Son on beş yıla bakarak diyebiliriz ki, memleketin kimi ‘imtiyazlı’ kesimlerinin içine sürüklendiği ekonomik/ kültürel durum bir biçimiyle sinemada da kendisine yer buluyor. Politik olarak aynı hatta olmasalar bile, eğitim olanakları ya de ekonomik güçleri vesilesiyle ‘orta sınıf’ olarak tanımlanan bu kesimlere dair hikayeler sinemamızda bir külliyat oluşturacak miktara ulaşmak üzere neredeyse.
Seren Yüce’nin “babası gibi olmak” dışında bir kaderi olmayan genç bir adamı anlattığı “Çoğunluk”undan, kentli ve eğitimli olmalarına rağmen hiçbir imtiyazlarının kalmadığını acı bir deneyimle fark eden iki kız kardeşi odağına alan Ramin Matin imzalı “Kusursuzlar”a, “kentli orta sınıfların kokuşmuşluğu”nu anlatan Emre Yeksan’ın “Körfez”inden AKP iktidarının kurucu ögesi ‘Anadolu Kaplanı’ bir burjuva ailenin vicdanlı ama bir türlü çıkış bulamayan evladını başrole çıkaran “İki Şafak Arası”nda ya birçok filmi konuşabilir, birbirleri arasındaki ayrım ve ortaklıkları sıralayabiliriz.
İstanbul Film Festivali’nde ilk film ve kadın oyuncu ödüllerini kazandıktan sonra festival turuna devam eden ve bu hafta itibarıyla MUBİ Türkiye’de gösterilmeye başlanan Çağıl Bucut imzalı “Sardunya” da ileride bu tema etrafında bir çalışma yapacak olanlar için listeye eklenecek yapıtlar arasına yer alacaktır. Hayata imtiyazlı başlamamış ama ‘eski Türkiye’nin olanaklarıyla iyi bir eğitim olarak kendisine ekonomik ve sosyal güç edinmiş Nadir’in yazlığına konuk ediyor bizi “Sardunya”. Filmin asıl kahramanı üniversite öğrencisi Defne ile ehliyet almak için girdiği direksiyon sınavında tanışıyoruz. Belli ki bu genç kadının hayatının kontrolüyle ilgili sıkıntıları var! Bir telefon onu baba evine yani Urla’ya döndürüyor. Küçük kız kardeşiyle yaşayan, doktor olduğunu anladığımız babası Nadir kısmi felç geçirmiştir. Halası da kendisinin bilmediği bir hastalıktan mustariptir. Defne, bir yandan babasıyla ilgilenirken bir yandan da halasına bakar. Evde hizmetli olarak çalışan Mari adlı bir kadın da yaşamaktadır.
Bir sabah halanın intiharına uyanır ev. Ancak içtiği ilaçlar reçeteli değildir ve bir dizi ihmal sonucu polis ve savcı sürece dahil olur. Bu dönem Defne ile Nadir’in hem birbirlerini tanıma hem de geçmişin hasarlarını deşme/düzeltme fırsatı sunar bir yandan. Ama öte yandan ilişkilerini büyük bir uçurumun kenarına da getirir.
Pamuk ipliğine bağlı itibarların, bir anda yitip gidecek saygınlıkların korunması için göze alınacak ve alınamayacakların çıkartılıp masaya konulduğu bir anlatıya sahip “Sardunya”. Küçük gibi görünen bir ihmali düzeltmek için birbiri ardına eklenen iyi niyetlerin hiçbir hükmünün olmayacağına dair bir film aynı zamanda. Kaybedecek çok şeyi olanların, kendisinden daha altta gördüklerine kazanç vaat ederek kendilerini kurtarmaya çalıştıkları bildik bir hikaye öte yandan… “Sardunya”, sinemanın (ama bizimkinin son dönemde gereğinden çok fazla) önemli temalarından vicdana da alan açıyor haliyle. Defne’nin gidip gelen vicdan muhasebelerinin, kendisini ve babasını düşürdüğü, düşüreceği durumların hesaplarının da tutulduğu bir anlatı.
Ama tema ve hikayesinin güçlü yanlarına rağmen tonu konusunda sıkıntılar yaşayan bir film “Sardunya”. Hangi atmosferde geçeceğine, hangi dili konuşacağına bir türlü karar verilememiş gibi. Tam karanlık olacakken ferah alanlara, biraz sınıf ilişkilerine girecekten vicdan muhasebelerine dönüp güvenli sularda kalmak istiyor gibi. Kuşkusuz bu tür geçişlerin yer aldığı yapımlar var ama iyi tasarlanmış işler onlar. Burada ise kararsızlıktan kaynaklı bir oynaklık söz konusu sanki. Film boyunca Defne’nin yaşadığı ikilemin, vicdan azabının gideceği yer başka olacak gibi hissettirip kararsız bir yerde bırakılıyor seyirci. Ama bu sarsıcı bir etki için değil de, “olaylar öyle geliştiği” için sanki. Haliyle, Defne’nin çekildiği karanlık alana ışık sızıyor kimi yerlerden.
Bu kararsızlıklarına rağmen dikkat çekici bir ilk film “Sardunya”. Çağıl Bocut’un ilk sonraki filmlerini merakla beklemek için birçok sebep sunuyor bizlere. Yalnızca yönetmen için değil, başrol oyuncusu İlayda Elif Elhih için de aynı şeyleri söylemek mümkün.