19.9 C
Ankara

Gazeteci hayatta kalmalı evet, ama tek hedefi de hayatta kalmak mı olmalı?

Paylaş:

Geçtiğimiz günlerde, Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nda Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Mutlu Binark’ın Basın Hukuku dersini alan öğrencilerini ağırladık. Dersin konusu araştırmacı gazetecilikti. Dersi vakfın gazetecilik kursunda da ders veren gazeteci Rahmi Yıldırım anlattı. Sık sık araştırmacı gazeteciliğin zorluklarından bahsedildi. Bu bahisler sırasında özellikle adına vakıf kurulan araştırmacı gazeteci Uğur Mumcu yâd edildi. Elbette Mumcu’nun sıklıkla bahse konu olmasının en önemli nedeni, O’nun araştırmacı gazetecilik yaparken, güç odaklarının huzurunu kaçırması ve bu nedenle de hayatına kast edilmesiydi. Geçtiğimiz günlerde yine yerel düzeydeki güç odaklarını rahatsız eden Kocaeli Ses Gazetesi’nin sahibi ve muhabiri Güngör Arslan’ın da hayatına kast edildi ve Türkiye tarihinin bilmem kaçıncı gazetecisi hayattan koparıldı. Bütün bu anlatılanlar, aralarında belki bir ya da ikisi gazeteci olma ihtimali olan öğrencileri çok da etkilememiş göründü. Zira dersin sonunda bir ya da iki yarım ağız soru geldi sınıftan. Biz ağzı kalabalık hocalar tabi ki kendimizi tutamadık. Özellikle kısa olmasına dikkat ederek ben de öğrencilere küçük bir tirat çektim. Söylediklerimin özeti şuydu: “gazetecilik sadece gazetecileri ilgilendiren bir meslek değil, gazetecilerin yazdıkları da sadece gazetecileri ilgilendiren şeyler değil. Gazetecilik kamusal bir iştir. Gazeteci kamunun bilme hakkına hizmet eder; yazdığı, anlattığı şeyler kamunun bilgilenmesini ve ona göre tavır almasını sağlayacak şeylerdir. Eğer gazeteci, haber yapamazsa, yapmazsa kamuoyu, devletin derinlerinde nelerin olup bittiğini, kendilerine ne yalanlar söylendiğini anlayamaz ve yöneticiler halkı kandırarak yollarına devam ederler”. Aslında herkesin bildiği ama sanırım sürekli hatırlanması ve hatırlatılması gereken hakikatlerdi bunlar.

‘SON ZAMANLARDA KARŞILAŞTIĞIM EN AYDINLATICI SORU’

Ders bittikten sonra bir öğrenci geldi ve bana belki de son zamanlarda karşılaştığım en aydınlatıcı soruyu sordu: “Hakikati öğrenmeyi arzu etmeyen bir halka hakikati anlatmak için neden kendimi zorlamam gerekiyor? Bu sorumluluğu bana kim yüklüyor? Üstelik de bu hakikati anlatmak, içinde hem hayati risk barındırıyor hem de iş bulmamı, hayata devam etmek için para kazanmamı engelliyor.” İtiraf etmem gerekirse, soruya yanıt verirken, kızgınlık, şaşkınlık, afallama, tedirginlik olmak üzere bir sürü duyguyu ve haleti ruhiyeyi aynı anda deneyimledim. Kızgınlığımı bastırmaya çalışarak, günümüzde örnek verebileceğim hiçbir büyük anlatı bulamadığım için 18. 19. Yüzyıldan modernist anlatılara referans vererek ikna etmeye çalıştım arkadaşı. Ben anlatmaya çalıştıkça arkadaş sordu, o sordukça ben çırpındım, ben çırpındıkça o daha çok soru sordu. Benim verdiğim yanıtın özeti şuydu: Bir toplum içinde yaşıyoruz. Bildiğimiz gerçekleri topluma anlatmazsak o toplumun selameti tehlikeye girer. Toplumun selametinin tehlikeye girmesi, bireysel olarak bizim açımızdan da iyi olmaz. Yani aslında toplumun iyi olması dolaylı yönden bizim de iyi olmamıza yol açar. Dolayısıyla toplumun gerçekleri bilerek sağlıklı bir yönde devam etmesi, bireysel olarak bizim de çıkarımıza olan bir şeydir. Anlattığım şey kısmen 19. Yüzyıl Faydacılarının varsayımlarıyla örtüşüyordu. Sorulan sorunun naifliği, benim gibi siyah beyaz televizyonu görmüş, tek kanallı televizyon çağında çocukluğu ve ilk gençliği geçmiş birisi için hem şaşırtıcı hem de öfke uyandırıcıydı. Ancak soruya yanıt bulmaya çalışırken bulmaya çabaladığım argümanlar, modernist büyük anlatılardan oluşan hakikat rejiminin günümüz yeni nesilleri için ne kadar etkisiz hale geldiğini iyice anlamama yol açtı.

YENİ İLETİŞİM TEKNOLOJİLERİNİN YARATTIĞI NESİL FARKI

Yeni iletişim teknolojilerinin yarattığı sınırsız iletişim olanakları, kişiselleştirilmiş içerikler, her kullanıcının kullandığı platformlara gönüllü içerik üreticisi olarak hizmet vermesi, verdiği hizmetin karşılığını bir şekilde hem ego tatmini, hem de maddi olarak alma ihtimalinin olması gibi unsurlar kamu, toplum, toplumsal sorumluluk gibi kavramlara ve bunların içinde ve karşısında konumlanan özneye her geçen gün yeni anlamlar ve yükümlülükler yüklüyor. Bir zamanlar, topluca televizyonun karşısına geçip fenomen olmuş dizi ve programları izleyen bir nesille, her türlü içeriği tek başına elindeki tablet ya da telefonlardan izleyen neslin topluma ve toplumsal olan her şeye yüklediği anlamlar elbette farklı olacaktır. Dersin sonunda karşılaştığım naif sorunun, aynı zamanda doğduğundan beri tek bir iktidar değişimi görmemiş, belki de ahizeli telefona elini sürmemiş, jetonlu telefonun ne olduğunu bilmeyen bir bireyden gelmiş olması şaşırtıcı değildir. Bu soru aynı zamanda da nesiller arasındaki epistemolojik kopuşun ve inanç ve ilkelerimizi üzerine oturtmaya çalıştığımız kerteriz noktalarındaki uçurumun da en belirgin göstergesi olarak duruyor. Bu keskin kopuş, yeni nesillerin yeni toplumsal ilişkilere, yeni normlara, yeni yeni anlamlara ihtiyaç duyduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Ancak bildiklerimizi, belki onlara ufuk açacak normatif değerlerimizi, onları hayata tutunduracak kerteriz noktalarını onların diline tercüme edecek yeni yollar ve yöntemler bulmamız gerekecek.

‘BU ÇAĞDA ÖĞRETMEN, HOCA, DİN ADAMI OLMAK ZOR’

İtiraf etmek gerekirse, bu dönemde öğretmen, hoca, din adamı, aydın, entelektüel ve kanaat önderi olmak bir hayli zor. Kendini kanaat önderi olarak tanımlayan birisinin, bana gelen soruya benzer bir soruyla karşılaştığı zaman bildik ezberlerle yanıt verdiği zaman nasıl bir tepkiyle karşılaşacağını kestirebilmesi gerekir. Bildik ezberlerle verilen yanıtlara gelen tepki “ok boomer!” olacaktır büyük ihtimalle. Ancak bu diyaloğu ve etkileşimi olanaksız hale getiren reaksiyona mahal vermemek belki de elimizdedir. Bu nesli anlamaya çalışarak ve onlara ufuk açacak bizim neslimize ait “hakikat rejiminden” kalan normatif değerleri o nesle aktarabilmenin bir yolu, yordamı olmalı.

FARUK BİLDİRİCİ GAZETECİLİK İLKELERİ DOĞRULTUSUNDA ELEŞTİRİ GETİRİYOR

Açıkçası Faruk Bildirici ile Nevşin Mengü arasındaki “gazeteci influencer olmamalı!” tartışmasına bir miktar bu perspektiften bakmak gerektiğini düşünüyorum. Faruk Bildirici, Türkiye’nin en önemli gazetelerinden birisinde uzun yıllar hem gazetecilik hem de ombudsmanlık yapmış olmasına ve bu pozisyonun vermiş olduğu üne rağmen, tevazuundan ve beyefendiliğinden hiçbir şey kaybetmemiş bir gazeteci. Hürriyet’ten emekli olduğundan bu yana yapmaya devam etmekte ısrarlı olduğu fahri ombudsmanlığı sırasında, eleştirdiği her olayda tutarlılığını ve ilkelere bağlılığını tek bir gün bırakmadı. Yaptığı eleştirileri hiçbir zaman kişiselleştirmedi. Nevşin Mengü’ye karşı herhangi bir kastı olduğunu, herhangi bir gazeteciye karşı herhangi bir kişisel kastı olduğunu hiç sanmıyorum. Yaptığı eleştirilerin tamamen yıllardan bu yana kamusal yayıncılık ilkelerine hizmet etmek adına geliştirilmiş gazetecilik ilkelerine dayandığı ortada. Ancak Faruk Bildirici, aynı zamanda büyük ölçüde geleneksel medya yayıncılığı zamanında şekillenmiş ve halen yeni iletişim teknolojileri içerisinde büyümüş ve değerleri bu teknolojilerin sağladığı yayıncılık olanakları içerisinde gelişmiş yeni neslin anlamakta büyük ölçüde güçlük çektiği ilkelere de yaslanarak eleştiri getiriyor. Kuşkusuz bazı değerler, teknolojik gelişmelerle tamamen yok olmaz. Ancak bu değerleri yeni neslin anlayacağı bir dile tercüme etmeye de belli ki ihtiyaç var.

GAZETECİLİK KRİZ İÇİNDE AMA YOZLAŞAN DEMOKRASİLERİN PANZEHRİ DE YİNE GAZETECİLİK

Gazetecilik mesleği her anlamda kriz içinde. Mesleğe yüklenen anlam, bu krizden önemli ölçüde etkilenmiş durumda. Yeni iletişim teknolojilerinin ve sosyal medya platformlarının sağladığı olanaklar bir yandan haberciliği, yayıncılığı, içerik üreticiliğini olağanüstü şekilde kolaylaştırırken, diğer yandan da niteliksiz içeriklerin ve yalan yanlış bilgilerin sınırsız şekilde dolaşıma girmesine yol açıyor. İşin bir de ekonomi politik boyutu var. Pek çok geleneksel medya kuruluşu, sosyal medya platformları karşısında reklam gelirlerini kaybedince küçülmeye gitti ve bu küçülme pek çok fenomen ve yıldız gazeteciyle birlikte pek çok muhabiri de işinden etti. Türkiye, iyi, nitelikli ve tabi ki yıldız gazeteciler açısından ek pek çok baskı ve sorun alanıyla da dolu bir ülke kuşkusuz. Ancak dünya genelindeki resme baktığımız zaman, bütün alanlarda olan radikal dönüşümlerin gazetecilik alanında da yaşandığını kabul etmek gerekiyor. Bu koşullar altında gazeteciliği nasıl bir geleceğin beklediği henüz net değil. Net olan tek bir şey var. O da gazetecilik gibi bir kamusal hizmet mesleği, yozlaşan demokrasilerin en önemli panzehri olmaya devam edecek.

TEK REFERANS ÇERÇEVEMİZ DE HAYATTA KALMAK OLMASIN; DEĞİL Mİ?

Faruk Bildirici’nin Nevşin Mengü’ye getirdiği eleştiriye bizzat Mengü’nün, bazı gazetecilerin ve alan dışından bazı isimlerin gösterdiği tepkiyi bu kriz ve katastrofi ortamının yarattığı öfke ve çaresizlikle birlikte değerlendirmek gerekiyor. Sorulan soru şu: “Gazeteciler, nasıl para kazanacak, nasıl hayatta kalacak?” Bu yakıcı soru, yazımın başında bahsettiğim öğrencinin bana sorduğu soru kadar naif, sarih ve çaresiz bırakıcı. Okuma alışkanlığı çok kısıtlı, dünyaya ve hayata dair bilgi ve haberleri kendi referans çerçeveleri ölçüsünde etrafındaki fısıltı gazetelerinden almaya alışkın, hele de günümüzde taammüden yaratılmış siyasal kutuplaşmanın içerisinde hakikate değil de, kendisini avutacak hayallere ihtiyaç duyan genişçe bir halk kitlesine yönelik olarak gerçeği arayan bir gazetecilik yapmak bir hayli zor. Yazdığım her yazıda, gazeteciye ve gazetecilik mesleğine halkın sahip çıkması gerektiğinin altını özellikle çizmeye çalıştım. Nevşin Mengü de, bu gerçekten hareketle “hesap vereceği tek merciin izleyicisi” olduğuna dikkat çekmiş Twitter’dan verdiği yanıtta. Dikkat çektiği nokta, doğru olmakla birlikte, üslup tamamen arz talep dengesine dayanan liberal bir yaklaşımın nobranlığıyla malul. Bu nobranlık, içinde ilkesiz bir çoğunlukçuluğu da barındırıyor. Bir yandan iktidarın çoğunlukçu siyasal stratejisine kafa tutup, bu stratejinin mağduru olarak piyasada tutunmaya çalışırken, diğer yandan bu stratejiyi işine geldiği gibi lehine olacak şekilde eğip bükmek ve ait olmadığı bir neslin üslubuyla “ok boomer” diyerek yan çizmek sadece Nevşin Mengü’ye değil maalesef aynı zamanda da bir kamu hizmeti olan gazeteciliğin saygınlığına da halel getirir. Elbette koşullar zor, memleket şartları çetin. Ancak her zorlu koşul bir yandan yeni yol yordam öğretirken, diğer yandan da bu yolların normlarını hazırlar. Gelecek nesillere elbette bildik ezberlerle, kendi epistemik referans çerçevelerimizi dayatmayalım da; “katı olan her şeyin hızla buharlaştığı” kaotik bir dönemde tek referans çerçevemiz de bir zahmet sadece hayatta kalmak olmasın, değil mi? Sadece hayatta kalma motivasyonu benim aklıma nedense her zaman Dario Fo’nun o ünlü sözünü getirir: “Başımız dimdik yürüyoruz çünkü boğazımıza kadar bokun içindeyiz.”

Yazar Hakkında

Tezcan Durna, yüksek lisans ve doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalında tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde 2002 yılında araştırma görevlisi olarak başladığı görevine 2017 Ocak ayında görevinden uzaklaştırılana kadar devam etmiştir. Barış İmzacısı olması nedeniyle KHK listesine adı eklenerek akademiden uzaklaştırılan Durna, çalıştığı kurumda Haberi Okumak, Haber Sosyolojisi, Medya ve Etik, Etik Modernite ve İletişim, Şiddet Siyaset ve Medya, Akademik Araştırma, Yazma ve Sunma gibi lisans ve yüksek lisans düzeyinde dersler vermiştir. 2011-2012 yılları arasında TÜBİTAK Doktora Sonrası Araştırma Bursu ile Amsterdam’da bulunan Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsünde çalışmıştır. Medyada temsil, basın tarihi, medya ve etik, medya sosyolojisi, yeni medya etnografisi, Türkiye’de aydınlar gibi konularda ulusal ve uluslararası akademik mecralarda yayınlanmış çok sayıda eseri mevcuttur. Halen Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfının Genel Yayın Yönetmenliğini yürütmekte, Almanya’daki Duisburg-Essen Üniversitesi’nde dersler vermektedir.

Tezcan Durna
Tezcan Durna
Tezcan Durna, yüksek lisans ve doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalında tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde 2002 yılında araştırma görevlisi olarak başladığı görevine 2017 Ocak ayında görevinden uzaklaştırılana kadar devam etmiştir. Barış İmzacısı olması nedeniyle KHK listesine adı eklenerek akademiden uzaklaştırılan Durna, çalıştığı kurumda Haberi Okumak, Haber Sosyolojisi, Medya ve Etik, Etik Modernite ve İletişim, Şiddet Siyaset ve Medya, Akademik Araştırma, Yazma ve Sunma gibi lisans ve yüksek lisans düzeyinde dersler vermiştir. 2011-2012 yılları arasında TÜBİTAK Doktora Sonrası Araştırma Bursu ile Amsterdam’da bulunan Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsünde çalışmıştır. Medyada temsil, basın tarihi, medya ve etik, medya sosyolojisi, yeni medya etnografisi, Türkiye’de aydınlar gibi konularda ulusal ve uluslararası akademik mecralarda yayınlanmış çok sayıda eseri mevcuttur. Halen Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfının Genel Yayın Yönetmenliğini yürütmekte, Almanya’daki Duisburg-Essen Üniversitesi’nde dersler vermektedir.

━ bu yazardan

Zifiri karanlıkta gözlerden akamayan iki damla yaş

Baştan uyarayım, bu yazıda bolca kişisel hikâye vardır. Ancak bütün bu kişisel...

Kültürel hegemonya tamam, sıradaki!

Yüksek lisans tezimi yazarken, ele aldığım konu Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne adaylık süreciyle...

Oto sansürün dayanılmaz cazibesi

“Çatışmayı tatsız bulmak, çıkarları bu çatışmalar tarafından tehdit edilenler için hoştur.” Terry Eaglaton Dilimizde...

Sapık

Babam hayattayken, kendi babasından aldığı elle az biraz marangozluktan anlardı. Bu becerisiyle...

700 yıllık bir çınar ağacı kurursa

“Çalılık nerede? Gitmiş! Ve kıvrak taylarla av hayvanlarına elveda demek nedir? Yaşamın...

Alevi’nin yarası muktedirin havucu

“Hararet nardadır, sacda değildir Keramet baştadır, taçta değildir Her ne arar isen kendinde ara Kudüs’te,...

Suskun

Suskun, birileri tarafından susturulmuş, baskılanmış, konuşmasına ve meramını anlatmasına izin verilmemiş kişi...

Üniversiteler çoraklaşırken rektör egoları semiriyor

Doksanlı yılların ortaları, tam da bu zamanlar. Üniversite sınavlarının kısaltılmış adları o...

Şeffaflığın despotluğu

“Kamusal alanın ortadan kaybolması, içine mahrem ve özel meselelerin döküldüğü bir boşluk...

Acısız hayatlar

“Acı artık ilaçlarla mücadele etmeyi gerektiren anlamsız bir kötülüktür.” Byung Chul Han-Palyatif Toplum “Yaşarsın...

Özgürlük vaat edenlere koşulsuz inanmak özgürlüğün en büyük düşmanıdır

Dünyaya elinde güç olduğu halde bu gücü kullanmaktan imtina edecek kadar güçlü...

Yozlaşma

Bütün sözcüklerin olduğu gibi yozlaşma sözcüğünün de kullanıldığı bağlam çok önemlidir. Bu...

━ son bir haftada

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz