği ifadesi, nesnellik üzerinden dolayımlanmıştır.[3]”

Çekilen acıların ilaçlar tarafından baskılanması, acının ve ıstırabın utanılması gereken bir şey haline gelmesine yol açmıştır. İşte bu nedenle kimse yarasını göstermek istemez palyatif toplumda. Oysa gizlenen yara içe kanamaya devam eder. İşte bu nedenle palyatif toplumun mutluluk oyuncusu bireyleri, içe kanayan yarasına odaklandığı ve bunu paylaşmayı zül saydığı için, içinde yaşadığı toplumun nesnel gerçekliğini kavramaktan ve harekete geçmekten bir hayli uzaktır. Bunun yerine yaşadığı toplumsal sorunları, adaletsizlikleri, eşitsizlikleri, haksızlıkları, açlığı, yokluğu ve yoksunluğu ya kendinden ya da karşısına çıkan konuyla belki de en alakasız kişi ya da kişilerden bilir. İşte bu yüzdendir hastanede yakınını tedavi ettiremeyen ya da kaybeden hasta yakınlarının sistemin kalbini hedef almak yerine, karşısına ilk çıkan emekçi doktora saldırması. Çünkü bu hasta yakını, aynı zamanda ölümün hayatın bir gerçeği olduğunu da çoktan unutmuştur. Zira palyatif toplumun acıdan uzak bireyleri için hayatta kalmak da tek motto haline getirilmiştir. Palyatif toplum, iyi hayat kaygısından ziyade ne pahasına olursa olsun hayatta kalmayı da dayatır bizlere. Oysa yine Chul Han’a göre “hayatta kalma histerisinin hâkim olduğu toplum bir ‘ölememişler’ toplumudur. Ölemeyecek kadar canlı ve yaşayamayacak kadar ölüyüzdür”[4] artık. Bir noktada artık karar verme zamanı gelmiştir. Acıya duyarsız ve ölemeyen zombiler mi olacağız, acısını onuruyla çeken ve bu acıyı bal eyleyerek eyleme dönüştüren bir toplumun bireyleri mi olacağız?

 [1] Ataol Behramoğlu: Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var.

[2] Byung Chul Han (2022). Palyatif Toplum: Günümüzde Acı. (Çev. Haluk Barışcan), İstanbul: Metis Yayınları, s. 21.

[3] A.g.e., s. 23.

[4] A.g.e.. s 27.

Yazar Hakkında

Tezcan Durna, yüksek lisans ve doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalında tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde 2002 yılında araştırma görevlisi olarak başladığı görevine 2017 Ocak ayında görevinden uzaklaştırılana kadar devam etmiştir. Barış İmzacısı olması nedeniyle KHK listesine adı eklenerek akademiden uzaklaştırılan Durna, çalıştığı kurumda Haberi Okumak, Haber Sosyolojisi, Medya ve Etik, Etik Modernite ve İletişim, Şiddet Siyaset ve Medya, Akademik Araştırma, Yazma ve Sunma gibi lisans ve yüksek lisans düzeyinde dersler vermiştir. 2011-2012 yılları arasında TÜBİTAK Doktora Sonrası Araştırma Bursu ile Amsterdam’da bulunan Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsünde çalışmıştır. Medyada temsil, basın tarihi, medya ve etik, medya sosyolojisi, yeni medya etnografisi, Türkiye’de aydınlar gibi konularda ulusal ve uluslararası akademik mecralarda yayınlanmış çok sayıda eseri mevcuttur. Halen Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfının Genel Yayın Yönetmenliğini yürütmekte, Almanya’daki Duisburg-Essen Üniversitesi’nde dersler vermektedir.

Tezcan Durna
Tezcan Durna
Tezcan Durna, yüksek lisans ve doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalında tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde 2002 yılında araştırma görevlisi olarak başladığı görevine 2017 Ocak ayında görevinden uzaklaştırılana kadar devam etmiştir. Barış İmzacısı olması nedeniyle KHK listesine adı eklenerek akademiden uzaklaştırılan Durna, çalıştığı kurumda Haberi Okumak, Haber Sosyolojisi, Medya ve Etik, Etik Modernite ve İletişim, Şiddet Siyaset ve Medya, Akademik Araştırma, Yazma ve Sunma gibi lisans ve yüksek lisans düzeyinde dersler vermiştir. 2011-2012 yılları arasında TÜBİTAK Doktora Sonrası Araştırma Bursu ile Amsterdam’da bulunan Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsünde çalışmıştır. Medyada temsil, basın tarihi, medya ve etik, medya sosyolojisi, yeni medya etnografisi, Türkiye’de aydınlar gibi konularda ulusal ve uluslararası akademik mecralarda yayınlanmış çok sayıda eseri mevcuttur. Halen Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfının Genel Yayın Yönetmenliğini yürütmekte, Almanya’daki Duisburg-Essen Üniversitesi’nde dersler vermektedir.

━ bu yazardan

Zifiri karanlıkta gözlerden akamayan iki damla yaş

Baştan uyarayım, bu yazıda bolca kişisel hikâye vardır. Ancak bütün bu kişisel...

Kültürel hegemonya tamam, sıradaki!

Yüksek lisans tezimi yazarken, ele aldığım konu Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne adaylık süreciyle...

Oto sansürün dayanılmaz cazibesi

“Çatışmayı tatsız bulmak, çıkarları bu çatışmalar tarafından tehdit edilenler için hoştur.” Terry Eaglaton Dilimizde...

Sapık

Babam hayattayken, kendi babasından aldığı elle az biraz marangozluktan anlardı. Bu becerisiyle...

700 yıllık bir çınar ağacı kurursa

“Çalılık nerede? Gitmiş! Ve kıvrak taylarla av hayvanlarına elveda demek nedir? Yaşamın...

Alevi’nin yarası muktedirin havucu

“Hararet nardadır, sacda değildir Keramet baştadır, taçta değildir Her ne arar isen kendinde ara Kudüs’te,...

Suskun

Suskun, birileri tarafından susturulmuş, baskılanmış, konuşmasına ve meramını anlatmasına izin verilmemiş kişi...

Üniversiteler çoraklaşırken rektör egoları semiriyor

Doksanlı yılların ortaları, tam da bu zamanlar. Üniversite sınavlarının kısaltılmış adları o...

Şeffaflığın despotluğu

“Kamusal alanın ortadan kaybolması, içine mahrem ve özel meselelerin döküldüğü bir boşluk...

Özgürlük vaat edenlere koşulsuz inanmak özgürlüğün en büyük düşmanıdır

Dünyaya elinde güç olduğu halde bu gücü kullanmaktan imtina edecek kadar güçlü...

Yozlaşma

Bütün sözcüklerin olduğu gibi yozlaşma sözcüğünün de kullanıldığı bağlam çok önemlidir. Bu...

Özgür iletişim için pozitif özgürlük perspektifinden somut öneriler

“İnsanların, kuşkulu olabilmesi olasılığı bulunan bütün konularda mutlaka serbest tartışmanın var olmasını...

━ son bir haftada

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz