21.1 C
Ankara

Sağcılık her kötülüğün babasıdır

Paylaş:

AKP’nin 20 yıllık envai yıkıcılığının son dönemde yarattığı kamu kaygılarının odak noktasını bir süredir göçmenler oluşturuyor.

Göçmenler/ mülteciler; iktidarıyla, muhalefetiyle, toplumun önemli bir kesimiyle ortak payda haline gelmiş bir sorun olarak karşımızda duruyor.

Göçmenler/ mülteciler söz konusu olunca işsizlik, yoksulluk, adaletsizlik pençesindeki ülke halkı maniple ediliyor.

Göçmenlerin/ mültecilerin çok büyük bir çoğunluğunun hem sömürülmesi hem aşağılanması; ülkede gittikçe daha çok insanın iş bulma, geçinme, barınma gibi meselelerde güçlük çekmesi, yaşam standartlarındaki çarpıcı düşüşü çoğunluğun “haysiyetli” öfkesi olarak gösteriliyor. Halkın öfke cephesinde saflar göçmenlere karşı sıkılaştırılıyor. Yetersizlik ve eşitsizlik duygusu öfkeye dönüştürülüyor ve bir halk kendi sonuna koşuyor.

Bir grup insan beklentisinin, bir grup insan yaşam tarzının yok edilmesinin öfkesini yaşıyor. Kimi ise düz faşist, Ümit Özdağ gibi… O bunun planlı bir işgal olduğunu söylediğinde tutacağını biliyor. O yüzden göçmenler çok rahat hedef tahtasına konabiliyor.

Toplumsal refahın önündeki en büyük engel olarak iktidar politikalarındaki bilinçli kötülük tercihini gizleyen Özdağ gibi ırkçılar; ülkenin bu halinden Suriyeliler başta olmak üzere tüm göçmenleri sorumlu tutuyor.

Özdağ gibilerin ırkçı konuşmalarıyla öfke büyütülüyor. Toplumsal ihtilafların derinleştiği, patlamaya hazır ruh haline dönüşen bu durum; gazete haberlerinden/ başlıklarından, Twitter ve Facebook gibi sosyal medya mecralarından pompalanan ırkçılıkla, işgal/istila histerisine dönüşüyor.

Irkçı kanaat oluşturucular büyük toplumsal kırılmalara neden olacak yeni şokları, iktidarla aynı bilinçli kötülük tercihi ile yaratıyor. Yanıltılan halk kesimleri ise bu kötülüğe el veriyor.

Yoksulluğun ve toplumsal yaşam tarzının dönüşümü ile oluşan huzursuzluk ve çatışmaların nedeni, iktidarın tercihleri ve onunla aynı gene sahip sermaye fraksiyonlarının ucuz emek üzerinden gözü dönmüş kâr bağımlılığı politikalarına bağlanmak yerine; faşizmin ve liberalizmin suç ortaklığında savaşlarla ülkeleri birer ölüm sahasına çevrilmiş, baş belası gibi gösterilen göçmenler olarak sunuluyor.

Kuşkusuz bu hal, bu topraklarda yaşayan halkın tercihi veya eseri değildi; yoksulluk ve adaletsizlikle gelinen noktada artık onun kontrolünde de değil.

Korkularını tetikleyen bu iki duruma eşlik eden şey, hem iktidar hem de muhalefetin tutumundaki belirsizlik.

Ülkenin güneydoğusu başta olmak üzere birçok yerinde göçmenler üzerinden ortaya çıkan “miksofili” hali; iktidarının bu evresindeki AKP’nin sorundan kendisini yalıtacak söylemi ve seçim sath-ı mailine girmiş ülkenin muhalefetiyle daha ürkütücü bir yere evrilmeye de müsait.

Buradan nasıl çıkılır tartışılır; ancak çıkılmak zorunda olduğu bir gerçek.

Neoliberal saldırganlığın bir ayağı bitmeyen savaşlar, harap olan yaşamlar. Etkisi, faşizmin yükselişine hem sebep hem buluşma… Bu iki odak; Özdağ gibi ırkçılarla, İslamcı iktidarla, tercihsiz ve ikiyüzlü muhalefetle birleşince korkunç bir noktaya geliyor. En nihayetinde korkularına esir, öfke içinde, maniple edilmiş bir halkla buluşuyor.

Ancak burada belirtmek isterim ki, halk pasif bir alanda değil; yani isterse meselenin içeriğini görebilecek materyale ve zihinsel araçlara sahip. Bu sebeple çok da masum bir yerde durmuyor. “Kürtlere razıyız” diyen bir akıl yürütme biçiminden bahsediyorum… Fakat aynı zamanda, yaşadığı derin yoksulluk, modernleşme projesinin ölüşü, İslamcılara ve İŞİD gibi teröre maruz kalışı göçmenlere düşmanlaşmasının önünü açıyor. Bunu fırsat bilen Özdağ gibi siyasi odaklar da durumdan çeşitli biçimlerde faydalanıyor.

İki yönlü bir mesele; bir tarafı ekonomik, iş gücü piyasasında mültecilerin kapladığı alan, diğer tarafı sosyal entegrasyonun gerçekleşememesi. Ülkede 112 farklı uyruktan göçmen olduğu söyleniyor. Gazeteci Ruşen Takva diyor ki: Türkiye’de 10 milyona yakın mülteci var.

Resmî rakama göre 4 milyon, gerçek rakama göre kayıtsız 10 milyon.

İran topraklarında Türkiye’ye geçmek için bekleyen yüz binler var.İran her gün 2 bin göçmenin Türkiye’ye girdiğini belirtti. Van en önemli kapı.

Ülkede göçmenlerin iş alanı kabaca şöyle:

Ağır taşımacılıkta Afrikalılar.

Çobanlıkta Afganlar.

Geri dönüşümde Pakistanlılar.

Tekstil ve tarımda Suriyeliler.

Yaşlı, çocuk, hasta bakımı Türki cumhuriyetlerde.

Ukraynalılar liman sektöründe. Liste böyle uzayıp gidiyor.

Bu iki yönün garabete dönüşmesinde iktidarın politikaları yatıyor. Mehmet Özhaseki gibiler çıkıp akıllarındaki gerçeği yumurtluyor: “Sığınmacılar giderse çoğu şehrin ekonomisi çöker.” Şimdi bu gerçek karşısında iktidar nereye, nasıl evrilecek? Göçmenlerin varlığı aynı zamanda, iktidarlarının devamlılığının hem ideolojik hem de ekonomik ana kaynakları arasında. Siyasal İslamcılığın her delikten geçen kıvraklığı, açgözlü hali ve göçmenler üzerinden yandaşlara, İslamcı derneklere/vakıflara yarattığı ekonomik getiriden pek de vazgeçilmesi mümkün görünmüyor. Ayrıca bazı İslamcı çevreler –Özgür Der, Fetih Vakfı, Haksöz gibi– kardeşlik söylemini büyütüyor. Hatta Haksöz Haber, Özdağ’ı açık bir biçimde eleştiriyor. Yasin Aktay Yeni Şafak’ta göçmenlerle ilgili krizi kabul ediyor; ancak geri gönderme gibi bir mefhumun olmadığını da dile getiriyor. Burada İslamcıların kendi hesapları, çıkarları olduğu gerçek…

Peki, muhalefet nerede duruyor? Söylemleri nereden temelleniyor? Ekonomik bakışı farklı bir yerde mi? Kılıçdaroğlu’nun neoliberalizm çıkışı buna mı delalet? Mültecileri rahatça bu alandan çıkarıp, gönderebilirler mi? Ülke ekonomisi bu vaziyette iken göçmenleri iş gücü piyasasından çekmek, verili halkı dâhil etmek sorunu hafifletecek bir görüntü veriyor olabilir. Yani mesele ekonomiden ayrılamaz. Ve göçmenlere geliştirilen nefret söylemlerinin, ötekileştirmenin altında da emek süreçleri yatıyor.

Göçmenlerin yaşadıkları trajedilere dünya şahit ve yetmezmiş gibi kapitalizmin yedek ordusu durumuna getirildiler. Bunun çok fazla parçası bulunuyor; ikametgâh almaları, oturum izinleri bile metalaşıyor. Böyle bir noktada ülkenin verili burjuvazisi ve proletaryası için başka bir süreç başlıyor. Yönetici sınıf ve kapitalistler için sınır ötesinde bir savaşa, çatışmaya dâhil olmak kendi ülkelerindeki sınıf farkını derinleştirirken, gittikleri ülkelerin sermaye birikim rejimini de dönüştürüyor. Geldikleri ülkenin proletaryasının prekaryalaşması yolunda önemli bir etken oluyor, emek gücünün maliyetlerini aşağı çekiyor. Yani kapitalizm için çok fonksiyonlu… Neoliberalizm ve onun hiçbir politikası göçmen sorununu çözemeyeceği gibi; göçmen-mülteci krizlerini fırsata çeviren stratejilerle göbekten bağlı.

Açık ve net göçmenler sınıfsal bir sömürü alanı. Ve ne yazık ki ülkemizde bütün sınıfları ortak kesen gibi birleştiriyor: Geri gitsinler.

Kolektif şiddet vakaları yaşanıyor; nefret söylemini aşalı çok oldu… İzmir’de gencecik üç Suriyeli işçi, uyurken yakılarak katledildi. İskenderun’da iki Suriyeli çocuk dövülerek öldürüldü. Konya’da bıçaklanarak öldürülen Suriyeli çocuk Vail el-Mansur daha 14 yaşındaydı. 18 yaşındaki tekstil işçisi Suriyeli Ali el Hemdan Adana’da polis tarafından öldürüldü, yazın Ankara Altındağ’da olanlar unutuldu mu? Yürütülen parça parça ölümler hâlihazırda sürerken; önümüzdeki süreçte ya birileri yeni bir 6-7 Eylül, yeni bir tehcir hesaplıyorsa…?

Mağdur olan kriminalize ediliyor. Zafer Partisi de tam buradan örgütleniyor. Ümit Özdağ inanılmaz şeyleri, kendince anlatıp, müthiş bir manipülasyona imza atıyor.

Önce mülksüzleştirilip, sonra köle emeği gibi kullanılan; dayatılan bir gerçekle ve savaşla karşılaşan, sefalet koşullarına tabi bu insanları hedefe koyup, hem iktidarın sorumluluğunu, işin gerçeğini gizliyor hem faşist fikirlerine yeni bir geniş cephe oluşturuyor.

Bakın hem Özdağ’ın yaptığı hem de toplumda yaygınlaşan fikir güvenlik kelimesinde ortaklaşıyor. Tecavüz, cinayet ve terör üçlüsü; ekonomik saikler yanında çok ciddi bir mesele olarak büyüyor. Özdağ, Ruşen Çakır’la yaptığı konuşmada kendisini arayan Ermeni, Kürt fark etmeksizin göçmenlerle ilgili şikâyetlerinde “yardımcı” oluyoruz diyor. Hangi sıfatla? Nasıl bir yardım?

Göçmenlere karşı Özdağ gibi ırkçıların eliyle büyütülen öfke eşitsizliğin her geçen gün arttığı ülke sokaklarında kol geziyor. Öfkenin hedefinde koyu tenliler, kadınlar, çocuklar, yaşlılar, güçsüzler olacak. Özdağ’ın Suriyeli kuyumcu dükkânındaki ya da Ruşen Çakır’a konuşmasındaki küstahlık; milyonlarca insanı vatanlarından edip geleceksizleştirenlere değil, nesneleştirilen mültecilere… Ortalama bir ırkçıdan beklenecek bir tutumla kendine ortak arıyor. 24 Nisan’da Talat Paşa paylaşıp minnettarlık bildirmesi de ondan…

Peki şimdi Özdağ ve onunla benzer görüşleri paylaşanları veya göçmenlere karşı tepkili olanları ırkçı deyip, bir çırpıda atacak mıyız? Burada asıl iş sol/sosyalist kitlelere düşüyor; ancak büyük bir çoğunluğu “solculuğuna halel gelmesinden” endişeyle tecavüz, cinayet gibi dile getirilen, yalan veya gerçek ortaya salınan kısımlarla ilgilenmiyor. Sosyal entegrasyon on yılda hiç sağlanamadığı gibi, git gide de karşılıklı olarak korkunç şeylerin yaşanabilmesinin de önünü açtı; emek süreçlerinden ayrı düşünmediğimiz ancak toplum içinde başka yargıların da kök saldığı bir süreç yaşanıyor.

Bir Afgan’ın tecavüz suçunu işlemesi mülteciliğinden veya Afganlığından değil; ancak hâlihazırda yıkımının suçlusundan hesap soramayan/sormayan bir toplum için inanılmaz bir hedeftir. Sorgulaması gereken noktaları es geçebilir; kendi ülkesinde olan tecavüz vakalarını es geçebilir ama onu geçmez. Ve kadınlar başta olmak üzere korku iklimi yaygınlaştırılır. Özdağ gibiler, nasıl bir destek aldıkları belirsiz de olsa, dilediği çıkışı yapar; ben halk adına konuşuyorum da der.

Vaziyetler ortadayken, mültecilerin de toplumun da İslamcı tahakkümden çıkması şart, emekçilerin bu konuya el atması şart.

Hayat göçmenler için zaten fazlasıyla zor; tüm dünyada karşılaştıkları muamele belli, ne kadar göçmen can verdi, bile bile ölüme itildi, sınırlarda neler yaşadılar; ölümün, şiddetin her türlüsüyle karşılaştılar; çocuklar ayrı, kadınlar ayrı ayrı kötülüklere maruz kaldı…

İşin acı tarafı göçmenlerin de ayrıştırılması, genellikle kötü muamelenin reva görüldüğü veya “homo sacer” gibi işaretlenenler belli. Ukrayna- Rusya savaşı bize bunu da gösterdi, Avrupa’nın ikiyüzlülüğünü tekrar tekrar ortaya serdi. İngiltere ve Ruanda arasındaki yeni anlaşma da gördük bunu. Türkiye’de mültecilerin nasıl bir koz haline geldiğini de herkes biliyor.

AKP iktidarı buna ayıla bayıla yanaşmıştı. Şimdi işler tersine dönüyor; çünkü iktidar kalmasının önünde bir engele de dönüşmeye başladı. Göçmenleri; “ensar” olarak göstermek, toplumun laik-modern dünyasını İslamcı dönüşüme tabi kılmak, en önemlisi de ekonomik çok yönlü getirisi göçmenleri mümbit bir alan yapıyordu.

Gelinen nokta ise “Suriyeli kardeşlerimizin gönüllü ve onurlu geri dönüşleri için elimizden gelen gayreti gösteriyoruz” söylemi… Çünkü iktidar için de muhalefet için de önemli bir oy deposu göçmenler. “Ensar nedir bilenler”in iktidarı sürdürme hevesinde gözden nasıl çıkarılır hala bir muamma…

Türkiye’nin göçe ilişkin uygulamalarını belirleyen temel mevzuat, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu. Kanunda “Bu Kanun kapsamındaki hiç kimse, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulacağı veya ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatının veya hürriyetinin tehdit altında bulunacağı bir yere gönderilemez,” şeklinde “Geri Gönderme Yasağı” temel alınıyor. Dahası BM kapsamında düzenlenmiş olan Mülteciler Sözleşmesi de aynı yerden konuşuyor. Fakat hukuk kimse için bir anlam teşkil etmiyor; ne Türkiye’de ne de ABD ve Batı’da…

Faşizm devlet desteğiyle her yanda salınıyor. Karşılıklı ölüm kutsanıyor; yeter ki kapitalizm yaşasın.

Göçmenler yalnız, göçmenler hedefte, faşist politikaların bugünkü programını oluşturuyor. Ölüm onlara yazgılı; bir katliama dönüşebilecek kapılar aralanıyor ve dünya umursamıyor. Burada gerçekleşebilecek herhangi bir ölümü/şiddeti umursamayacaklar; hepimiz biliyoruz. Bu da en çok sağcıları mutlu ediyor.

Sokaklarda büyütülen öfkeyi iktidara, sermayeye, kâr hırsına ya da bizzat Özdağ ve türevlerinin ırkçılığına ve köktendincilere yönelmiyor. Bugün sosyalistlerin önündeki ödev göçmenleri bu öfkeden uzak tutacak siyaseti üretmek.

Biz asıl gerçeğimizle bitirelim. “Ayağa kalkın/ uykudan aslanlar gibi/ yenilmez kalabalıklar halinde/… Siz çoksunuz – onlar az!” diyen Percey Shelley şiirinin ilham kaynağıyla…

“Bütün ülkelerin proleterleri, birleşin!”

━ bu yazardan

Dinbazlık ve Dilbazlık Artık Çalışmıyor mu?

Rahman Özçelik henüz 22 yaşındaydı. Bartın’da yaşamını yitiren madencilerdendi. AKP kurulurken doğmuştu,...

Adaletsiz kalkınma2: Kötülüğe sabırla dayanılan zamanlar

Geçen hafta yazıyı bitirirken Bertholt Brecht’in “Gaddarlık, gaddarlıktan doğmaz; artık gaddarlık olmaksızın...

Adaletsiz kalkınma: Fakruzaruret içinde gönüllü kulluk

2002’den bu yana AKP’nin vaad ettiği demokrasi ve refah ilk kez bu...

Retorikten Mugalataya AKP Pratikleri

"Hayaldi, gerçek oldu, Türkiye hazır, hedef 2023" Bu söz AKP’nin 2011 seçim beyannamesinden. Kimse...

Gezi’den 2023’e Bir Muktedirin Seyir Defteri

Erdoğan’ın gezi protestocularına hakareti daha sonra bu hakareti savunmak için söyledikleri 20...

Kılıçdaroğlu devletin durumunu güncelliyor

Siyaset bilimci Nimtz, içinde bulunduğu zamanı diğer bütün zaman dilimlerinden önemli gören...

Kılıçdaroğlu’nun havarileri, kuşkucuları: İrili ufaklı tek adamlar hikayesi

Bu yazı, CHP'nin çıkmazını görmeyi hedefliyor. İmamoğlu ve otobüsü bu çıkmazın önemli...

İttifaklar, olasılıklar, hidralar

“Bu seçim ülkenin son şansı olabilir. Son demokrasi nefesi olabilir. Hata yapma...

‘Tek patlıcan, tek bayrak, tek adam’

Yeni DEVA’lı eskinin AKP Grup Başkanvekili Nihat Ergün’ün, 6 Ocak 2009’da Habertürk’teki...

AKP rejiminin ekokırım hali: ‘Külü vatandaşa, parası yandaşa’

Yıllardır AKP rejiminin bin bir yüzüne mecbur bırakıldık. Sermayenin konumu da buradan...

Minare ve Yoksulluk Arasında

Piyasa ve İslamcılık ikilisinin ülkeyi kasıp kavurduğu şu günlerde Marx’ın şu sözü...

Devletin güncel durumu: Şahıs devletinin portresi

Haftalardır yazdığım her şey siyasi ile ekonomik olanın ilişkisine dair. Kapitalizm ile...

━ son bir haftada

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz