16.2 C
Ankara

Akademia’dan Üniversite’ye Bir Yolculuk-2

Paylaş:

Bir önceki yazımızda “Tarihe Tanıklık Eden Akademia’nın Gelişimi” başlığı altında bu kurumsal yapının kaynağına inmeye çalıştık. Bu yazımızda ise akademinin paralelinde üniversitenin tarihsel köklerine bakacağız. Üniversiteler daha ilk evrelerinde bile, akademide de olduğu gibi, en çok tartışılan konuların başında geldi. Bir taraftan laik iktidar bu kurumu kendi tekeline çekerken diğer taraftan da kilise buna karşı direndi. Üniversite yüzyıllarca bu iki odak arasında en önemli kapışma alanıydı.

FİLOZOFTAN ENTELEKTÜELE, AKADEMİA’DAN ÜNİVERSİTEYE

Üretim ilişkilerinin farklılaşması ve kentlerin gelişmesiyle karmaşıklaşan siyasal ilişkiler filozofların yerini alabilecek yeni bir düşünür tabakasını yarattı. Antik Yunan’daki filozofların yerini yeni bir kentli sınıf olan entelektüeller aldı.

Bu kent yaşamında entelektüellerin ilk başlardaki görevi meslek yazmak veya öğretmek ya da ikisini birden veren, hocalık ve bilginliği profesyonel yapanlardı.

XII. yüzyılın kent entelektüeli kendini tam olarak bir zanaatkar, bir lonca mensubu gibi hissediyordu. İşlevi daha çok düşünce sanatlarının incelenmesi ve örgütlenmesiydi. Onlara göre sanat (ars) “tekne” (teknik)’dir, yani marangozluk veya demircinin ki gibi, hocanın uzmanlık alanıdır.

Lonca mensubu olan entelektüel, bilim ile öğretim arasında gerekli bağlantıyı kurmaya çalışmıştır. Artık bilimin biriktirilip saklanmasına inanmaya başlamışlar ve dolaşıma sokulmasına ikna olmuşlar. Okullar fikirlerin tıpkı mallar gibi ihraç edildikleri atölyelerdir. Hoca kentsel şantiyede, zanaatkar ve tüccarla aynı atılımda omuz omuzadır. Geriye kalan tek şey ise, zanaatkarlar için artık kominal hareketle gelişen lonca hareketinin içinde örgütlenmektir. Bu, hoca ve öğrenci loncaları örgütlendikleri yere, bir çok loncayı bir araya getirdiği için, genel birlik anlamına gelen üniversite adını verdiler.

Öğretmen ve öğrencileri bir araya toplama fikri daha çok Platon’da belirgin olarak ortaya çıkmıştır. Filozof Platon, Akademos bahçesinde öğretmen ve öğrencileri Akademia çatısı altında bir araya getirmişti. Bunun için üniversitelerin ilk hocası Platon ve ilk üniversite de Akademia diyebiliriz.

Günümüz üniversitelerinin öncülüğünü yapan ilk üniversite ise İtalya’nın bir kenti olan Bologna da XII. yüzyılda kuruldu.

Çeşitli loncaları bir araya getiren üniversitelerin kurulması sanıldığı kadar kolay olmamıştır. Bu loncaların oluşmakta olduğu kentlerde üniversite üyelerinin sayı ve niteliği, diğer iktidar odaklarını endişelendiren bir güç göstermektedir. Özerkliklerini bazen kilise iktidarıyla, bazen de laik iktidar odaklarıyla mücadele ederek kazanmışlardır. Bolonya’da, Paris’te, Oxford’da bu böyle kazanılmıştır. Örneğin 1219’da Dilenci Tarikatı üyelerinin üniversiteye girmeleri nedeniyle, Şansöylye (hükümet başkanı) bu yeniliğe karşı çıkmak istemiş ve son ayrıcalığını da kaybetmiştir. 1229-1231’deki büyük grev sırasında üniversite, piskoposun yargı yetkisinin dışına çıkmıştır.

Aynı çabalar laik iktidara karşıda yürütüldü. 1229’da Paris’te karşı karşıya gelen kralın kolluk güçleri ile öğrenciler arasında çıkan olaylarda kanlı sonuçlar yaşanmış, bunun üzerine üniversite özerkliğini daha da pekiştirmişti. Bu kavgada bir çok öğrenci krallık çavuşları tarafından öldürülmüştür. Bu nedenle de üniversitenin büyük bir bölümü greve giderek yeni haklar elde etmişti.

Üniversite loncaları bu kavgadan 1321’de galip çıktılar. En büyük silahları ise öncelikle birbirlerine bağlılıkları, tutarlılıkları ve kakarlılıkları yanı sıra kilise ve laik iktidarı grev ve kenti terk etme gibi bir silahı kullanmakla tehdit ederek ve gerçekten de kullanarak sağlamışlardır. Çünkü üniversiteler, her iki iktidar odağı için de avantaj sağlamaktaydı; bir müşteri kitlesi, danışman ve memurlar için yeganeydiler ve parlak bir prestij kaynağı oluşturmaktaydılar. Bunun için de onların bu savunma yöntemine karşı direnemiyorlardı.

Üniversite loncasının iç çelişkileri ve dıştan gelen baskılar üniversite loncasının örgütlenişini zorunlu kıldı. Bunlar eğitimin örgütlenmesi; programlar, sınavlar, ahlaki ve dinsel yapı, üniversite hocaları, kullanılan aletler (kitap vb), yöntem, alıştırmalar, gelir kaynakları vb.

Orta çağla birlikte XV. yüzyılın ikinci yarısında İtalya’da çeşitli üniversitelerin yanı sıra akademiler de kuruldu. Bunların en ünlüsü Floransa’da kurulan Marsilius Ficinius’un Platoncu Akademisi’dir. Bu akademi Platon’culuk ile Aristo’culuğu birleştirmeye çalışmıştır. Ayrıca felsefe dışı öğretilerle ve sanatlarla uğraşan akademiler de kurulmaya başlandı. Venedik’te Aldo Manuce (Aldo Manuzia)’nun kurduğu akademi, felsefe dışı konulara yönelirken Roma’da Pomponius Laetus’un kurduğu akademi arkeoloji ile uğraşmıştı. Yine Ankadia Akademisi de şiir üzerine kurulan bir akademiydi.

Yeni çağda bilimsel ve sanatsal akademiler bütün Avrupa’da yayıldı. Akademi deyimi bu kurumlarla, Platon öğretisi dışında bilim ve sanat kurumu anlamını kazandı. Bunlar arasında Fransa 1570 yılında Kral Charl XI. buyruğunda kurulan şiir ve müzik akademisidir. Yine Başbakan Kardinal Richeliev’nun buyruğuyla kurulan Fransız Akademisi bütün bilim ve sanat dallarında ulusal bir yön vermek ve çeşitli armağanlar ve yarışmalarla bilimcileri ve sanatçıları yüreklendirmek amacını gütmüştür. Bu akademinin bir diğer özelliği ise üye sayısını 40’la sınırlamış olmasıydı.

XVI. yüzyılda akademiler, felsefe ve edebiyatta öncü rol oynadılar. Bu akademilerin sayıları artarken amaçları ve uzmanlıkları belirlendi. Örneğin Julius Pomponius Laetus Akademisi arkeoloji araştırmalarıyla uğraşırken, Floransa’daki Accademia Della Crusca, İtalyan dilini araştırmakla uğraştı. Accademia del Cimento tümüyle bilimsel çalışmalar yaptı ve Accademia deglis Arcadi ise şiir sanatıyla ilgilendi.

Kilise ve skolastik üniversiteler akademilere şüpheci bir gözle baktı. Çoğu zaman meslek kuruluşları karşı çıksa da akademiler kurumlaşmak ve kendilerini bir tüzüğe bağlamak için daha sıkı kurallara bağlandılar.

İtalya dışına akademiler hızla yayılınca, Fransa’da Richelieus 1634’te Academie Française’yi kurarak, tüm düşünsel ve yaratıcı öğreticileri yönlendirme ve gözetme siyaseti izledi. Krallık 1655’te resim ve heykel akademisini kurdu. 1666’da yazıtlar ve edebiyat akademisi, 1669’da müzik akademisi, 1671’de mimarlık akademisi gibi akademiler kuruldu.

İngiltere’de, Prusya’da, İspanya’da, İsviçre’de edebi ve bilimsel nitelikte krallık akademileri kuruldu. Osmanlı’da ise 1848’de Harb Akademileri (Mektebi Fünun Harbiye Şahane), 1882’de Sanayii Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi), 1889’da Ticaret Mektebi, 1957’de de Gülhane Askeri Tıp Akademisi gibi akademiler kuruldu. Daha sonra da bu akademiler çeşitli alanlarda faaliyet yürüttü.

Güzel sanatlar akademisi Rönesans dönemi sonlarında, sanatçıların meslek kuruluşları içindeki zanaatçıların zanaatçı konumlarının dışına çıkma isteğinden doğdu. Tek ustanın yanında çıraklık yapmaya oranla daha geniş bir eğitim olanağı ortaya çıktı. Geçmiş sanatçılar üzerinde tartışmalar yürüdü. Ustaların eserleri incelenmeye başlandı. 19. yüzyılda ise Akademiler kesin kurallar getirdi. Bu akademilerin en büyük zaafı oldu. Kimileri resimde desenin önceliğini kabul ettirmek istedi, kimileri de değişik alanlarda kısırlaştırıcı kurallar koydu. İçi boş ve yaratıcılıktan yoksun bir ustalığın yerleşmesine yol açtı. Bunun üzerine genç sanatçı kuşakların başkaldırısı kimilerini romantizme, kimilerini de gerçekçilik ve izlenimciliğe yöneltti. Akademilerin bu handikapı kendiliğinden ve özgür yaratıcılığın tersine akademik öğretilere ve geleneksel estetik kavramlara bağlanarak akademizm hastalığına dönüştü. Bu çerçevede yetişen sanatçı, yazar veya edebiyatçı bunun etkisinde kaldı.

Sonuç itibari ile bilimsel düşünme ve özgür düşünme olmadığı sürece üniversite ve akademiler de gerekli sonucu vermezler: Bu yüzden de üniversitelerde, yüksek öğrenim kurumlarında ya da akademilerde “akademik özgürlük” olmadığı sürece araştırmacı ya da hocalar konu edindikleri problemleri, derslerinde veya yayınlarda bilimsel çalışma ve evrensel standartlarda görevlerini yerine getiremez. Üniversite ve akademiler yöneticilerin müdahalesine maruz kalmadığı sürece bilimsel araştırma ve tartışmalarda daha ileri gittiği de somut bir gerçekliktir.

Eyyüp DEMÎR kimdir?

Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümünü bitirdi. Özgür Üniversite’de sanat ve estetik dersleri verdi. 1994 yılında gazeteciliğe başladı ve halen gazetecilik yapmakta. Çeşitli televizyonlarda yapımcılık, sunuculuk ve temsilcilik görevinde bulundu. Yazarın kaleme aldığı ilk kitabı ‘Estetik’ ile birlikte toplamda 7 kitabı bulunmaktadır.

Eyyüp Demir
Eyyüp Demir
Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümünü bitirdi. Özgür Üniversite'de sanat ve estetik dersleri verdi. 1994 yılında gazeteciliğe başladı ve halen gazetecilik yapıyor. Çeşitli televizyonlarda yapımcılık, sunuculuk ve temsilcilik görevinde bulundu. Yazarın kaleme aldığı ilk kitabı ‘Estetik’ ile birlikte toplamda 7 kitabı bulunuyor.

━ bu yazardan

Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı Zülfü Livaneli mi?

Cumhur İttifakı ile Milet İttifakı arasındaki en çekişmeli konuların başında muhtemel cumhurbaşkanı...

‘Andımız’ acaba ‘Sonda Me’ Olursa CHP ve MHP ne hisseder?

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, Danıştay 8. Dairesi’nin Öğrenci Andı’nı kaldıran Milli...

Devlet Bahçeli’nin Kürtçülüğe katkıları!

Günümüzde Türk milliyetçiliğinin öncü aktörü konumunda olan MHP lideri Devlet Bahçeli’dir. Bahçeli,...

AKP’nin aynı gün içindeki farklı iki eylem planı

AKP Genel Başkanı/Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 2 Mart günü “İnsan Hakları Eylem...

Türkiye’de Kürt Sorunu ve Çözüm Tartışmaları

Garê operasyonuyla Kürt sorunu tekrar gündemin ana meselesi haline geldi. Türkiye’de...

Ankara’daki siyasi trafik ve HDP’ye dönük nezaketsizlik

Trafik deyince hemen herkesin aklına İstanbul’daki araç trafiği gelir, fakat son dönemlerde...

Erdoğan Hep Başbakan Başbakan Hep Erdoğan

Süleyman Demirel 1965-1993 tarihleri arasında yedi farklı hükümette toplam 10 yıl 5...

Akademia’dan Üniversite’ye Bir Yolculuk (1)

Geçtiğimiz günlerde Boğaziçi Üniversitesi'ne Cumhurbaşkanı kararnamesi ile rektör atanmasına tepki gösteren ve...

‘Çanak Çömlek Mahkemesi’

Eyyüp Demir Yazının başlığına bakarken tebessüm etmemek elde değil. Hemen söyleyeyim,...

‘Suskun kadın davası’ ve kadın cinayetleri

Eyyüp DEMİR Her yıl kendine özgüdür, bazı yıllar insan belleğinde anımsamayı...

━ son bir haftada

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz