17.5 C
Ankara

Şeffaflığın despotluğu

Paylaş:

“Kamusal alanın ortadan kaybolması, içine mahrem ve özel meselelerin döküldüğü bir boşluk yaratır. Kamusal alanın yerini kişinin yayımlanması alır.” Byung Chul Han-Şeffaflık Toplumu

Doksanlı yıllarda özel televizyon kanalları TRT’nin eski tip protokol haberciliği mantığını yerinden etmeye başlamış ve bir yandan haber dilinin magazinleşerek sulandırılması diğer yandan da şoke edici, skandala dayalı gizli kamera haberciliği ortalığı kasıp kavuruyordu. Uğur Dündar’ın Arena’sı, Fatma Girik’in Söz Fato’dası bu tip gizli kamera haberciliğinin en ses getirenleri arasındaydı. Üniversite’nin ikinci sınıfındayken sınıf arkadaşlarımdan birisi, o zamanlar Uğur Dündar’ın yardımcısı olan Tuncay Özkan’ın yanında önce stajyer olarak başlayıp, sonrasında kalıcı olarak çalışmaya devam etmişti. Ayda yılda bir okula uğradığı günlerde, okul kantininde yarı uykulu halde sohbetlerimize katılırdı bu arkadaşımız. Uyanık olabildiği anlardan birisinde uykulu halinin neden kaynaklandığını sorduğumuzda “sabaha kadar falancanın evinin kapısında nöbet tuttuk, evine giren çıkan metresini çekmeye çalıştık” şeklinde yanıt vermişti. O zamanlardan bu yana böylesi bir gizli kamera haberciliğinin gazetecilik olup olmadığı konusunu sorgularım. Teması ister etik olsun isterse başka bir şey verdiğim her gazetecilik veya iletişim dersinde de bu tarz gazeteciliğin etik olup olmadığına dair sorularla karşılaşırım. Bu gazetecilik mi, bu yapılan işin kamusal yararı nedir, bu yapılan işin insanın mahremiyet hakkına ne gibi zararları dokunur, söz konusu olan siyasetçi ya da diktatör dahi olsa özel hayatı gizli kamera ile gözetlenmeyi hak eder mi? Bu soruların yanıtını vermek kolay değil elbette, ancak bir yerden de başlamak gerekir.

GİZLİ KAMERA ÇEKİMLERİ VE GAZETEMSİ VESİKALAR

Bu gizli kamera mevzusu kuşkusuz yeni değil. Modern parlamenter demokrasinin kamuoyu kavramı ile sınanmaya başladığı zamandan bu yana toplumun gözü önündeki siyasetçi ve karar alıcı kişilerin özel yaşamı ile yakından ilgilenmek yaygın bir alışkanlık. Robert Fulford Anlatının Gücü adlı kitabında Londra Daily Courant’ın 5 Şubat 1731 tarihli baskısına göz gezdirirken, dış haberlerin çoğunlukla Roma’daki kardinallerin ailevi skandallarından ve Viyana’daki imparator etrafında dönen siyasi hesaplardan ibaret olduğunu fark ettiğinden bahseder. Gazetelerin ilk nüvelerinin çoğunun kimi zaman küfürbaz bir dille yazılmış fakat genellikle aydınlatıcı skandallarla dolu dağınık broşürler, aylık ve haftalık yayınlar şeklinde ortaya çıktığına dikkat çeken yazar, bu günümüz gazetelerine ilham kaynağı olan gazetemsi vesikalarda, kralın cinsel yaşamından tutun da, yeme içme alışkanlığının korkunçluğuna kadar pek çok dedikoduya rastlamanın mümkün olduğunu anlatır.[1]

Aslında gazeteciliğin en temelde bir dedikodu mesleği olduğunu da çok net anlatır bu örnekler. Günümüzde de çok fazla bir şey değişmemiştir. Gazeteciler temelde, birisine ya da birilerine dair gizli ya da açık bilgiyi başkalarına aktarır. En temelde bir arkadaşınızın cinsel tercihini değiştirdiğini duyduğunuzda içinizde bu bilgiyi ilk fırsatta en yakın ortak tanıdığınıza aktarmak için dayanılmaz bir istek duyarsınız. Bir gazeteci de, geniş bir halk kesiminin tanıdığı birisiyle ilgili olarak buna benzer bir bilgiyi ilk öğrendiğinde bu bilgiyle kamuoyunu buluşturmayı şevkle arzular. Üstelik de bu şevki içinde taşıyan gazeteci “iyi gazeteci” olarak takdir edilir. Türkiye basın tarihinden de bir örnek vererek mevzunun Türkiye açısından da ne kadar eski olduğuna dikkat çekmiş olalım. Celalettin Çetin Demokrat Parti dönemindeki mesleki deneyimlerini de aktardığı anılarında, gittiği basın toplantısı ve kokteyllerde, ünlü kişilerin uygunsuz fotoğraflarını çekip, sonradan o kişilere fotoğrafını göstererek onlardan para sızdıran genç foto muhabirlerinden bahseder. Bunlar gazeteciler arasında “albümcüler” diye anılır. Bu dönemin deneyimli gazetecileriyse, zaten sadece gazeteci değil, aynı zamanda muharrir ve çoğu zaman da ya gazete sahibi ya da milletvekilidir.[2]

GİZLİ KAMERA OPERASYONCULUĞU NEDEN KÖTÜ OLSUN!

Şimdi hem eski hem de yakın tarihten verdiğim bu örnekler, okuyucunun kafasında şunlara benzer soruları sormak için haklı gerekçeler uyandırmış olabilir: “Zaten tarihte de bunun örnekleri varmış, o zaman günümüzde de giderek yaygınlaşma istidadı gösteren bu gizli kamera haberciliği ya da operasyonculuğu neden kötü bir şey olsun? Geniş halk kitlelerinin tanıdığı kişilerin kapalı kapılar ardında ne işler karıştırdığını bilmek hepimizin hakkı değil mi? Bize namustan bahseden, yatıp kalkıp ahlaktan, edepten, hayâdan dem vuran bir siyasetçinin özel yaşamı tabi ki geneli ilgilendirmez mi? Bir zamanlar gizli kamera ile mahremi dışında bir kadınla uygunsuz şekilde görüntüleri ortaya çıkan bir muhalefet liderinin bu görüntülerinin özel değil genel ahlakı ilgilendirdiğini yine dönemin başbakanı ilan etmemiş miydi? Bu nedenle misal bunu söyleyen kişinin buna benzer gizli kamera görüntüleri ortaya çıksa, geniş halk kitlelerinin bu görüntüleri öğrenmesinin sağlanması bir gazetecilik faaliyeti olarak görülmeyecek mi?” Sorular daha çok uzatılabilir. Soruların haklılığını teslim etmemek elde değil. Ne var ki mesele de o kadar basit değil.

KAMUSAL ALANIN ORTADAN KAYBOLMASI…

Geçmişteki kötü örnekler ve gazeteciliğin esasen bir dedikodu mesleği olduğu gerçeği, günümüzdeki cinsel içerikli ifşaatların sağlıklı bir kamuoyu yarattığı ya da yaratabileceğine dair umut vermiyor. Örnekler ve bu örneklerin doğurduğu kamuoyu tepkisi ile sonuçlar buna en büyük delil olarak duruyor. Herhangi bir siyasetçinin cinsel içerikli videolarının kamuoyunun “beğenisine sunulması” toplumumuzu daha demokratik ve katılımcı hale getirmedi zira. Bunun yanı sıra günümüzün yeni iletişim teknolojileri meseleye birkaç boyut daha eklemiş durumda. Birincisi geçmişte erişilmesi neredeyse imkânsız olan pek çok siyasetçi ya da ünlüye bir tuş kadar uzakta olmamız nedeniyle bir teklifsizlik toplumunun giderek şeffaflık konusunu fetişleştirmiş olması. Bu şeffaflık konusu, giderek sağlıklı bir kamusal alanın oluşmasını imkânsız hale getirdi. Başlangıçta herkesin her dilediğini internette paylaşabiliyor olması ve herkesin kolayca erişilebilir olması demokratik kültürü ve özgürlükçü bir kamusal alanı mümkün kılacakmış gibi görünmesine rağmen durumun hiç de öyle olmadığı giderek daha iyi anlaşılıyor. Byung Chul Han’a göre “teklifsizliğin despotluğu her şeyi psikolojikleştirir ve kişiselleştirir. Siyaset de bunun dışında değildir. Bu da siyasetçileri değerlendirirken eylemlerine bakılmamasına yol açar. Genel ilgi daha ziyade kişiye yöneliktir ve bu da siyasetçileri sahneleme baskısı altında bırakır. Kamusal alanın ortadan kaybolması, içine mahrem ve özel meselelerin döküldüğü bir boşluk yaratır. Kamusal alanın yerini kişinin yayımlanması alır. Böylece kamusal alan bir teşhir mekânı haline gelir. Ortak eylemin alanı olmaktan giderek uzaklaşır.”[3]

KAMUSAL DUYARLILIĞI KAŞIYAN ÖRNEKLER!

Bu saptamaların somut örneklerle sağlamasını yapacak olursak. Misal geçtiğimiz günlerde bazı kendini dindar, muhafazakâr, yerli-milli olarak tanıtan, yani personasına bu nitelemeleri yapıştıran birkaç gazetecinin uygunsuz görüntülerinin bir suç örgütü lideri tarafından ifşa edilmesi, kamuoyunu daha demokratik hale getirdi mi? Bu görüntüleri izleyenlerde bu gazetecinin/gazetecilerin şevkle ve iştiyakla desteklediği iktidara karşı nasıl bir direnme azmi ortaya çıktı? Pek çok buna benzer görüntüyü özellikle hiçbir zaman izlemedim, izlemeyi de düşünmedim. Bahse konu görüntülerin erkek erkeğe cinsi münasebet içerdiğini anlatımlardan biliyorum. Misal bu görüntülerin dolaşıma girmesine aracı olanların çoğu aynı zamanda eşcinselliği lanetlemese bile en hafif deyimle yadırganması için kamusal duyarlılığı kaşıdı. Bu görüntülerin dolaşıma girmesinden önce, pek çok insanın nazarında eşcinsellik belki de varoluşsal bir hak iken, mevcut iktidara karşı oluşan mevzinin karşı tarafa dönük kriminal bir göstergesi haline geldi. Bu açıdan baktığımız zaman, bu tür özel hayatı hedef alan, gizli kamera ifşaatlarının sağlıklı bir kamusal ahlakın ortaya çıkmasını sekteye uğratan, dahası demokratik müzakere kültürünü tahrip eden bir işlevinin olduğunu kabul etmek gerekiyor.

PİRUS ZAFERİ ETKİSİ

Özetle bu ve buna benzer görüntülerin kişilerin en mahrem hallerine karşı bir saldırı olduğunu unutmamak gerekiyor. Yanı sıra bu tür görüntüler aynı zamanda, o kişinin sadece cinsel yaşamına odaklanarak, diğer eylemlerini; yani siyasal hatalarını, idari kusurlarını, toplumsal adalette yarattıkları tahribatı görünmez hale getiriyor. Misal görüntüleri ifşa olan Cem Küçük’ün Barış İmzacıları için sarf ettiği “ağaç kabukları yesinler, bunları sivil ölü haline getirmek gerek” gibi sözlerinin bedelini ödetmek dururken, kiminle ve hangi cinsle münasebete girdiği beni asla ilgilendirmiyor. Çünkü bu nefret dolu sözlerin bedeli, onun cinsel tercihinin ifşasıyla ödenemez. Bu tür eylemlere karşı toplumun genelinin bir hassasiyeti olabilir ve görüntüleri yayınlanan kişilerin muarızları kolay yoldan kişiyi itibarsızlaştırarak siyasi kazanç elde etmek isteyebilirler. Ancak bu siyasi kazanç çoğu zaman bir “Pirus Zaferi” etkisi yaratabiliyor. Zira siz bir siyasetçi olarak muarızınızı itibarsızlaştırırken, kendi itibarınızdan da pek çok şey kaybediyorsunuz. Çaptan düşmüş bir organize suç örgütü liderinin böyle bir ifşaatla yeniden kendine yeni bir mevzi ve kariyer planlamak istemesi “doğal” karşılanabilir. Zira böyle figürlerin varlık nedeni bu tür görüntüler olabilir ve bunların itibarları ancak böyle kirli yollarla sağlanır. Ayrıca toplum da, bu tür ifşaatlar yüzünden kamusal müzakere geleneğinden ve cinsellik dışındaki ahlaki değerlerden pek çok şey kaybediyor. Hiç kimsenin özel yaşamı pirüpak değil kuşkusuz. Siyasetçiden ahlak, sadakat, “sağlıklı-tutarlı” cinsel yaşam bekleyen pek çok kişinin öncelikle kendisine dönüp bakması gerekmez mi? Bu tür görüntüler aynı zamanda da esasında hiç de bu konularda masum olmayan geniş bir yurttaş kitlesinin bu sayede kendisini temize çıkarmasına vesile oluyor ve böylece ikiyüzlü bir ahlak anlayışının giderek daha da kökleşmesine yol açıyor olamaz mı? Bu ve buna benzer soruları kendimize sorarak bir ahlaki yordam bulmamız mümkün olabilir. Zira tartışmalı konularda ahlaki ve etik bir zemin bulabilmenin başlıca yolu, kendimize samimi ve acıtıcı sorular yöneltebilmektir. Bir gazetecinin böyle çetrefilli bir konuda ahlaki bir yordam ararken kendisine bu ve buna benzer sorular sorarak başlaması en iyisidir.

[1] Robert Fulford (2014). Anlatının Gücü: Kitle Kültürü Çağında Hikayecilik, (Çev. Ezgi Kardelen), İstanbul: Kolektif, s. 74-75.

[2] Celalettin Çetin (1991). İşte Babıali (Çuvaldızı Kendimize), İstanbul: Cem Yayınları, s. 23.

[3] Byung Chul Han (2017). Şeffaflık Toplumu, (Çev. Haluk Barışcan), İstanbul: Metis Yayınları, s. 54.

Yazar Hakkında

Tezcan Durna, yüksek lisans ve doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalında tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde 2002 yılında araştırma görevlisi olarak başladığı görevine 2017 Ocak ayında görevinden uzaklaştırılana kadar devam etmiştir. Barış İmzacısı olması nedeniyle KHK listesine adı eklenerek akademiden uzaklaştırılan Durna, çalıştığı kurumda Haberi Okumak, Haber Sosyolojisi, Medya ve Etik, Etik Modernite ve İletişim, Şiddet Siyaset ve Medya, Akademik Araştırma, Yazma ve Sunma gibi lisans ve yüksek lisans düzeyinde dersler vermiştir. 2011-2012 yılları arasında TÜBİTAK Doktora Sonrası Araştırma Bursu ile Amsterdam’da bulunan Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsünde çalışmıştır. Medyada temsil, basın tarihi, medya ve etik, medya sosyolojisi, yeni medya etnografisi, Türkiye’de aydınlar gibi konularda ulusal ve uluslararası akademik mecralarda yayınlanmış çok sayıda eseri mevcuttur. Halen Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfının Genel Yayın Yönetmenliğini yürütmekte, Almanya’daki Duisburg-Essen Üniversitesi’nde dersler vermektedir.

Tezcan Durna
Tezcan Durna
Tezcan Durna, yüksek lisans ve doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalında tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde 2002 yılında araştırma görevlisi olarak başladığı görevine 2017 Ocak ayında görevinden uzaklaştırılana kadar devam etmiştir. Barış İmzacısı olması nedeniyle KHK listesine adı eklenerek akademiden uzaklaştırılan Durna, çalıştığı kurumda Haberi Okumak, Haber Sosyolojisi, Medya ve Etik, Etik Modernite ve İletişim, Şiddet Siyaset ve Medya, Akademik Araştırma, Yazma ve Sunma gibi lisans ve yüksek lisans düzeyinde dersler vermiştir. 2011-2012 yılları arasında TÜBİTAK Doktora Sonrası Araştırma Bursu ile Amsterdam’da bulunan Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsünde çalışmıştır. Medyada temsil, basın tarihi, medya ve etik, medya sosyolojisi, yeni medya etnografisi, Türkiye’de aydınlar gibi konularda ulusal ve uluslararası akademik mecralarda yayınlanmış çok sayıda eseri mevcuttur. Halen Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfının Genel Yayın Yönetmenliğini yürütmekte, Almanya’daki Duisburg-Essen Üniversitesi’nde dersler vermektedir.

━ bu yazardan

Zifiri karanlıkta gözlerden akamayan iki damla yaş

Baştan uyarayım, bu yazıda bolca kişisel hikâye vardır. Ancak bütün bu kişisel...

Kültürel hegemonya tamam, sıradaki!

Yüksek lisans tezimi yazarken, ele aldığım konu Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne adaylık süreciyle...

Oto sansürün dayanılmaz cazibesi

“Çatışmayı tatsız bulmak, çıkarları bu çatışmalar tarafından tehdit edilenler için hoştur.” Terry Eaglaton Dilimizde...

Sapık

Babam hayattayken, kendi babasından aldığı elle az biraz marangozluktan anlardı. Bu becerisiyle...

700 yıllık bir çınar ağacı kurursa

“Çalılık nerede? Gitmiş! Ve kıvrak taylarla av hayvanlarına elveda demek nedir? Yaşamın...

Alevi’nin yarası muktedirin havucu

“Hararet nardadır, sacda değildir Keramet baştadır, taçta değildir Her ne arar isen kendinde ara Kudüs’te,...

Suskun

Suskun, birileri tarafından susturulmuş, baskılanmış, konuşmasına ve meramını anlatmasına izin verilmemiş kişi...

Üniversiteler çoraklaşırken rektör egoları semiriyor

Doksanlı yılların ortaları, tam da bu zamanlar. Üniversite sınavlarının kısaltılmış adları o...

Acısız hayatlar

“Acı artık ilaçlarla mücadele etmeyi gerektiren anlamsız bir kötülüktür.” Byung Chul Han-Palyatif Toplum “Yaşarsın...

Özgürlük vaat edenlere koşulsuz inanmak özgürlüğün en büyük düşmanıdır

Dünyaya elinde güç olduğu halde bu gücü kullanmaktan imtina edecek kadar güçlü...

Yozlaşma

Bütün sözcüklerin olduğu gibi yozlaşma sözcüğünün de kullanıldığı bağlam çok önemlidir. Bu...

Özgür iletişim için pozitif özgürlük perspektifinden somut öneriler

“İnsanların, kuşkulu olabilmesi olasılığı bulunan bütün konularda mutlaka serbest tartışmanın var olmasını...

━ son bir haftada

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz