25.8 C
Ankara

Yozlaşma

Paylaş:

Bütün sözcüklerin olduğu gibi yozlaşma sözcüğünün de kullanıldığı bağlam çok önemlidir. Bu nedenle günümüzün toplumsal, politik, kültürel ve ekonomik iklimini tümden en iyi anlattığını düşündüğüm bu sözcüğün farklı kullanımları ve farklı bağlamlardaki anlamlarına odaklanmaya çalışacağım. Sözcük, Osmanlıca tereddi sözcüğünün yerine kullanılmak üzere Dil Devrimi döneminde popülerleşmiştir. Tabi ki tereddi kökünden üretilen mütereddi sözcüğü de Batı dillerinden geçen dejenere sözcüğü yerine kullanılmaktadır. Mütereddi sıfat, tereddi ise isim hali sözcüğün, elbette karşılıkları da dejenere ve dejenerasyon. Ne var ki Osmanlıcadaki tereddi sözcüğünün birincil anlamı dejenere sözcüğünün asıl anlamını karşılamaktan bir hayli uzak görünüyor. Zira yüksek bir yerden düşme, devrilme, düşerek ölme gibi anlamlara geliyor. İkincil ve günümüzdeki yozlaşma sözcüğüne yakın olan anlamı ise, “kıymet ve meziyet-i maddiye ve maneviyesinin şaşaasını kaybetme, tabiatını değiştirme”.[1] Ancak bu anlam da yozlaşma sözcüğünün tam karşılığını vermiyor. Yozlaşma herhangi bir nesne ya da canlının “meziyet-i maddiye ve maneviyesini” kaybetmesinden çok daha öte anlamlar içeriyor. İşte tam da bu nedenle yozlaşma kavramı günümüzdeki AKP iktidarının yarattığı ya da yarattığını zannettiği her şeyi anlatmak için çok isabetli bir kavram.

YOZMAK, YOZLAŞMAK, BULUNDUĞU ALANI SÖMÜRMEK…

Benim doğup büyüdüğüm köyde yozlaşma sözcüğü çok bilinmez. Daha çok “yozmak” diye bir sözcük bilinir ve sözcük herhangi bir canlının yeni bir canlıyı doğurma ya da başka bir canlıya evrilme sürecinin kesintiye uğraması sürecini anlatmak için kullanılır. Misal, çok kaliteli olmayan bir meyveye daha kaliteli bir meyveyi aşı yaptığınız zaman, aşı tutmazsa, buna meyve yozdu denilir. Misal kızgınlık dönemine girip, bir şekilde döllenmesini sağladığınız büyükbaş ya da küçükbaş hayvanın gebe kalmaması için hayvan yozdu dersiniz. Misal mayaladığınız herhangi bir şey istediğiniz şekilde maya tutmazsa ona yozdu dersiniz. Bu örnekleri çoğaltabilirsiniz. Yozlaşma sözcüğünün bu kullanımı bana çok anlamlı ve bir toplumun her anlamdaki değerlerinin anlamsızlaşma sürecini çok iyi anlatıyor gibi görünüyor. Bu mevzuya kafa yorarken sözcüğün kökünü merak edip etimoloji sözlüğüne baktığım zaman yaşadığım köyde kullanılan anlamın ne kadar eskiye gittiğini gördüm. 1073 tarihli Kaşgarlı Mahmut’un Divan-i Lügati’t-Türk sözlüğünde “yozamak”[2] diye bir sözcük var ve sözcüğün anlamı kısırlaşmak; yanı sıra kötüleşmek, yabanıllaşmak demek. Ama birincil anlamı kısırlaşmak. Ancak buradaki kısırlaşmayı tek başına doğuramamak, üreyememek şeklinde algılamamak gerekiyor. Her anlamdaki üretimden bahsetmemiz gerekiyor üreme kavramı için. Buradaki kısırlaşma hali, aynı zamandan üremeyen şeyin tek başına bulunduğu ortamın bütün kaynaklarını sömürmesini de beraberinde getiriyor. Yozmanın asıl vurgusu da burada yatıyor. Yani kısırlaşmak, yeni bir şey üretememek ve bulunduğu ortamın bütün kaynaklarını tek başına sömürerek semirmek ve genişlemek.

YOZMAK, YOZLAŞMAK…

İzin verirseniz size bu konuyu daha da netleştirmek için bir de meyve ağaçlarından örnek vereyim. Bu örnek içinde yaşadığımız “yozlaşma” sürecini anlatmak açısından daha çarpıcı bir örnek gibi geliyor bana. Çocukluğum köyde geçtiği için ve meyve ağacı dikmek, herhangi bir bitkinin büyümesine şahit olmak hayatımın belki de en tatmin edici eylemlerinden birisi olduğu için bu örnek bana epeyce anlamlı geliyor. Çünkü bir bitkinin büyümesine şahit olmak aynı zamanda yaşama dair de çok çarpıcı ibretler sunuyor insana. Bilenler bilir, meyve ağaçları, önce bir şekilde çöğür denilen dallardan üretilir. Bu üretilen dallar, biraz boy attıktan sonra kökün biraz üstünden elde etmek istediğiniz meyve ağacının bir dalına aşı yapılır. Eğer bu aşıyı yapmazsanız, çıkan daldan meyve elde edemezsiniz ya da elde edilen meyve istenilen kalitede olmaz. Bu aşı yapıldıktan sonra aşılanan kısma güç gider ve asıl meyve ağacının gövde kısmı verimli bir meyve ağacına dönüşür. Çöğür halinde kalan kısım bu ağacı toprağa bağlayan bir kök olmaktan başka bir anlam ifade etmez. Ancak bu meyveler toprağa dikildikten sonra yıllar boyunca bu ağaç o çöğür kısmından filiz vermekte ısrar eder. Bunlara bizim oralarda “piç dal” denilir. Piç sıfatı cinsiyetçi bir küfür olarak görülebilir. Ancak bu deyimi köylüler doğallığı içinde kullanırlar ve bu dallara piç denilmesinin nedeni, onların değersiz olmasından kaynaklanır. Çünkü bu dallar meyve vermediği gibi asıl meyve ağacının gövdesini bir süre sonra boğar. Aynı zamanda eğer siz bu dalları düzenli olarak kesmezseniz ağacın aşılı kısmına giden güç azalır ve meyveler yeterince mineral alamaz ve zayıf düşer. İşte bu olaya da bizim oralarda yozmak denilir.

İzin verirseniz bu noktada mevzuyu içinde yaşadığımız topluma ve toplumun içindeki genel yozmaya/yozlaşmaya geçeceğim. Yine izin verirseniz toplumu iyi, düzgün, üretken, karşılıklı yardımlaşmayı teşvik eden, adil ve hakkına hukukuna razı gelen, doğayı, hemcinslerini ve bütün canlıları fütursuzca sömürerek semirmek yerine başkalarının hakkına saygılı biçimde yaşamayı salık veren düşünce ve normlarla aşılanmış bir ağaca benzeteceğim. Bunun toplumun aşılanmış meyve gövdesi olduğunu varsayalım. Ancak toplumun bir de bütün bu fikirleri umursamayan, sadece neyin ve kimin pahasına olursa olsun hayatta kalmayı önceleyen aşılama öncesi dönemi olduğunu varsayalım. Şimdi “uzun uzun toplumlar nasıl oluştu, mülkiyet ne zaman başladı, insanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağı nedir?” gibi sorularla meseleyi uzatmayacağım. Bütün bu sorulara verilen yanıtların hepsi varsayımsal biliyorsunuz. Verdiğim ağaç örneğindekine benzer şekilde toplumun “çöğür” hali ne zamandı, “aşılanmış” gövde hali ne zaman ortaya çıktı gibi sorular da çok anlamlı görünmüyor. Zira bunlar da varsayım. Ben sonuca bakıyorum. Ayrıca “AKP öncesi muhteşemdi, hukuk kusursuz işliyordu, siyaset de şahane demokratikti, devlet bütün yurttaşlarına anne şefkatiyle sarılıyordu” gibi güzellemeler yapsam, muhtemelen satırları okuyanlar neresiyle güleceğini şaşırır. Sedat Peker’in AKP iktidara gelmeden dört yıl öncesinde muktedir olan bir siyasetçiyle ilgili anlattığı enekdotu burada tekrar etmeye gerek yok.

DEVLET AĞACININ ‘PİÇ’ DALLARI

Meyve ağacı analojisine geri dönelim ve oradan doğru ilerleyelim. Devleti ve toplumu bir meyve ağacının gövdesi olarak varsayarsak, AKP iktidarı döneminde devlet ağacının aşı altından filiz veren pek çok “piç dalı” neşet etti. Elbette bu dalların neşet etmesi için ortam, koşullar ve yaklaşım müsait hale getirildi. Kurallar esnetildi, hukuk bu dalların semirmesi için uygun hale getirildi. Toplumun bütün yurttaşlarına eşit şekilde muamele etmesini gerektiren bütün kuralları hatırlı ve ayrıcalıklı kişileri koruyan bir kalkana dönüştürüldü. Bütün görece bağımsız, özerk kuruluşları kişiye bağlı hale getirildi. Yukarıda da belirttiğim gibi, kuşkusuz Türkiye Cumhuriyeti’nin belki de hiçbir döneminde devletin yürütme erkini denetlemekle yetkili özerk ve bağımsız kuruluşlar gerçek anlamda bağımsız olmadı. Her zaman istisnalar kaideleri belirledi. Zannedildiğinin aksine istisnalar kaideleri bozmaz değil, bizzat belirler. Zira siz bir kurala istisna koyduğunuz anda, o kuralın ruhu ortadan kalkar ve getirilen istisna kuralın tümüne her zaman teşmil olma ihtimaliyle var olur. Bu aslolanın kural değil istisna olduğu anlamına gelir. Bu nedenle geçmişle günümüzü kıyaslarken, her zaman bir geçmiş güzellemesi yapmaktan imtina etmeye çalışırım. Ne var ki günümüzde durum tam tersine dönüştü. Bu defa kurallar istisna, istisnalar kural haline geldi. Tersinden düşünürsek bu defa da istisnanın hâkim olmasını beklersiniz değil mi? Öyle değil işte. İstisna kural olamayacak kadar ele avuca sığmaz. Siz istisnayı kural haline getirdiğiniz zaman, onu herkes arzu eder ve asıl gövdeyi istisnaya dayanan dallar boğmaya başlar.

TOPLUMUN YAŞAM ENERJİSİNİ SÖMÜRMEK

Bugün toplumun tümünü temsil eden meyve ağacının gövdesi, gövdenin alt kısmından neşet etmiş yozmuş dallar tarafından boğulmak üzeredir. Bu yozmuş dalları say say bitmez. Mafya, çete, tarikatlar ve cemaatler, kişisel ikbali için kamusal görevini yapmaktan imtina eden rektör, dekan, bürokrat, hâkim, savcı, polis müdürü, kısacık yaşamında kısacık bir kısmı kapsayacak olan siyasi ikbali için toplumun tümünün çıkarını yok sayan muhalefet siyasetçileri, oturduğu koltuğu dünyanın en yüksek zirvesi zanneden ve bu koltuktan inmeyi kabul etmek yerine ağacı ateşe vermeyi göze alabilen muktedirler… Bütün bunlar, ağacın asıl gövdesine giden yaşam enerjisini sömürerek semirmeye devam ediyorlar. Bu semirme o kadar yayılmış durumda ki, ağacın asıl gövdesi, yani toplum yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.

BİRAN ÖNCE YOZ DALLARDAN KURTULMAK

Yozmanın asıl anlamının kısırlaşmak, üretememek olduğunu anımsayalım. Bütün bu yoz dalların hiçbir şekilde üretemediğini, sadece kendi varlığı için ortamın tüm kıymetli kaynaklarını sömürdüğünü düşünelim. Geriye hiçbir kaynak kalmayınca, asıl ağacın gövdesinin de ortadan kalkacağının farkında değil bu dallar. Zira semirme hırsından ve üretememe sıkıntısından dolayı sadece var kalmayı temel motivasyon olarak görüyorlar. Bir an önce bu yoz dallardan kurtulmazsak, ağaç tümden yok olacak. Ağacın üstündeki giderek daha da cılızlaşan bizim gibi meyveler ne yapabilir diye sorabilirsiniz. İşte burada analojiyi bırakarak gerçeğe dönelim. Ağacı boğan bu dallardan kurtulmak bizlerin elinde. Ağacın üstündeki cılız meyveler değiliz hiç birimiz. Gücümüz, irademiz ve yaşama azmimiz var. Bu azimle örgütlenerek bu dallardan kurtulma zamanı çoktan gelmiştir.

[1] https://www.etimolojiturkce.com/kelime/tereddi (Erişim tarihi: 0707/2022)

[2] https://www.nisanyansozluk.com/kelime/yoz (Erişim tarihi: 07/07/2022)

Yazar Hakkında

Tezcan Durna, yüksek lisans ve doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalında tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde 2002 yılında araştırma görevlisi olarak başladığı görevine 2017 Ocak ayında görevinden uzaklaştırılana kadar devam etmiştir. Barış İmzacısı olması nedeniyle KHK listesine adı eklenerek akademiden uzaklaştırılan Durna, çalıştığı kurumda Haberi Okumak, Haber Sosyolojisi, Medya ve Etik, Etik Modernite ve İletişim, Şiddet Siyaset ve Medya, Akademik Araştırma, Yazma ve Sunma gibi lisans ve yüksek lisans düzeyinde dersler vermiştir. 2011-2012 yılları arasında TÜBİTAK Doktora Sonrası Araştırma Bursu ile Amsterdam’da bulunan Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsünde çalışmıştır. Medyada temsil, basın tarihi, medya ve etik, medya sosyolojisi, yeni medya etnografisi, Türkiye’de aydınlar gibi konularda ulusal ve uluslararası akademik mecralarda yayınlanmış çok sayıda eseri mevcuttur. Halen Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfının Genel Yayın Yönetmenliğini yürütmekte, Almanya’daki Duisburg-Essen Üniversitesi’nde dersler vermektedir.

Tezcan Durna
Tezcan Durna
Tezcan Durna, yüksek lisans ve doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalında tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde 2002 yılında araştırma görevlisi olarak başladığı görevine 2017 Ocak ayında görevinden uzaklaştırılana kadar devam etmiştir. Barış İmzacısı olması nedeniyle KHK listesine adı eklenerek akademiden uzaklaştırılan Durna, çalıştığı kurumda Haberi Okumak, Haber Sosyolojisi, Medya ve Etik, Etik Modernite ve İletişim, Şiddet Siyaset ve Medya, Akademik Araştırma, Yazma ve Sunma gibi lisans ve yüksek lisans düzeyinde dersler vermiştir. 2011-2012 yılları arasında TÜBİTAK Doktora Sonrası Araştırma Bursu ile Amsterdam’da bulunan Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsünde çalışmıştır. Medyada temsil, basın tarihi, medya ve etik, medya sosyolojisi, yeni medya etnografisi, Türkiye’de aydınlar gibi konularda ulusal ve uluslararası akademik mecralarda yayınlanmış çok sayıda eseri mevcuttur. Halen Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfının Genel Yayın Yönetmenliğini yürütmekte, Almanya’daki Duisburg-Essen Üniversitesi’nde dersler vermektedir.

━ bu yazardan

Zifiri karanlıkta gözlerden akamayan iki damla yaş

Baştan uyarayım, bu yazıda bolca kişisel hikâye vardır. Ancak bütün bu kişisel...

Kültürel hegemonya tamam, sıradaki!

Yüksek lisans tezimi yazarken, ele aldığım konu Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne adaylık süreciyle...

Oto sansürün dayanılmaz cazibesi

“Çatışmayı tatsız bulmak, çıkarları bu çatışmalar tarafından tehdit edilenler için hoştur.” Terry Eaglaton Dilimizde...

Sapık

Babam hayattayken, kendi babasından aldığı elle az biraz marangozluktan anlardı. Bu becerisiyle...

700 yıllık bir çınar ağacı kurursa

“Çalılık nerede? Gitmiş! Ve kıvrak taylarla av hayvanlarına elveda demek nedir? Yaşamın...

Alevi’nin yarası muktedirin havucu

“Hararet nardadır, sacda değildir Keramet baştadır, taçta değildir Her ne arar isen kendinde ara Kudüs’te,...

Suskun

Suskun, birileri tarafından susturulmuş, baskılanmış, konuşmasına ve meramını anlatmasına izin verilmemiş kişi...

Üniversiteler çoraklaşırken rektör egoları semiriyor

Doksanlı yılların ortaları, tam da bu zamanlar. Üniversite sınavlarının kısaltılmış adları o...

Şeffaflığın despotluğu

“Kamusal alanın ortadan kaybolması, içine mahrem ve özel meselelerin döküldüğü bir boşluk...

Acısız hayatlar

“Acı artık ilaçlarla mücadele etmeyi gerektiren anlamsız bir kötülüktür.” Byung Chul Han-Palyatif Toplum “Yaşarsın...

Özgürlük vaat edenlere koşulsuz inanmak özgürlüğün en büyük düşmanıdır

Dünyaya elinde güç olduğu halde bu gücü kullanmaktan imtina edecek kadar güçlü...

Özgür iletişim için pozitif özgürlük perspektifinden somut öneriler

“İnsanların, kuşkulu olabilmesi olasılığı bulunan bütün konularda mutlaka serbest tartışmanın var olmasını...

━ son bir haftada

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz