16.2 C
Ankara

Sapık

Paylaş:

Babam hayattayken, kendi babasından aldığı elle az biraz marangozluktan anlardı. Bu becerisiyle bağda bahçede kullandığımız küreğin, odun kesmede kullandığımız baltanın sapını itinayla ayırdığı uzun ve düzgün ağaçlardan yontarak kendisi yapardı. “Yapardı” derken, kelimenin tam anlamıyla yapardı; elektrikli herhangi bir alet kullanmadan, önce keserle yontmaya başlar, sonra el rendesiyle toparlar, son olarak da el zımparasıyla “dosdoğru” bir sap çıkarırdı ortaya. Bu üç yüklemden oluşan ve bir çırpıda yazılıveren cümleyle tanımladığım olay elbette bu kadar kolay olmazdı. Düzgün bir iş çıkarabilmek için saatlerini verirdi babam. Ama sapın yapılması gereken ağaç da önemliydi. Bu nedenle her zaman depomuzda sap olmaya müsait olabilecek birkaç ağaç kıyıya köşeye sokulu olarak dururdu. Babamı kaybedeli yıllar geçmiş olmasına rağmen, doğup büyüdüğüm evin deposunda sağa sola sokulu bu neviden saplık ağaçlar görürüm. El ya da göz alışkanlığından mıdır, yoksa babamı anımsatan son anılar olması nedeniyle midir, o ağaçlara hala dokunmayız, öylece dururlar.

SAP VE SAP’DAN DOĞAN SÖZCÜKLER

Sapık tartışmaları yoğunlaşıp, Şarkıcı Gülşen “İmam Hatipliler sapıktır” dedi iddiasıyla gözaltına alındıktan sonra, sapık sözcüğünün kökünü merak ettim. Aslında bildiğim, ama bildiğimin farkında olmadığım bir bilgiyle karşılaştım. Dil biraz da böyle değil midir? Bildiğiniz, anlamını paylaştığınız işaretlerin/sözcüklerin ne anlattığına konuşurken pek dikkat etmezsiniz. Anlamların çoğunu sezersiniz, sezdiğiniz bu anlamlar sizin aklınıza, zihninize, belleğinize kayıtlı haldeyse bu sözcüklerden oluşan o dil sizin ana dilinizdir. Ana dilinizi düşünmeden konuşmanızın nedeni de budur zaten. Sap ve bu sözcükten türetilen sözcükler de anadili Türkçe olanların çoğu zaman üzerine düşünmeden kullandığı sözcükler arasında. Gerçekten de bu sözcüğün bu kadar verimli bir kök sözcük olduğunu bilmezdim. Sap sözcüğü öz Türkçe ve alet edevata takılan uzantı düz anlamının yanı sıra “doğru, doğrultu, dosdoğru, düz, düzgün” gibi yan anlamlarını ve bu yan anlamlardan türetilen sözcüklerin bu kök sözcükten türetildiğini pek bilmeden kullanıyoruz. Tabi ki sözcüğün kök anlamları arasında şunlar da var: “sivri, bıçak veya kılıç kabzası, delmek, sivri bir şey sokmak”. İşte bu anlamlara bir ek yapıldığı zaman “saplamak” anlamı ortaya çıkıyor. Bunu tabi ki, herhangi bir sap ihtiyacı olan alete sap takma eylemi için de kullanabilirsiniz. Misal “kesere sap takmak” yerine “keseri saplamak” da diyebilirsiniz. Bu kök sözcükten türetilen sözcüklere bir göz attığınız zaman zenginliği göreceksiniz: “Sapmak, sapa, saptırmak, sapıtmak, saplamak, saplantı, sapıntı, sapır, apır sapır”. Daha uzatmak mümkün. Ama argoya geçmiş bir anlamı da anmadan geçmemiş olayım, “Sap: cinsel açlık çeken, bekâr, eşsiz gezen”.

‘DOĞRU YOLDAN SAPMIŞ’

Gelelim asıl mevzumuza… Sapık sözcüğümüz de bu kök sözcükten türetilmiş haliyle. Osmanlıcada bu sözcüğün sonuna “uk” eki getirilerek oluşturulmuş bu sözcük, “doğru yoldan sapmış, yolunu şaşırmış, yoldan uzak düşmüş” gibi anlamlara geliyor.[1] Bu anlamların hiç birisinin neredeyse cinsellikle ilgisi yok. Az önce bahsettiğim “cinsel açlık çeken” argo anlam ise sanırım yeni yeni yaygınlaşmaya başladı. Muhtemelen sözcük ilk kullanılmaya başladıktan yıllar sonra, kullanıla kullanıla cinsel içerik de kazanmış ve “uygunsuz cinsel münasebet arzulayan, cinsel konuları kafasına takmış, rahatsız edici derecede bu konularda saplantılı davranan, sürekli cinsellik düşünen” gibi anlamları da karşılamaya başlamış. Gülşen, sözcüğün bu asıl anlamını bilerek mi “İmam Hatipliler sapıktır” ya da bunu ima edecek bir cümle kurdu bilemiyoruz haliyle. Kendisinin niyetini bilemeyeceğimiz gibi, dört beş ay önce bir konserde kurduğu bir cümlenin içinden cımbızla çekilmiş bir ifadenin de kendisine isnat edilen “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek” suçuna mesnet oluşturup oluşturmayacağından da emin olamayız. Avukatı ve pek çok hukukçu bu ifadenin böyle bir suçun mesnedi olamayacağını düşünüyor. Bağlam dışı ortalara dökülen her ifadenin meram edilenin ötesinde bir anlamı kolayca kazanabildiği ve bu anlamın bir takım paralı troller marifetiyle ışık hızıyla milyonlarca insanın gözüne kolayca sokulabildiği bir çağda yaşıyoruz diğer yandan da. Ama ben meram edilen anlamın ötesinde, sapık sözcüğünün kök anlamına bakarak, Gülşen’in ifadesini doğrulamak isterim. Evet, hem de bunu altı yıl boyunca İmam Hatip Lisesi okumuş birisi olarak yazıyorum. Üstelik de hayatını bütün kategorik ayrımlarla mücadele etmeye adamış birisi olarak bunu yazıyorum. Stereotipleştirmelerin, kategorikleştirmelerin, klişelerin başlıca ayrımcılık mekanizmaları olduğunun altını çizmediğim hiçbir dersimin geçmediğini bilerek bunu yazıyorum. “Bütün kadınlar şöyledir, bütün Çorumlular böyledir, bütün Suriyeliler şu şekilde yaşar” gibi olumlu ya da olumsuz genellemeleri duyduğum anda kanın beynime sıçradığını bilenler bilir.

Bütün hayatımı şekillendiren bu bakış açısına rağmen, iddiayla şunu yazacağım: “Şu anda muktedirin inayetiyle hak etmediği makamlarda oturan, küçük dağları ben yarattım edasıyla her türlü dünya nimetlerinin sadece kendisi için yaratıldığı zannıyla kibirden yanına yaklaşılamayan, bir değil beş maaş almasına rağmen gözü doymayan, devletin bütün ihalelerine bütün hak, hukuk, ilke ve standartları hiçe sayarak çöken, sanki dünya bizim gibi faniler için kısa değil de sonsuzmuş gibi yaşamaya devam eden bütün İmam Hatipliler sapıktır”. Dikkat ederseniz “sapık” sözcüğünün cinsellik çağrıştıran kısmına girmedim hiç. Zira bana göre, insan yaşamında en sorgulanamaz kısım cinsellikle olan ilişkisidir. Bu konuyla ilgili sorgulanabilecek tek kısım, cinsellik konusunda “sapık” olarak tanımlanabilecek eylemin kimler arasında geçtiğidir. Eğer nasıl ve ne şekil olursa olsun cinsellikle ilgili eylem eşitler arasında ve gönül rızası ile gerçekleşiyorsa hiç kimseyi ilgilendirmez ve “sapık-sapkın” olarak nitelendirilemez. Bir kişi, henüz reşit olmamış bir kişiye zorla musallat oluyorsa, birisine gönül rızası olmadığı halde ısrarla duygusal ya da cinsel ilişki talep ediyorsa ki buna “taciz ya da tecavüz” diyoruz, bu kişiye zaten “sapık” değil, tacizci ya da tecavüzcü diyoruz. İşte bu nedenle, ister eşini isterse sevgilisini aldatsın, bir kimsenin herhangi bir cinsel münasebeti, kişi kim olursa olsun hiç kimseyi ilgilendirmez. Üstelik de bu bilgi eğer gizli yolla elde edildiyse ne ahlakidir ne de bu bilginin kamusal yararı vardır.

‘DOĞRU YOLDAN SAPANLAR?’

Şimdi tekrar “kimler sapıktır?”, dolayısıyla “doğru yoldan kimler sapmıştır?” sorusuna geri dönelim. Bu spekülatif iddiamın bir koşulu olduğunun farkına varmışsınızdır. Zira “sapık, ahlaksız, dönek, fırıldak, hain, şerefsiz” gibi olumsuz sıfatlar, kişi ya da toplumsal grupları rencide edebilecek ifadelerdir. Bu ifadeler, kolayca herhangi meşru zemini olmayan bir iktidarı, eylemi ya da işlemi meşrulaştırmak için kullanılan bir nevi yedek silahlardır. Muarızınız sizi eleştirdiği zaman, bu silahları ne kadar hızlı çeker ve çektiğiniz silahı muarızınıza ne kadar etkili ve tehditkâr şekilde doğrultursanız, kendi meşru olmayan eyleminiz birdenbire meşrulaşıverir ya da siz öyle zannedersiniz. Zira aslında o eylem meşrulaşmaz, siz etrafınızdaki başkalarına da bu silahı doğrultabileceğinize ne kadar geniş kitleyi inandırırsanız, ortama bir korku hâkim olmaya başlar. Bu korku meşru olmayan bir zeminin meşrulaşmasını meşrulaştırır. Bu karışık gibi görünen cümlenin daha açığı şudur: “Her tarihsel koşul, kendi hukukunu ve meşruiyetini yaratır. Her meşruiyet hukuka uygun değildir, dahası olmak zorunda da değildir”.

Bunun tersi de mümkündür. İşe bir de olumlu tarafından bakarsanız, herhangi bir eylemi, “vatan, bayrak, millet, tüyü bitmemiş yetim hakkı” için yaptığınızı ne kadar çok inanarak ve bağırarak dile getirirseniz, etrafınıza geniş kitleleri toplayabileceğinizi düşünürsünüz. Bu strateji çoğu zaman işler de. Sizde işlediğini gören başkaları da bunu uygulamaya girişir. Bir süre sonra bu, yaygın bir meşruiyet örüntüsü haline gelir. Sonuçta insan, hemcinslerini taklit ederek öğrenen bir hayvan değil midir? Öğrenme de bir nevi taklit sürecidir. Şu anda, “dava, doğru yol, adalet” gibi kavramları siyasal araç olarak kullanarak yola çıkmış bir partinin, son düzlükte “doğru yoldan sapmayı” bizatihi “doğrultu, sap, asıl yol” haline getirdiği bir süreci yaşıyoruz. Aslında zihni, kültürel ve geleneksel örüntüleri safi pragmaya dayalı ve bu saf pragmayı “dava ve doğru yol” cilasıyla parlatabilmeyi başarabilmiş bir siyasal İslam geleneğinin bu cilasının pul pul döküldüğünü ve aslın ortaya çıktığını görüyoruz.

RİYAKARLIĞI MEŞRU GÖSTEREBİLMEK İÇİN…

Son zamanlarda ortalara dökülen “namaz kılmayanlar öldürülmeli, kız çocukları avret yerlerini gösterdiği için pedofili yaygınlaşıyor, hamile kadınlar biz erkekleri tahrik ediyor, bütün geziciler sürtüktür” gibi niyet beyanlarının daha önce hiç konuşulmuyor olduğunu mu sanıyordunuz? Emin olun, Osmanlının yıkılma sürecinden, Cumhuriyete gelene kadar bu konular bizim toplumumuzun vazgeçilmez konularıdır. Esasında yaşam konforunu doğruluğa değil de riyakârlığa borçlu olan, bu riyakârlığı meşru gösterebilmek için, bir lokmacık kız çocuklarını, yaşamını borçlu olduğu kadınları araç olarak kullanmaktan asla imtina etmeyen erkeklerin vazgeçilmez konularıdır bunlar. Çünkü böyle tipler “doğruya doğru, eğriye eğri” denilmesinin önüne geçmek için her zaman itinayla inanç ve cinselliğe odaklanırlar. Çünkü her iki alan da insanın en mahrem, sorgulanamaz ve en kırılgan alanlarıdır. Buralara burnunuzu soktuğunuz anda, insanı can evinden vurursunuz. Bu alanlara fütursuzca burnunu sokan bu tür insanlar size ağız dolusu küfredebilir, kendisinin yüzüne “yoldan sapmış-sapık” olduğu vurulduğu zaman kıyameti koparır. İşte bu nedenle doğru yoldan sapmışa, sapığa sapkına ne olduğunu hatırlatmak, onunla mücadele etmenin başlıca yollarından birisidir. Size sapık demesine fırsat vermeden, ona ne olduğunu hatırlattığınız zaman, eğer elinde güç varsa size etmediğini bırakmaz bu tipler. Gülşen’in başına geleni de böyle anlamak gerekir. Gülşen’in kurduğu cümledeki meramının ne olduğundan bağımsız olarak, bir öfkenin, bir örselenmenin reaksiyoner bir ifadesi olarak okumak gerekir ifade edilen cümleyi. Ancak Gülşen’in öfkesi geniş kitlelerde yankı bulmadığı ve bu öfke politik bir mobilizasyona dönüşmediği sürece, bu tipler “köpeksiz köyde dolaşır” gibi, fütursuzca bizim gibi sıradan fanilere ağız dolusu küfretmeye devam edecekler. Bunlara ancak geniş bir halk öfkesi haddini bildirebilir. Bu öfkenin biriktiği ve akacağı yeri bulmayı öğrenmekte olduğu görülüyor.

[1] https://www.nisanyansozluk.com/kelime/sap%C4%B1k (Erişim tarihi: 31/08/2022)

Yazar Hakkında

Tezcan Durna, yüksek lisans ve doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalında tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde 2002 yılında araştırma görevlisi olarak başladığı görevine 2017 Ocak ayında görevinden uzaklaştırılana kadar devam etmiştir. Barış İmzacısı olması nedeniyle KHK listesine adı eklenerek akademiden uzaklaştırılan Durna, çalıştığı kurumda Haberi Okumak, Haber Sosyolojisi, Medya ve Etik, Etik Modernite ve İletişim, Şiddet Siyaset ve Medya, Akademik Araştırma, Yazma ve Sunma gibi lisans ve yüksek lisans düzeyinde dersler vermiştir. 2011-2012 yılları arasında TÜBİTAK Doktora Sonrası Araştırma Bursu ile Amsterdam’da bulunan Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsünde çalışmıştır. Medyada temsil, basın tarihi, medya ve etik, medya sosyolojisi, yeni medya etnografisi, Türkiye’de aydınlar gibi konularda ulusal ve uluslararası akademik mecralarda yayınlanmış çok sayıda eseri mevcuttur. Halen Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfının Genel Yayın Yönetmenliğini yürütmekte, Almanya’daki Duisburg-Essen Üniversitesi’nde dersler vermektedir.

Tezcan Durna
Tezcan Durna
Tezcan Durna, yüksek lisans ve doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalında tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde 2002 yılında araştırma görevlisi olarak başladığı görevine 2017 Ocak ayında görevinden uzaklaştırılana kadar devam etmiştir. Barış İmzacısı olması nedeniyle KHK listesine adı eklenerek akademiden uzaklaştırılan Durna, çalıştığı kurumda Haberi Okumak, Haber Sosyolojisi, Medya ve Etik, Etik Modernite ve İletişim, Şiddet Siyaset ve Medya, Akademik Araştırma, Yazma ve Sunma gibi lisans ve yüksek lisans düzeyinde dersler vermiştir. 2011-2012 yılları arasında TÜBİTAK Doktora Sonrası Araştırma Bursu ile Amsterdam’da bulunan Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsünde çalışmıştır. Medyada temsil, basın tarihi, medya ve etik, medya sosyolojisi, yeni medya etnografisi, Türkiye’de aydınlar gibi konularda ulusal ve uluslararası akademik mecralarda yayınlanmış çok sayıda eseri mevcuttur. Halen Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfının Genel Yayın Yönetmenliğini yürütmekte, Almanya’daki Duisburg-Essen Üniversitesi’nde dersler vermektedir.

━ bu yazardan

Zifiri karanlıkta gözlerden akamayan iki damla yaş

Baştan uyarayım, bu yazıda bolca kişisel hikâye vardır. Ancak bütün bu kişisel...

Kültürel hegemonya tamam, sıradaki!

Yüksek lisans tezimi yazarken, ele aldığım konu Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne adaylık süreciyle...

Oto sansürün dayanılmaz cazibesi

“Çatışmayı tatsız bulmak, çıkarları bu çatışmalar tarafından tehdit edilenler için hoştur.” Terry Eaglaton Dilimizde...

700 yıllık bir çınar ağacı kurursa

“Çalılık nerede? Gitmiş! Ve kıvrak taylarla av hayvanlarına elveda demek nedir? Yaşamın...

Alevi’nin yarası muktedirin havucu

“Hararet nardadır, sacda değildir Keramet baştadır, taçta değildir Her ne arar isen kendinde ara Kudüs’te,...

Suskun

Suskun, birileri tarafından susturulmuş, baskılanmış, konuşmasına ve meramını anlatmasına izin verilmemiş kişi...

Üniversiteler çoraklaşırken rektör egoları semiriyor

Doksanlı yılların ortaları, tam da bu zamanlar. Üniversite sınavlarının kısaltılmış adları o...

Şeffaflığın despotluğu

“Kamusal alanın ortadan kaybolması, içine mahrem ve özel meselelerin döküldüğü bir boşluk...

Acısız hayatlar

“Acı artık ilaçlarla mücadele etmeyi gerektiren anlamsız bir kötülüktür.” Byung Chul Han-Palyatif Toplum “Yaşarsın...

Özgürlük vaat edenlere koşulsuz inanmak özgürlüğün en büyük düşmanıdır

Dünyaya elinde güç olduğu halde bu gücü kullanmaktan imtina edecek kadar güçlü...

Yozlaşma

Bütün sözcüklerin olduğu gibi yozlaşma sözcüğünün de kullanıldığı bağlam çok önemlidir. Bu...

Özgür iletişim için pozitif özgürlük perspektifinden somut öneriler

“İnsanların, kuşkulu olabilmesi olasılığı bulunan bütün konularda mutlaka serbest tartışmanın var olmasını...

━ son bir haftada

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz