Ülkece öyle bir hale geldik ki, kendi yaptığı Labyrinthos’tan çıkamayan Daidalos gibiyiz.
Verdik ya bir kere Sarı öküzü, vermelerin; “yetmez ama evet”, “anayasaya aykırı ama evet”lerle, kesilmedi ardı arkası.
Hukuksuzluk karşısında zulme uğrayanın; diline, rengine, kimliğine bakıp ama’lı cümleler kurduk. Değmedikçe bize hukuksuzluk sustuk. Susmak da ortağıydı kötülüğün, unuttuk. Sonunda sustuğumuz her yerlerden vurulduk. Aynı zehirli ok bizi de yaraladı. Hepimizin yanından aynı karanlık göktaşı geçti.
İnsani disiplinden kopmuşların egemenliğinde; eğitim, sağlık, bilim ve hukukun ağır yara aldığı bir yerde yaşar olduk.
Hukuk evrensel kimliğinden çıkmış, ülke dinamikleri ile oynanıyor. Anormallik normalleştiriliyor. Suçu işleyenler değil, mağdur bırakılanlar suçlanıyor. Onurlu duruş suç, duygulu insan olmak kusur sayılıyor. Aklı çalışanlara, barıştan, adalet ve hukuktan, eşit yurttaşlıktan yana olan herkese psikolojik savaş açılmış durumda.
Etrafımız korkunun zinciri ile çevrili, başımızın üstünde kötülüğün hançeri. Kırmak yerine zincirleri, korunaklı sığınaklara kaçıp, ölmüş toplumsal refleksle; attığı adımlarla; farklı görüş ve ideolojileri karanlığa karşı aydınlık şiarıyla buluşturan, tabanda umudu doğuran 6’lı masadan aydınlık çıkar diye bekliyoruz.
Oysa etki, tepkiyle gelir. Bekleyişin olduğu yerde kurtarıcı gelmez.
Nazilerin giyotinle idam ettiği Sophie Scholl’un son sözlerini hatırlayalım:
“Haklı bir dava uğruna kendinden vazgeçmeyi göze almış neredeyse hiç kimse yokken, doğruluğun galip gelmesini nasıl bekleyebiliriz ki?
Karşımızda eline geçirdiği dinamik argümanları bir bir harcayan, yakaladığı psikolojik üstünlüğü yanlış söylem ve hamlelerle kaybeden, yetmez gibi; bu karanlık çağdan çıkalım da “gazoz kapağını koysanız, oy vereceğiz” diyen seçmenin bilincini, masada adaylık ve koltuk tartışmaları içinde fütursuzca harcayan, yara bere içinde bekleyen halkı hala demokrasi var, güzel günler gelecek umuduyla bekleten, sığlaşmaya sıkışmış bir 6’lı masa, ana muhalefet var.
Siyaset boşluk tanımaz. Cumhuriyet gibi Demokrasinin de içini doldurmak yerine, boşaltmakla Demokrasi getiremezsiniz. Üçüncü ittifak olan Sol İttifakla, bileşeni Hdp’yle görünmekten imtina ederseniz demokrasiden bahsedemezsiniz.
Mahir’in dediği gibi “küçük burjuva kaypaklığı içinde bocalayanlar, bugün özgürlük için barış diyenlere anti-demokrasi ile anayasayı hiçe sayarak, hukuka aykırı burjuva kaypaklığı içinde davranmıştır.”
Egemen karanlığın ötekileştirdiği her kesimle birlikte yürümeden, aydınlığa kavuşamazsınız.
Demokrasileri koruyabilmek için önce var etmek lazım ve var ettiğin demokrasi sadece ve sadece bağımsız yargı ve sivil akıllarla korunabilir. Aksi, ne demokrasidir ne de halk rejimi.
Sosyal adalet arayışlı cümle sahipleri; kirlendik, çürüdük, kokuştuk. Kültürel, sosyal, ve hatta; düş, aşk, sevda, onur, özgürlük, hak, hukuk ne varsa insana dair duygudan yana; güç, para ve ego için tükeniyor farkında mısınız?
Bir adayda buluşup, tabanı revize etmek için daha ne olmasını bekliyorsunuz? Nedir eksik olan? Cesaret? Yoksa sorgulama yeteneği mi? Ya da gerçekleri görme yeteneksizliği mi?
Halkı okumayı başaramayan, siyaset matematiğini çözemez. Sadece sanmakla olası bir seçimde galip gelinmez. Zira sanmak, netlik değildir ve çoğu kez duygu hükmündedir, yanılgıya müsaittir. Nasıl ki; tüme varım salt gerçeğe götürmez ise, sanmakta daima doğruya ve gerçeğe götürmüyor.
Sanırım 6’lı masa ve Türkiye muhalefetinin en büyük sorunu bu. Bu sefer nasıl olsa alırız.
Elinde karşı tüm argümanları kaybetmiş ve yerine koyamamış bir muhalefet için seçim ve sonuçları hakkında netlik son derece tehlikeli olur.
Aydınlık ve demokrasinin, parlementer sistemin yeniden inşası için ilk adımı artık atın.
Bu halkın açlığı, demokrasiye ve hukuka. Koyun kardeşim bir “gazoz kapağı (!)” bitirin bu aday tartışmasını. Verin seçim startını. Daha da geç olmadan buluşun halkla…
Çok başarılı bir yazı olmuş Kaleminize sağlık.