21.8 C
Ankara

Hayaldi gerçek oldu: KHK’lı koşullarında eşitlenmek

Paylaş:

7 Şubat 2017’de Ankara Üniversitesi’ndeki bütün barış imzacıları toptan ihraç edildi. Toptan diyorum, zira gerçekten de toptan bir ihraçtı bu. Bu ihraçların içinde daha önceden Rektör İbiş’in “imzanızdan vazgeçerseniz, görevden atılmanızı engellerim” diyerek verdiği teminata güvenip imzasını geri çeken meslektaşlarımız da vardı. Bu ihraçların içinde barış bildirisine imza verdikten bir süre sonra istifa edip çoktan akademisyenlikten vazgeçip başka mesleklere yelken açanlar da vardı, istifasını verdikten sonra çoktan doktorasına devam etmek için yurtdışına çıkmış ve yurtdışındaki üniversitelerde iş bulmuş olanlar da vardı. Toptancılığın, hukuksuzluğun, ahlaksızlığın ve vicdansızlığın resmini çekmek isteseniz bu kadar net bir çekim olmazdı sahiden de. İmzasını geri çeken meslektaşlarımızı “hakkını yemeyelim” Rektör İbiş bir sonraki KHK ile geri aldırttı. Adam sözünün eri çıktı yani! Bu konuda sözünün eri çıktığı gibi pek çok başka konularda da sözünün eri çıktı İbiş. O konularda da hakkını yememek lazım!

İBİŞ AKADEMİK İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN TABUTUNA SON ÇİVİYİ ÇAKTI

Bu aslında içten içe beklenen, ama olmasına çok da ihtimal verilmeyen, verilmek istenmeyen toptan kıyımın ardından bütün ihraçlarla içerde kalan istisnai bazı akademisyen arkadaşlarımız ve tabi ki destek veren öğrencilerimizle birlikte 10 Şubat 2017 tarihinde Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde büyük bir forum yapmaya karar verdik. Bu foruma başka üniversitelerden pek çok meslektaşımız ve milletvekilleri de katılmak istedi, katıldı. O gün Bay İbiş, verdiği diğer sözlerden en önemlisini de yerine getirdi. Akademik ifade özgürlüğünü yerlere serdi ve bu özgürlüğün tabutuna son çiviyi de çaktı. İbiş’in dekanları, senato ve yönetim kurulu üyeleri bu tabuta çakılan çiviler gibi davrandı. Her biri şimdi o tabutun tahtalarında hak ettikleri yerlerini almış ve tarihe o şekilde geçmiş durumdalar. Metaforu bırakıp açıkça yazayım. O gün bu forumu yapmak isteyen üniversite bileşenleri ile şimdiki rejimin yılmaz savunucuları olan polisler arasında “mübalağa cenk olundu”. Geçtiğimiz yıl kayyım rektörü protesto eden Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerini kampüse sokmamak için kampüs kapısına kelepçe vuran polislere benzer polisler, Cebeci Kampüsü’nün kapısını üniversitenin asıl bileşenlerine dar ettiler. Kampüste forum yapılmasına izin verilmeyen hocalar ve pek çok destekçiyi bu polisler Kızılay’a kadar kovaladı. Bu kovalamaca hepimizin kişisel hafızasına kazındığı gibi ülke ve bence dünya akademik tarihine de zifiri karanlık harflerle kazındı. Hafızalarımıza bir şey daha kazındı: Akademik özgürlüğün simgesi olarak gördüğümüz cüppeler üzerinde tepinen polislerin görüntüleri. Tam da bu nedenle başta Eğitim Sen’in de katkılarıyla 10 Şubat Dünya Akademik Özgürlük Günü olarak kabul edildi. Artık bu gün, akademik özgürlüğe kıymet veren akademisyenlerin hafızasından çıkmamak üzere yerleşir umarım.

PEK ÇOK İNSAN KHK’LI BARIŞ İMZACILARINI GÖREVE İADE EDİLDİ SANIYOR

Ben bu girizgâhı aslen üzerinden beş koca yıl geçmesine rağmen, KHK ile hukuksuz şekilde ihraç edilmiş bizim gibi akademisyenlerin hala görevlerine iade edilmediğine, hala öğrencilerinden uzak tutulduğuna, başka ülkelerde dersler verip araştırmalar yapabiliyorken Türkiye’de özel ya da kamu herhangi bir üniversitede tek bir satır ders anlatamadığına ve herhangi bir bilimsel araştırma için herhangi bir kurumdan tek bir fon alamadığına dikkat çekmek için yaptım. Hala pek çok insan barış imzacılarının üniversitelerde çalışamadığını anladığım kadarıyla çok iyi bilmiyor. Karşılaştığım bazı insanlar, “aaa siz görevinize iade edilmediniz mi?” diye soruyor. Aslında insanlar haksız da değiller. Açılmış bütün davalardan beraat etmiş ve atılmasının üzerinden koskoca beş yıl geçmiş akademisyenler, çoktan görevlerine iade edilmeliydi, değil mi? İnsan bir an şaşırıyor haliyle. Ancak durumun vahameti bu şaşkınlıkta yatıyor asıl olarak. Ateş düştüğü yeri yakar diye bir söz vardır. Bu ölüm için kullanılan bir sözdür aslen ve bir kaybın asıl acısını en yakınındakilerin çektiğini, uzaktan duyanların bu acıyı tam olarak anlayamayacağını anlatır. Ancak bu sözü aslında yaşanan hukuksuzluklar, baskılar ve zulümler için de kullanmak mümkün. Bir farkla bu tür baskı, hukuksuzluk ve zulümler sadece düştüğü yeri yakmaz, toplumun tümünü yakar, kavurur.

‘BİR KİŞİYE YAPILAN HAKSIZLIĞIN TÜM TOPLUMA YAPILDIĞINA İNANILIR’

Uğur Mumcu 1967 yılında şöyle yazar: “Demokrasilerde demokrasiye inanmış olanlar, bir toplumda bir kişiye yapılan haksızlığın bütün topluma yapıldığına inanırlar.”[1] Bu, belki de anayasanın eşitlik ilkesini en güçlü anlatan cümlelerden birisidir ve bunu kendini demokrat, özgürlükçü, eşitlikçi olarak nitelendiren pek çok insanın döne döne okuması gerekir. Beş yıl önce, hiçbir savunmasına başvurulmadan, hukuki tüm teamülleri altüst ederek görevlerinden atılan binlerce KHK’lının ezici çoğunluğu OHAL koşullarında kurulan ve hala görevini sürdüren OHAL Komisyonu tarafından görevine iade edilmedi. Komisyonun 2021 faaliyet raporuna göre, “31/12/2021 tarihi itibariyle Komisyona yapılan başvuru sayısı 126.783’dur. 22 Aralık 2017 tarihinden itibaren karar verme sürecine başlamış olan Komisyon tarafından, 31/12/2021 tarihi itibariyle verilen karar sayısı (16.060 kabul, 104.643 ret olmak üzere toplam 120.703) dikkate alındığında, incelemesi devam eden başvuru sayısı 6.080’dir.”[2] Düşünün kurulmasının üzerinden beş yıl geçmiş bir komisyon hala yapılan başvuruların 6.080’inin sonuçlandırmamış. Başvurusu sonuçlandırılmayan kişilerin birer sayıdan ibaret olmadığını bu satırların yazarı yakından biliyor. Zira benim başvurum da geçtiğimiz yılın sonlarına doğru sonuçlandırıldı, tabi ki olumsuz sonuçlandı. Şu anda OHAL Komisyonu’nun verdiği kararı benim hukuki vicdanımın anlamadığı şekilde İdari Mahkeme tarafından tekrar sorgulanacak. OHAL Komisyonu, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karara rağmen ve bu karara istinaden, verdiğimiz imzalar dayanak gösterilerek ağır ceza mahkemelerinde açılan ceza davalarının beraatla sonuçlanmış olmasına rağmen başvurularımızı reddetti, yani “Türkiye sınırları içindeki herhangi bir üniversitede çalışamaz” dedi.

HUKUKSUZLUĞA DOĞRUDAN MUHATAP OLMAYANLAR İTİRAZ ETMEZSE…

Neyse hukuki mülahazalara gerçekten benim aklım ermiyor. Benim derdim ve dikkat çekmek istediğim nokta başka. KHK’lar tüm hızla devam ederken toplumun büyük bir kesimi muhtelif gerekçelerle sustu. Bizim gibi barış imzacılarını devlete sadakat göstermedi, PKK’yı ve Kürtleri destekledi diye düşünerek gözden çıkardı, sustu toplumun büyük kesimi. Pek çoğunun ihracını FETÖ’cü diyerek önemsemedi. Bazılarına göre bunlar zaten çoktan layığını bulmuştu. Oysa şu andaki tek adamın ifadesiyle “bunların akıllıları çoktan ülkeyi terk etmişti” zaten. Geriye kalanlar ve KHK ile ihraç edilenler ya da hapislere tıkılanlar, aynı beyefendinin ifadesine göre akılsızlardı. Oysa bunlar gerçekten akılsızlar mıydı, yoksa kendilerini kurtaracak kadar güce ve ilişki ağına sahip olmayan gariban insanlar mıydı? Bugün Milli Savunma Bakan Yardımcılarından birisinin zamanında Fetullah Gülen’e övgüler düzen bir kişi olduğu[3] ortaya çıkınca, bu gariban “akılsızlara” yapıştırılan yafta ve bu yaftaya dayanarak hukuksuz bir şekilde sefalete terk edilmesi kimin umurundadır acaba? Bu cemaatten nefret edebilirsiniz, pek çok başka cemaatten de hiç hazzetmeyebilirsiniz, bir akademisyen ya da bir grup akademisyen tarafından devlete yapılan eleştiriyi, “hainlik” olarak nitelendirilebilirsiniz. Ancak, eğer demokrasi ile yönetildiği iddia edilen bir hukuk devletinde yaşıyorsanız, dayanacağınız tek temel hukuktur. Hukuka aykırı yapılan her işleme, bu hukuksuzluğun doğrudan muhatabı olmayanlar tarafından da itiraz edilmezse, bu hukuksuzluk toplumun tümünü sarar. Bugün bu noktadayız.

YURTTAŞLARIN BÜYÜK ÇOĞUNLUĞU KHK’LI KOŞULLARINDA EŞİTLENDİ

Biz barış imzacılarının imza verdiği metin kamuoyuna ilk duyurulduğunda, başta siyasiler olmak üzere, pek çok yetkili, yetkisiz, mafya lideri, gazeteci, köşe yazarı hakkımızda hüküm vermişler, “bunları sivil ölü” haline getirmek lazım demişlerdi. “Bunlar ağaç kökü yesinler” diyenler de olmuştu. Bu hükümlerin verilmesinin üzerinden çok değil altı ay geçmeden bir darbe girişimi oldu ve bu darbe girişimi sonucunda olaylar hızla gelişti. Uzun süren OHAL koşullarında rejimi kökten değiştiren bir referandum yapıldı. Referandumun ardından değişen rejimin tek adamı belirlendi. Bu tek adam rejimi altında, ülkenin bu rejime destek vermeyen neredeyse tüm yurttaşları, KHK’lı yurttaşlar mertebesine indirildi. Bugün, zamanında KHK’lılar için önerilen sivil ölü olma hali çok yaygın bir pratik haline geldi. Yurttaşların pek çoğu ağaç kökü yemiyor olsa bile pazar yerlerinden çürük meyve sebze toplayarak hayatta kalmaya çalışıyor. Çok küçük bir azınlık dışında yurttaşların büyük bir çoğunluğu devlet kapısında iş bulma umudunu da şansını da tümüyle yitirmiş durumda. Ülkenin yetişmiş doktorları bir bir yurtdışında çalışmaya gidiyor. Devletin barınacak yer sağlamadığı ülkenin üniversite çağındaki gençleri cemaat yurtlarına mahkûm ediliyor ve bu mahkûmiyete dayanamayan bazıları canlarına kıyıyor. Üniversite çağındaki pek çok genç, ülkede iş bulma ve insanca yaşama umudunu yitirdiği için, yurtdışına nasıl kapağı atarım düşüncesinin peşinden koşuyor. Bir zamanlar, yurtdışında eğitim alıp, ülkesine yararlı yurttaş olma hayalleri kurulurken, şimdilerde ülkeden nasıl kaçarım kâbuslarına uyanıyor yeni nesil.

2017 yılında ihraç edildikten sonra, 2020 yılının Şubat ayına kadar pasaportuma tahdit konuldu ve bu süre içinde yurtdışına çıkmam mümkün olmadı. Bu tahdit nedeniyle, belki de yurtdışında yeni bir hayat kuracakken, bu iktidar bu ihtimali de yok etti. Bugün ekonomik kriz, döviz artışı ve yoksulluk nedeniyle pek çok yurttaş fiili bir tahditle karşı karşıya ve istese de ülke dışına çıkamıyor. Geçtim pasaportuna tahdit konulmasını pek çok yurttaş pasaport alacak maddi imkana bile sahip değil. AKP bir zamanlar, gerçekleştirdiği icraatlar için “hayaldi gerçek oldu, yaparsa AKParti yapar” şeklinde bir slogan kullanıyordu. Uzun zamandır savunabileceği bir icraat olmadığı için bu sloganı unutmuş görünüyor. Bu sloganı yeniden hatırlatmak gerekiyor. Bugün AKP, destekçileriyle birlikte kurduğu tek adam rejimiyle bir kâbusu gerçek kıldı ve tüm ülkeyi KHK’lı koşullarında eşitledi. Sahiden de hayaldi gerçek oldu.

[1] Kim, 7 Temmuz 1967.

[2] Merak edenler raporun detaylarına şu linkten ulaşabilir: https://ohalkomisyonu.tccb.gov.tr/docs/OHAL_FaaliyetRaporu_2021.pdf

[3] Ayrıntılar için bakınız: https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/baris-pehlivan/sen-misin-erdoganin-sozunu-dinleyen-1906616?utm_medium=Kose%20Yazisi&utm_source=Cumhuriyet%20Anasayfa&utm_campaign=Kose%20Yazisi

Yazar Hakkında

Tezcan Durna, yüksek lisans ve doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalında tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde 2002 yılında araştırma görevlisi olarak başladığı görevine 2017 Ocak ayında görevinden uzaklaştırılana kadar devam etmiştir. Barış İmzacısı olması nedeniyle KHK listesine adı eklenerek akademiden uzaklaştırılan Durna, çalıştığı kurumda Haberi Okumak, Haber Sosyolojisi, Medya ve Etik, Etik Modernite ve İletişim, Şiddet Siyaset ve Medya, Akademik Araştırma, Yazma ve Sunma gibi lisans ve yüksek lisans düzeyinde dersler vermiştir. 2011-2012 yılları arasında TÜBİTAK Doktora Sonrası Araştırma Bursu ile Amsterdam’da bulunan Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsünde çalışmıştır. Medyada temsil, basın tarihi, medya ve etik, medya sosyolojisi, yeni medya etnografisi, Türkiye’de aydınlar gibi konularda ulusal ve uluslararası akademik mecralarda yayınlanmış çok sayıda eseri mevcuttur. Halen Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfının Genel Yayın Yönetmenliğini yürütmekte, Almanya’daki Duisburg-Essen Üniversitesi’nde dersler vermektedir.

Tezcan Durna
Tezcan Durna
Tezcan Durna, yüksek lisans ve doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalında tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde 2002 yılında araştırma görevlisi olarak başladığı görevine 2017 Ocak ayında görevinden uzaklaştırılana kadar devam etmiştir. Barış İmzacısı olması nedeniyle KHK listesine adı eklenerek akademiden uzaklaştırılan Durna, çalıştığı kurumda Haberi Okumak, Haber Sosyolojisi, Medya ve Etik, Etik Modernite ve İletişim, Şiddet Siyaset ve Medya, Akademik Araştırma, Yazma ve Sunma gibi lisans ve yüksek lisans düzeyinde dersler vermiştir. 2011-2012 yılları arasında TÜBİTAK Doktora Sonrası Araştırma Bursu ile Amsterdam’da bulunan Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsünde çalışmıştır. Medyada temsil, basın tarihi, medya ve etik, medya sosyolojisi, yeni medya etnografisi, Türkiye’de aydınlar gibi konularda ulusal ve uluslararası akademik mecralarda yayınlanmış çok sayıda eseri mevcuttur. Halen Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfının Genel Yayın Yönetmenliğini yürütmekte, Almanya’daki Duisburg-Essen Üniversitesi’nde dersler vermektedir.

━ bu yazardan

Zifiri karanlıkta gözlerden akamayan iki damla yaş

Baştan uyarayım, bu yazıda bolca kişisel hikâye vardır. Ancak bütün bu kişisel...

Kültürel hegemonya tamam, sıradaki!

Yüksek lisans tezimi yazarken, ele aldığım konu Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne adaylık süreciyle...

Oto sansürün dayanılmaz cazibesi

“Çatışmayı tatsız bulmak, çıkarları bu çatışmalar tarafından tehdit edilenler için hoştur.” Terry Eaglaton Dilimizde...

Sapık

Babam hayattayken, kendi babasından aldığı elle az biraz marangozluktan anlardı. Bu becerisiyle...

700 yıllık bir çınar ağacı kurursa

“Çalılık nerede? Gitmiş! Ve kıvrak taylarla av hayvanlarına elveda demek nedir? Yaşamın...

Alevi’nin yarası muktedirin havucu

“Hararet nardadır, sacda değildir Keramet baştadır, taçta değildir Her ne arar isen kendinde ara Kudüs’te,...

Suskun

Suskun, birileri tarafından susturulmuş, baskılanmış, konuşmasına ve meramını anlatmasına izin verilmemiş kişi...

Üniversiteler çoraklaşırken rektör egoları semiriyor

Doksanlı yılların ortaları, tam da bu zamanlar. Üniversite sınavlarının kısaltılmış adları o...

Şeffaflığın despotluğu

“Kamusal alanın ortadan kaybolması, içine mahrem ve özel meselelerin döküldüğü bir boşluk...

Acısız hayatlar

“Acı artık ilaçlarla mücadele etmeyi gerektiren anlamsız bir kötülüktür.” Byung Chul Han-Palyatif Toplum “Yaşarsın...

Özgürlük vaat edenlere koşulsuz inanmak özgürlüğün en büyük düşmanıdır

Dünyaya elinde güç olduğu halde bu gücü kullanmaktan imtina edecek kadar güçlü...

Yozlaşma

Bütün sözcüklerin olduğu gibi yozlaşma sözcüğünün de kullanıldığı bağlam çok önemlidir. Bu...

━ son bir haftada

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz