Bireysel ve toplumsal acılar gece nöbetleri içinde boğuluyor, karanlık içinde oturmuş ışığı bekliyoruz.
Ve fakat tam da burada tıkanıyoruz. Kimsenin; duymadığı, duysa kulak arkasına salladığı, görmediği, görse de kafasını çevirdiği bir karanlığın içindeyiz.
Üzerimizde ürkek bir serçe telaşı, adı konmaz bir tedirginlik. Çünkü eksiğiz. Adalet yok. Olsaydı eğer, olur muydu bu tedirginlik.
Adalet, hak olanın verilmesini öngören ahlaki ilke değil mi? Doğruluk, hukuku gözetme değilse, peki nedir bu Adalet? Doğada var olan bir olgu, yoksa birlikte yaşamın gereği olan beşeri karakter mi?
Adalet her ne kadar toplumdan topluma değişiklik gösterse de, dünya ulus ve halkları için; eşitlik ilkesi ile birlikte; nasafet, orantılılık ve dürüstlük gibi temel ilkelerden de yararlanması gereken bir değer değil mi? Hani hukukun gerçekleştirmesi gereken nihai amaç?
Güzel olan ne varsa bitmiş, güzel insanlar gitmişse bilin ki artık orada Adalette gitmiştir ve hukuk diye bir kavram da yoktur, artık sözcükler de ölüdür.
Tıpkı coğrafyamız gibi. Oradaki Adalet hukuksuzluğu normalleştiren, karanlığı aklayan, içi boşaltılmış kavramdan başka bir şey değildir.
Sözcükler ölmez demeyin ölür, mesela bu ülkede ADALET artık bir ölüdür.
Eğer tüm renkler solmuş, ışık yerini karanlığa bırakmış, çokluk, teklikle yer değişmiş ve şiirler eksik, hayatlar yamalı olmuşsa, orada “Adalet” yeniden tanımlanmalı…
Bir yerde adaletsizlik varsa adaletsizliği yaratanlar da vardır ve adaletsizlik yaratmak da sistematik bir suçtur. Bu noktada anlamamız gereken, bunları normalleştirmeye çalışanlarla mücadele etmenin ne kadar önemli olduğudur.
Yakın tarihte izlediğim “Arjantin 1985” filminde bir replikte:
“Beni yıldırmayı başardılar Sayın Yargıç. Neyse ki herkesi yıldıramadılar. Onlara karşı duran akrabalar, anneler, büyükanneler vardı. Bugün onlar sayesinde adalet talep ediyorum.” Diyordu haksızlığa ve işkenceye maruz kalan bir kadın.
Gerçek hikayeden uyarlanan filmde ilkeli, cesur bir Savcı ve gençlerden oluşturduğu bir Avukat topluluğu vardı. “Bir daha asla” diyerek hukuku işletip, adalet talep ettiler. Adalete susamış halkın yüreğine su serptiler.
Evet; “bir daha asla” yaşanmaması için; ama’sız yüzleşmeler, hesap sormalar gerekiyor. Artık, birbirimizle ayrışmak yerine oturup; yüzleşmeler nasıl olur, aydınlık yarınlar olması adına; kimler neleri göze almalı, demokratik toplum yapısı nasıl olmalı bunları konuşmalıyız. Zira Adalete açız.
“Eğer bir ülkede adalet yozlaşırsa, o memleketin dibi oyulmuş demektir. Adaleti çökmüş bir milleti yok olmaktan hiçbir güç kurtaramaz. Kanun karşısında eşkıya İnce Memed de birdir Başvekil İsmet Paşa da…” der Yaşar Kemal
Öncesinde hayal etmesi, sonrasında da anlaması güç bir karanlığı yaşıyoruz. Bu kadar da olmaz dediğimiz ne varsa oldu, olmaya da devam ediyor dememek için “Bir daha asla diyerek” kanun karşısında; eşitlik, hepimiz için amasız adalet, adalet için evrensel hukukun hemen şimdi işletilmesi gerek..
Karanlık bir 20 yıl daha istemiyorsak, elimizde bir şans daha var. Hatırlamamız yetecek. Bir olabilirsek bizden daha güçlü hiçbir şey yoktur. Bu şans bize aydınlığı getirecek.
Hadi birlikte hazırlayalım atları, gün doğumuna. Çünkü “bir daha asla”…