11.8 C
Ankara

Devletin güncel durumu: Şahıs devletinin portresi

Paylaş:

Haftalardır yazdığım her şey siyasi ile ekonomik olanın ilişkisine dair. Kapitalizm ile devlet arasındaki karmaşık ilişkinin üzerine düşünmek, okumak, yazmak… Bazen soyuttan somuta, bazen somuttan soyuta ama hep daha karmaşık bir alana, daha bulanık bir zemine ilerliyor. Bir de Türkiye ise konuştuğumuz, her şey üç noktalı; bitmiyor.

Ekonomik ve siyasi düzeni bir arada düşünmek ve bunların “yapısal eşleşmelerini” aramak, sorgulamak, somutlamak hem bugüne hem de gelecekte evrileceğimiz şeylere istinaden bir yol bulabilme umudu da aynı zamanda. Bu yüzden aynı temelden hareketle başka bir yazıyla ilerliyorum.

Bob Jessop’un “devlet sisteminin kurumsal yapısıyla iktidar ilişkilerinin düzenlenişinin karıştırılmaması gerektiği” vurgusundan hareketle uluslararası siyasi sistemin ve onun hegemonyasının nasıl örgütlendiğinin, devlet sistemi ve iktidar ilişkileriyle olan çeşitli ilişki biçimlerinin; ülke içi hesaplaşmaları, ekonomik gerçeklikleri, iktidar ilişkilerini belirlemedeki etkisiyle bizim bugünlerde yaşadığımız sorunlar da aynı yere dayanıyor. Her yazıda ısrarla vurguladığım, nihai saptaması “Erdoğan’ın en önemli rakibi açlık ve yoksulluktur” ifadesi de bugünlerin gündemi olan seçim yasasının değiştirilme çabası da aynı yerden ilerliyor…

Kadından, işçiden, 89 yaşında bir hekimden korkan “Cumhur”un iktidarı kaybetme korkusunun aklını ele geçirdiği bir evredeyiz. Cumhur İttifakı’nın son hamlesi yeni seçim yasası. Maddeleri üzerinde durmama gerek yok. Erdoğan rejimi şaşırtmadan, son hızla, İslamcılığın en belirgin haliyle kalelerini sağlamlaştırma niyetinde.

28 Şubat deklerasyonun AKP’nin siyasal alternatifsizliğin miladı olduğunu düşündüren bir güvenle hareket eden muhalefet, MHP ve AKP’nin seçim yasası değişikliği teklifiyle karşılaştı.

Sandık siyaseti kurgusu açısından baktığımızda, Millet İttifakı’nın süreci iktidar olma özgüveniyle okuması yanlış bir yaklaşım değil. Halka, AKP’den çok daha güçlü bir seçenek sunduklarının kanıtı olarak görüyorlar bunu.

Oysa özellikle 2015 ve sonrası Türkiye siyasetinin bugünkü halinin kaynağı olan seçim pratiklerine baktığımızda, AKP’nin bu pratiklerinin benzerlerini yapmaya cüret edeceğinden kaçınmayacağını ve Bahçeli’nin tabiriyle “fiili durumu, yasal hale getirmekten” başka bir şey olmadığına kanaat getirebiliriz. Bir “devlet işi” daha yaratılıyor.

Muhalefet; yeni teklifi AKP’nin iktidar kaybına bir barikat olarak görüyor. Millet İttifakı; Erdoğan’ın bu hamlesini, ittifakın halkalarını birbirinden koparmak, alternatif ortaklık zemini yaratarak ittifakı mümkünse dağıtmak; değilse yormak ve son ana kadar İslamcı seçmenin kafasını bulanıklaştırarak görünüşte seçimle iktidarda kalmayı sürdürme gayreti olarak okuyor. Bu mümkün ve doğru da; ama eksik…

İktidarın eski pratikleri buna dair kehanete yer bırakmıyor; ama burada bizi ilgilendiren kısım, muhalefetin totalde buna vereceği reaksiyon.

Sonucunu kestirdiği bir seçim dışında seçime girmek istemeyen iktidara karşı muhalefet; umutsuzluğu 2019’un çemberini genişleterek atacağı adımlarla yok edebilir. Muhalefetin özgüveni güzel; ama geleceği seçimle şekillendirecek anlamlı hamleleri de olmalı.

Ama burada daha derin bir problem var; devlet ve iktidar ikilisinin iç içe bir hal aldığı gerçeği… Ve yeni teklif de bundan ayrı düşünülemez. Tıpkı Erdoğan’ın bakanlarının sözleriyle bunu ispat etmesi gibi; “siz yapın mevzuat arkadan gelir” veya “arkamızda Cumhurbaşkanımız var” ifadeleri gibi… Özellikle “arkamızda Cumhurbaşkanımız var” cümlesini bir “devlet tanımı” olarak okumak zor olmasa gerek.

Genelde bütün bir sağın, ulusalcıların en övündüğü devlet geleneği sarsılıyor. Özal ve Demirel’den başlayıp, Ensar için aile bakanın “bir kere”sinden, Nebati’nin “aşarız”ına varıncaya kadar, devlet denilen şeyin artık bir çürük meyve kasasına dönmüş olduğunu görebiliyoruz.

Kuşkusuz AKP iktidarı ile tarihin yoğun bir parçasını yaşıyoruz.

Bu durum AKP’nin salt 20 yıllık iktidarının zamansal boyutu ile ilgili değil, gözümüzle gördüklerimizden çok, yaşattığı tahrifatla ilgili…

İktidara geldikten bir süre sonra kendi devlet anlayışına geçişi, hükümet etme biçimi üzerinden yaşattığı zihinsel yoğunluktan söz ediyorum. Bu da devletin güncel durumunu veriyor: Erdoğan’ın “şahıs” devleti.

Nicos Poulantzas, beş madde ile modern totalitarizmi/devletin temel özelliklerini tanımlıyor. İlk olarak yasamadan yürütmeye güç transferi ve yürütmede bu gücün biriktirilmesi özelliğini dile getiriyor. Bakınca yeni rejim -Erdoğan’ın şahıs devleti- bu özellik içinden hemen göze çarpıyor.

İkinci özellik olarak devletin üç kuvveti – yasama, yürütme ve yargı – arasında hukuk düzeninde bir gerileme ile birlikte hızlandırılmış bir füzyon diyor. Burada 2010 ve sonrasından bugüne gelen süreç düşünülebilir;15 Temmuz ve OHAL ile ilerleyen süreç de zaten malum.

Üçüncü özellik, siyasî partilerin temel siyasî temsil aracı ve hegemonya örgütlenmesinde öncü güçler olarak gerilemeleri durumu belirtiliyor. Bakınız “önce ittifakla mutlak iktidar, sonra yeni seçim yasasıyla iktidarda kal” mantığı işlesin istiyor.

Dördüncü özellik, olarak devletin biçimsel örgütlenmesini çaprazlamasına kesen karmaşık ağların genişlemesi ve devletin faaliyetlerinde uygun hesap verme sorumluluğu ve şeffaflık olmaksızın kesin sonuca ulaştıran bir pay elde etmeleri dile getirilmiş. Burada, yargının sistematiğinin değişmesi, Sayıştay’ın denetim raporlarının niteliğinin her geçen yıl biraz daha azalması vb. örnekler akla geliyor.

Son özellik olarak Poulantzas’ın, fizik güçlerin yayılması ve tanımlanmış suçların cezalandırılmasından çok muhtemel olaylara karşı yapılan polis baskınları ve gizli izleme faaliyetlerinde rollerinin giderek artması…vurgusu var. Belki de bu en tanıdık olandır. Zorun kullanımı, kadına, hekime, işçiye şiddet; herkesin terörist olarak yaftalanabileceği ihtimali veya hukuksuzluk içinde arkadan gelen mevzuatlar…

Poulantzas’ın bu beş maddesi bize verili biçimimiz hakkında epey bilgi sunuyor. Erdoğan’ın popülist devletini, iktidardan devlete karşılıklı ilişkisini anlamak adına önemli vurgular içeriyor.

Gelelim yeni seçim yasasına. Bu bağlamda temel bir soru beliriyor: “Kanunlar ne için çıkarılır?” Bunun cevabı elbette ülkede karşılaştıklarımız olamaz, olmamalı; ama cevabı devlet ve hegemonya ilişkisi bağlamında Gramsci veriyor. Gramsci, devleti hegemonya aygıtının bir parçası olarak görüyor ve sistemin devamlılığını sağlayan bir zemine yerleştiriyor. İşte bütün çabanın özeti burada.

Biz; midelerine kuru ekmek giriyorlarsa aç değillerdir, diyen milletvekilleri gördük; bana ne, bana mı çalıştınız, oy vermeseydin, ben sizden oy mu istedim, diyen yöneticiler; dahası Nebati gibi, uluslararası sermayeye güven verdiğini sanan, ne bilmediğini bile bilmeyen cahil bakanlar…

Nebati ve gibilerinin varlığı ya da konuşmaları liyakatsizliğin göstergesi gibi okunsa da esasında bizim mücadelesini verdiğimiz şeyin sadece bu kadrolar olmadığını bilmek gerekir.

Nebati ya da gibilerin ağzından çıkana göre liyakatsizliklerini konuşmanın anlamı yok. Onun bunları söylemesi ya da varlığı; sisteme, sermayeye siyasal mekanizma olarak hizmeti ile ilgilidir. Sistemin işlemesi için gerekli iktisadi mekanizmayı kurmak göreviyle orda olduklarını bilmek gerekiyor.

Kapitalizmin/ emperyalizmin bazen sermaye ihracının; bazen otoriter rejim teşekkülünün; bazen tıpkı şu an gibi, ülke/coğrafya pazarlarını tek elde tutmanın gayreti içinde olmak istemesini görmeliyiz. Siyasi ve iktisadi bağımlılık ilişkilerinin süreklilik içinde tutulmasını Nebati ve gibiler üzerinden okumalıyız.

Kapitalizm tam bu sebeple belirsizlikle yoğrulmuş iktidarları sever. Hukuksuzluk ve kaosu nimet gibi sunan Nebati gibilerle yol yürür. Onun gibi bakmayan bürokratik durumu/ mevzuat engelini kaldıracağını vaat edenleri iktidara taşır ve tüm anlamsızlığına rağmen orada tutar.

TÜSİAD’ın Nebati’yi sevmediğini düşünmek mümkün mü? Güler Sabancı, Berat Albayrak överken aklını mı kaçırmıştı? Hayır…

Siyaset ve ekonomi ilişkisi bizde oldukça girift ve işler çığırından çıkıyor; çünkü bu girift ilişkinin iki yakası da büyük bir çöküş yaşıyor.

Bu ülkenin en büyük sorunu yoksulluk. Yoksulluğu var eden sistemse, sürdüren de sistemin payandaları. Erdoğan’ın rejimi bunun en büyük müsebbibi; ayrıca iktidarının bu sorunu reddetmesi.

“Biz sizin hizmetkârınız”dan başlayıp, “ilk hafta ücretsiz, ondan sonra 200 Liracık, her hizmetin de bir bedeli var” ile biten sözler 20 yıllık yönetim anlayışının özeti. 6 milyon hane yoksulluk sınırının, 11 milyon insan ise açlık sınırının altında. İşsizlik, güvencesizlik, yoksulluk, bitmek bilmeyen zamlar, açlık… Bu durum, pandemi halini aldı.

Ve bir seçim yasası ile Erdoğan’ın tükenişine ikna olmuş gözüken muhalefete sormak lazım; Erdoğan’ı ve yarattığı garabeti, yoksulluğu, hukuksuzluğu nasıl düzelteceksiniz?

Bakınca, sunulan bu yeni düzenleme muhalefet için sürpriz değil. Öyleyse, beklediğimiz şey, ayakları yere basan net bir karşı çıkış.

Erdoğan’ın 17 Mart günü seçim yasasına dair yaptığı konuşmadan bazı noktalar çok enteresan: “… Sorsanız AK Parti’yi demokrat olmamakla, sadece kendi çıkarını düşünmekle suçlarlar. Ama gördüğünüz gibi biz seçim kanunundaki değişikliği çalışırken bile CHP’li milletvekillerinin yaşadığı sıkıntıları da dikkate aldık …Televizyonda paletli ambulanslarla hasta taşımasını izledik. Biz geldiğimizde ambulans var mıydı? Doğru dürüst ambulans yoktu” ve tabi ekonomik göndermelerle de konuşmayı sürdürüyor Erdoğan. Bu konuşmanın bütünlüğü bile bize Erdoğan’ın devlet portresini çıkardığı gibi, Poulantzas’ın modern totalitarizmini de yeniden hatırlatıyor.

Peki, burada muhalefetten beklenen nedir diye düşününce cevap kesinlikle Kılıçdaroğlu’nun “Erdoğan sığınmacıları vatandaş yapıp oy mu kullandıracak?” sorusu olmuyor. Erdoğan’ın ve rejiminin hala ve ısrarla eski Türkiye’yi başka bir çağda gösterme çabalarını sürdürmesine bakınca; her ne pahasına, hangi yollarla, hukuksuzluklarla olursa olsun, “canı nasıl isterse” hükmüyle, cumhurbaşkanlığı forsuyla tüm devleti arkasına almasına, tüm yolları kendine bağlama arzusuna bakınca; bakanlarının niteliksizliğine, yarattıkları derin ekonomik, siyasi, hukuki krize bakınca daha kuvvetli bir geri dönüş bekleniyor.

Erdoğan, yeni yasa teklifiyle tabela partilerinin önüne geçmeyi hedeflediklerini belirtiyor. AKP ve MHP’nin küçük siyasal partilerin ittifak omurgasından çözülüşünü hesaplayan bu kurnazlık küçük bir ayrıntı olarak görülemez. Bu kurnazlık ülkedeki demokratik yaşamın ve demokrasi idealinin toplulukları bir arada tutmaya ve bir arada hareket etmeye yönelten bakiyesini de sıfırlamaya yönelik.

Erdoğan’ın siyasal parti ve siyasal sistemin işleyişini artık yerine getirmemek üzere kurduğu bu yeni teklif; kendi deyimiyle tabela partilerinin siyaseti manipüle etmesine engel olma değil, görece nitelikli bir siyaset mantığının muhalefet eliyle yeniden kurulacağı bir dönemi bitirmek, iktidarını sürekli kılmak amacını taşıyor; çünkü parti sisteminin zayıf olduğu yerde popülist rejiminin daha fazla güçleneceğini o da biliyor.

Bu popülizm demokrasi, çoğulculuk söyleminden buraya geldi. Bursa milletvekili Hakan Çavuşoğlu AKP’nin alamet-i farikası olarak “ortak akla önem vermesi”dir diyor. Kimin ortak aklı acaba… Çoğunluk MHP üzerinden konuyu değerlendiriyor ancak devlet, parti devleti ve Erdoğan’ın meselesi MHP değil…

Eski YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, iki yıldır hazırlanan bu yasa teklifi için “Seçim yasa taslağı, darbenin seçimler yoluyla yapılması demek”tir diyor.

Yani Eminağaoğlu’na göre demokrasi pek de bu ülkede anlaşıldığı şekilde veya iktidarın dayattığı biçimde bir şey değil. Jessop, demokratik kurumların yaratılmasının ardında demokratik pratiklere işaret ettiği kadar, bu tartışmaya bağlı öznelerin de oluşumunun gerekliliğinden bahsediyor. Muhalefet ya bu süreci var edecek ya da yeni seçim yasasıyla devam edecek.

Bu sıralarda da A Haber, ayçiçek yağı yüklü geminin limana ulaşması “olayını” yerinde takip edip, “Son Durum” olarak izleyicileriyle paylaşıyor. Çünkü -A Haber ya da muhalefet, farkında olsa da olmasa da- bizim asıl gerçeğimiz bu.

31 Ocak’taki “ Devletin Güncel Durumu” yazımı şu paragrafla bitirmiştim, bu yazı da öyle bitsin: “Aşina olunan bilinmez”. (https://www.medyaport.net/devletin-guncel-durumu-kilicdaroglu-nerede-duruyor-makale,33096.html) Yanılgılardan uzak durmak en iyisi. Erdoğan ve AKP “kutsallığını” yitirdi ancak mevcut halde hukuku, kanunları kendi fiili durumuyla istediği gibi eşleyen bir iktidar olarak yaşamaya devam ediyor. İlk geldikleri zamandan beri, iktidarları, onların verili devlet projesi, hem sistemin yapısal krizinin temsilcisi hem de güncel krizlerin adresi. Karşımızda duran “şimdikini” anlamak, dönüşüm için hala en önemli anahtar.

━ bu yazardan

Dinbazlık ve Dilbazlık Artık Çalışmıyor mu?

Rahman Özçelik henüz 22 yaşındaydı. Bartın’da yaşamını yitiren madencilerdendi. AKP kurulurken doğmuştu,...

Adaletsiz kalkınma2: Kötülüğe sabırla dayanılan zamanlar

Geçen hafta yazıyı bitirirken Bertholt Brecht’in “Gaddarlık, gaddarlıktan doğmaz; artık gaddarlık olmaksızın...

Adaletsiz kalkınma: Fakruzaruret içinde gönüllü kulluk

2002’den bu yana AKP’nin vaad ettiği demokrasi ve refah ilk kez bu...

Retorikten Mugalataya AKP Pratikleri

"Hayaldi, gerçek oldu, Türkiye hazır, hedef 2023" Bu söz AKP’nin 2011 seçim beyannamesinden. Kimse...

Gezi’den 2023’e Bir Muktedirin Seyir Defteri

Erdoğan’ın gezi protestocularına hakareti daha sonra bu hakareti savunmak için söyledikleri 20...

Kılıçdaroğlu devletin durumunu güncelliyor

Siyaset bilimci Nimtz, içinde bulunduğu zamanı diğer bütün zaman dilimlerinden önemli gören...

Kılıçdaroğlu’nun havarileri, kuşkucuları: İrili ufaklı tek adamlar hikayesi

Bu yazı, CHP'nin çıkmazını görmeyi hedefliyor. İmamoğlu ve otobüsü bu çıkmazın önemli...

Sağcılık her kötülüğün babasıdır

AKP’nin 20 yıllık envai yıkıcılığının son dönemde yarattığı kamu kaygılarının odak noktasını...

İttifaklar, olasılıklar, hidralar

“Bu seçim ülkenin son şansı olabilir. Son demokrasi nefesi olabilir. Hata yapma...

‘Tek patlıcan, tek bayrak, tek adam’

Yeni DEVA’lı eskinin AKP Grup Başkanvekili Nihat Ergün’ün, 6 Ocak 2009’da Habertürk’teki...

AKP rejiminin ekokırım hali: ‘Külü vatandaşa, parası yandaşa’

Yıllardır AKP rejiminin bin bir yüzüne mecbur bırakıldık. Sermayenin konumu da buradan...

Minare ve Yoksulluk Arasında

Piyasa ve İslamcılık ikilisinin ülkeyi kasıp kavurduğu şu günlerde Marx’ın şu sözü...

━ son bir haftada

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz