20.3 C
Ankara

Çeşmede merkep var mı, yok mu? Mesele bu…

Paylaş:

Kimsenin birbirine güvenmediği, herkesin umudu kestiği, hangi dalı tutsak elimizde kaldığı bir memleket ahvalindeyiz…

Dert ki; derya deniz, yakınmayan yok ama sorumluluğa gelince alan yok.

Önümüzde, üstelik seçim sathındayken, özünde gerçekleri karartma olan “sansür yasası” var, bir avuç insandan başka mücadele veren yok.

Herkes laf kumkuması. İş ciddiye binip eyleme, tepkiye gelince bir uyuşukluk, ses çıkaran yok.

Arada yazılarımda da kullandığım kıssadan bir hisse:

Masal bu ya:

Köyün birinde akıllı olduğu kadar namuslu bir adam varmış. Öylesine iyi, dürüstmüş ki, şeytan yıllarca uğraşmış da yolundan çıkaramamış, çok sinirlenmiş. “Şuna öyle bir oyun yapayım ki anlasın şeytanlığımı demiş. Köyün su içmek için kullandığı tek çeşmesi varmış. Şeytan çeşmenin içine girmiş, adamın gelmesini beklemiş. Adam da her gün camiye giderken çeşmede abdest alırmış. O gün yine gelmiş, musluğu çevirdiğinde ne görsün? Şeytan koca kulaklı bir merkep şeklinde nanik yapıyor.

Adam bağırmış: “Çeşmede merkep var.”

Köylüler toplanmış. Şeytan onlara görünmüyor ya, ortada merkep yok. Olay bir kaç gün tekrar edince sonunda adamı akıl hastanesine kaldırmışlar. Bir zaman sonra doktorlar iyileşti mi diye adamı çeşmeye götürmüş, şeytan yine orada, nanik yapıyor. Adam da doğrucu ya.

“Vallahi de çeşmede merkep var” diyor.

Tekrar hastaneye götürüyorlar.

Aradan yıllar geçiyor. Bakıyor ki ömrü akıl hastanesinde geçecek, üstelik köyde de olmadık olaylar oluyor, çıkmış doktorların karşısına, “ben iyileştim” demiş.

Getirmişler çeşme başına, şeytan yine kahkahalarla nanik yapıyor.

“Yok” demiş, “Hiç çeşmede merkep olur mu?”

Doktorlar da artık iyi oldu diye bırakmışlar.

Şeytan, bu sefer de “Nasıl beni inkâr edersin?” diye arkasından öfkeyle bağırmış. Adam dönmüş, “Sen ordasın, bu gerçeği ikimiz de biliyoruz, ama doğruyu söylersem bana ‘deli’ diyorlar, onların istediğini söylersem ‘akıllı’. Bu yalancı dünya da böyle. Hadi bana “eyvallah” demiş yürümüş. Akıllandığı için köylülerin, ailesinin alkışlarıyla karşılanmış…

Evet, mesele tam da bu sanırım. Sonunda kıssadan hissedeki gibi pes edip; yalanı, büyüyen ‘karanlığı’ kabul etmek mi lazım, yoksa bildiğimiz yolda “deli” olmayı göze alıp, dikenli olsa da yol ‘aydınlık’ için yürümek mi?

Memleket; bin bir dertle yaralı, herkesi uyku tutmaz günler bekliyor, kara kış geldi çattı…

Ülkede son yıllarda; bir yanda doğruculuğun faturasını en ağır biçimde ödeyen, işini, ailesini, güvenip dost sandıklarını, sevgiyle zülfünü zülfüne bağladıklarını kaybedenler…

Yalan söylemeyip yalana çarpan, aldatmayıp aldatılan, kandırmayıp kandırılan, yine de; gerçeğin dilinden vazgeçmeden, çıkar için topaç gibi dönmeden, acı çekmeyi göze alanlar var.

Doğruluğun kaybedip, sahtekarlığın kazandığı bu yangın çağında, iyi mi, kötü mü ediyorlar bilinmez sevgili okurlar ama hala omurgalılar var…

Ki, bu haklı öfkeyle bedel ödemekten korkmayanlara bırakın toplumsal ses vermeyi, yaratılan korku iklimi, sertleşen muktedirler, daralan sivil alan mücadelesi içinde sırt döndü en yakınları, kalmadı kırılmayan kanatları…

Son yirmi yılda kötücül kuşlara kaptırmadığımız değerimiz kalmadı.

Bir de tepkisiz olanlar var.

Doğa talan edilirken, yanından geçip giden, zaman geçtikçe büyüyen kötülüğe susan, sevgiler, değerler alınıp satılırken gözünü kapatan, çocuk tacizlerine lal, kadınlar öldürülürken ‘ama’lı cümleler kuran, hayvanlar katledilirken çığlıklarına kulak tıkayanlar…

Hatta görüp, duyup da aman; duyup da ne yapacağım, karışmıyorum etliye karışmıyor kimse sütlüme, bunları ben yaşamıyorum ya diyen bananeciler var…

İşte bunlar; her olanı normalmiş gibi kanıksayarak kötülüğü git gide beslediler, doğrunun yalanla, güzelliklerin kötülüklerle yer değiştirmesine göz yumdular. Fakat zaman hızlı olduğu kadar acımasızdı. İşler öyle bir terse döndü ki dertler bana ne diyenlerin evini de sardı…

Velhasıl toplum, hakikatleri görüp de bilmesine rağmen susanlarla doldu…

Yetmez gibi; yaratılmak istenen algının sesi olup, arada ses çıkaranlar, duyulmasını istediklerini duyuranlar var. Mesela: Konya’da bir aile katledildi, yaşanan katliamlara ‘münferit’ diyenlerin sesi olup, üstelik bunlar akıllı (!) da oldular.

Halbuki hiç bir şey münferit değildi. Her şey örgütlü kötülüğün diliydi. Tüm bunlar; sorunlara, sorumlu hep başka argümanları gösterenlerin, toplumsal çözümsüzlük karşındaki acizliğinin ürünüyken, gösterilene inanmak bu kişiler için kolay olan oldu.

Oysa insan, kendisinin delisi olmayı göze alıp, çıplak gerçeği görmeli…

Ülkede gelir dağılımındaki adaletsizlikle halk her geçen gün yoksullaşıyor. İşsizlik ve bunların sonucu olan açlığın sorunsal sebebi olarak; mağdur edilmiş başka insanları, göçmenler gösterilip toplumsal öfke, hukuksuzlukla mücadeleye değil sınıfsal çatışmaya aktarılıyor.

Tüm bunlar planlı kötülüğün ürünü. Zira sorun; ne halkların ana dilini özgürce konuşmak istemesi, ne eşit yaşamak isteyen; Kürtler, Alevilerin ne de topraklarına zorla girilip, savaş çıkaranların elinden çocuğunu ‘yaşamak’ için getiren ‘mülteci’ olmak zorunda kalanlarındır.

Sorun; biten parlamenter sistemle gelen tekçilik, sorun muhalefetsizlik, halka inemeyen siyasiler, tıkanmış siyasettir…

Sorun; satılmış tank paletler, fabrikalar, hasta garantili hastane, geçiş garantili yollar. En önemlisi hukuktur. Zira hukukun olmadığı ülke; ne ekonomik ne de bilimsel, kültürel bir kalkınma hamlesi yapamaz…

Öyle bir iklim yaratıldı; ya bedel ödemeyi göze alan, gördüğünü inatla söyleyenlerden olacaksın, ya kaybeden olmamak için görmeyip, istenildiği gibi akıllı (!) olacaksın…

Sonunda dert gelip de kendi kapısını çalana kadar, hakikatleri görüp de bilmesine rağmen susan velhasıl ‘akıllı’ (!) olduk. Olduk da; kendimizi artık, akıllı görünmenin de kurtaramayacağı yerde, sondan bir önceki durakta bulduk…

Yolsuzluk ve yoksullukla alev alev yanan bir yerdeyiz. Unutmayın; ne iktidar, ne muhalefet, ne mevcut siyaset. Çözüm, sizsiniz…

Ya yine; “Yok, hiç çeşmede merkep olur mu?” diyecek, akıllı görünmeye devamla yangının evimizin sofasına kadar girmesini izleyeceğiz, ya bu karanlıktan çıkış mümkün diyecek, “çeşmede merkep var” diyecek, koşullar ne olursa olsun gerçeği dile getirenlerle yan yana duracağız, kazanmak için tek yol olan elimizdeki hakikatlere sahip çıkıp, birbirimize tutunacağız…

Seçim sizin. Siz, HALKSINIZ…

Hülasa; bir karar vermek için, son duraktayız…

Yazar hakkında:

Safiye Özşener kimdir: 1969 Van’ da doğdu. İlk okulu Adana’da, Orta ve Lise eğitimini Van’da tamamladı. Halen, İstanbul Üniversitesi’nde öğrenci. 1986-1989’da Adana’da Sabah’ta gazeteciliğe başladı. 1989-1990’da yine Adana’da Günaydın Gazetesi’nde çalıştı. 1990-1993’de Ankara, İlçe Belediyesinde Basın Danışmanlığı yaptı. 1993’de Kamu Kurumunda çalıştı. KESK/BES Sendikası İş yeri temsilciliği yaptı. Çeşitli dergi ve interaktif gazetelerde, makale ve köşe yazarı olarak mesleğe devam etti. Aynı zamanda “Şarap Rengi Bir Zaman” adlı şiir ve Diyalektiğin Kanatsız Kuşu adlı bir öykü kitabı bulunan Safiye Özşener, bir çocuk annesidir.

Safiye Özşener
Safiye Özşener
1969 Van’ da doğdu. İlk okulu Adana’da, Orta ve Lise eğitimini Van’da tamamladı. Halen, İstanbul Üniversitesi’nde öğrenci. 1986-1989’da Adana’da Sabah’ta gazeteciliğe başladı. 1989-1990’da yine Adana’da Günaydın Gazetesi’nde çalıştı. 1990-1993’de Ankara, İlçe Belediyesinde Basın Danışmanlığı yaptı. 1993’de Kamu Kurumunda çalıştı. KESK/BES Sendikası İş yeri temsilciliği yaptı. Çeşitli dergi ve interaktif gazetelerde, makale ve köşe yazarı olarak mesleğe devam etti. Aynı zamanda “Şarap Rengi Bir Zaman” adlı şiir ve Diyalektiğin Kanatsız Kuşu adlı bir öykü kitabı bulunan Safiye Özşener, bir çocuk annesidir.

━ bu yazardan

Gazoz kapağı

Ülkece öyle bir hale geldik ki, kendi yaptığı Labyrinthos’tan çıkamayan Daidalos gibiyiz. Verdik ya bir kere Sarı öküzü, vermelerin; “yetmez ama evet”, “anayasaya aykırı ama...

Never again (Bir daha asla)

Bireysel ve toplumsal acılar gece nöbetleri içinde boğuluyor, karanlık içinde oturmuş ışığı bekliyoruz. Ve fakat tam da burada tıkanıyoruz. Kimsenin; duymadığı, duysa kulak arkasına salladığı,...

Irak yerin davulu koygun öter

Hayatımızın tam ortasında, dizginsiz bir zulmün yanında, dizginsiz inkârlar, yalanlar fırtınası var… Hep...

Du bakali n’olcek hal-i pür melalinden çıkmak gerek

Memleketi temelinden sallayan bir ekonomik açmaz var ve 21 yıldır bu açmazın...

3 Aralık

3 Aralık Benim Doğum Günüm. 3 Aralık 2022’yi umutla bekliyorum.. Bu hafta biraz ben,...

İnsan umutsuzluktan umut üretir sevgili Mabet Ağacı…

Yoğun umutsuzluğun sarıp sarmaladığı zamanlardayız. Öyle ki, her yerde görmek mümkün tükenmişliği. Geçenlerde...

Allah’ın Askerleri

Çocuk işçiliği sorunu, geçmişten bugüne süregelen tüm dünyanın temel sorunlarından birisi. Her ne...

Kendi kör noktalarımızdan çıkıp, hatalarımızı görme zamanı

Ülkenin dinamik toplumuyla neden anlamlı bir iletişim kuramıyoruz? Neden herkes kendi yaptığını tek...

‘Kırk katır mı, kırk satır mı?’

Doğrudur. Politikada eğer ağzınızdan çıkanları hesap edemiyorsanız, çuvallamaya başlamışsınız demektir. Ve hele aydınlığa...

Öksüz oğlan misali, kendi göbeğini kendin keseceksin…

Ufukta seçim var, kış gelmiş kapıya, vatandaşın evinde ateş var. Ama memlekette...

Akılsız dostun iyiliğinden bile korkmalı…

“Bir toplum yıkılmaya yüz tutarken önce o toplumdaki adalet kurumu çöker. Bu,...

Yara derin, yara büyük, deldi geçti sızlıyor kemik…

Değişir sistemler, çöker saltanatlar, hükümetler de gider. Gider elbet, gider de ya peki;...

━ son bir haftada

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz