Kim tutar köklerimi? Sarıp besler toprak gibi
Kim verir sana nefes? Dalındaki yaprak gibi
Çöle döner yurdum, ziyan olur yarınlarım,
Hiç korkun yok mu?
Kuş sesiyle uyanırken kıyamet sirenleri
Çöp, atık, beton her yerde karbon ayak izleri
Sekiz milyar insan virüs gibi yer dünyayı
Dur diyen yok mu?
Sen uyurken buzdağından bir parça daha koptu
Ağaçların kömür oldu, kâğıt oldu, kibrit oldu
Nehirlerin zehir oldu, balinalar kıyıya vurdu
Kıyamet koptu, haberin yok mu?
Sen uyurken Kazdağı’nda bir maden daha kurdu
Gökyüzünde duman oldu, çamur oldu, delik oldu
Kan kustu yağmur oldu, dev dalgalar kıyıya vurdu
Kıyamet koptu, haberin yok mu?
Yarının bitiyor, hiç korkun yok mu?
Ünlü şarkıcı Buray’ın TEMA’ya armağan ettiği son şarkısı “YOK MU” nun dizeleri bu sözler…
Türkiye, etkisini ve yıkımını giderek artıran yağma-talan madenciliğinin hedefinde bir ülke artık. Sayıları on binleri bulan ruhsatlar, ihaleler ve kamulaştırmalar. Milletin dağları, ormanları, yaylaları-meraları, su kaynakları meta olarak görülüp satılığa çıkarılmış durumda. Dünyadaki en vahşi sömürge madenciliği, bu ülkenin güzel insanlarına ekonomik krizden çıkış yolu olarak dayatılıyor. Afrika’da, Güney Amerika’da, Uzak Doğu’da ne yaptılarsa aynısını ve fazlasını bugün Türkiye’de yapıyorlar.
Çünkü ucuz ülke, çünkü bu ülkeyi yönetenler ülkenin her karışını maden yağmasına açmış durumda.
Altın madenciliği, nikel madenciliği, gümüş madenciliği, mermer madenciliği, kömür madenciliği denilerek doğal ortama çok büyük zararlar veriliyor. Yapılan bir madencilik değil yağma-talan sistemidir.
Yüz binlerce ağaç bir çırpıda kesiliyor. Yüzbinlerce ton dinamit kullanılıyor. Dağlar param parça edilip, çok değerli su kaynakları zehirleniyor. Siyanür, sülfürik asit, nitrik asit gibi dünyanın en tehlikeli kimyasalları taşın-toprağın üzerine boca ediliyor.
Birileri Türkiye’yi ucuz bir sömürü ülkesi olarak görüyor. Bu ülkeyi yönetenler de Türkiye’nin dağlarını, ormanlarını, yaylalarını, meralarını uluslararası kartellere ve yerli işbirlikçilerine sınırsızca açmış durumda. Bir an önce bu sömürge madenciliğini, vahşi madenciliği durdurmak zorundayız. Yoksa tarım yapacak toprak, içecek su ve nefes alacak bir havamız kalmayacak.
Yeşil Ordu’nun yüzde 74’ü, Kazdağları’nın yüzde 79’u, Kütahya’nın yüzde 92’si maden bölgesi ilan edildi. Birileri Türkiye’nin su kaynaklarının yüzde 40’ının kaynağı olan Murat Dağı’nı parçalamak için planlar yapmakta, bu ülkeyi yönetenler de bunu izin vermektedir.
Türkiye’nin çok tehlikeli bir yol ayrımında. Türkiye’nin dağları, ormanları, yaylaları, meraları ve su kaynakları ‘meta’ olarak görülüp satılığa çıkarılmış durumda. Bunu da millete iş-istihdam-ekonomi diye pazarlıyorlar. Onların iş dediği, milletin köylerinin yıkılması; onların istihdam dediği, içindeki milyonlarca canlıyla birlikte bir çırpıda yüz binlerce ağacın kesilmesi; onların ekonomi dediği, bu ülkenin can damarı olan yaylaların, meraların ve su kaynaklarının acımasızca zehirlenmesi. Bunun adı ekonomi değil olsa olsa ekokırım olabilir.
Vazgeçmediler, vazgeçmeyecekler… Paraları var, medya güçleri var, ülkeyi yönetenleri de arkalarına almışlar…
Daha dün, 10 Aralık gece yarısı yine Meclis’e bir kanun teklifi sevk ettiler. Daha önce Enerji Bakanlığı’ndan yönetmelik çıkartarak zeytinlikleri yağmalamak istemişler ama Danıştay “DUR” demişti. Danıştay’ın bu kararına rağmen hazırladıkları kanun teklifiyle yine Meclis’in kapısına dayandılar. Milletin Meclisi’nden çıkaracakları kanunla, milletin zeytinliklerini ve ormanlarını talan etmek için harekete geçtiler. 20 yılda 10 kez delmeye çalıştıkları zeytin kanununu, bir kez daha delmek için harekete geçtiler.
Onları artık tek bir güç durdurabilir. Halkın gücü. Bugün Türkiye’nin dört bir köşesinde vatandaşlar, köylüler, çiftçiler zeytinliklerine, fındık bahçelerine, ormanlarına, yaylalarına-meralarına sahip çıkmak için harekete geçti ve geçmek zorunda.
İşte bu noktada RECEP İVEDİK-7, doğa ve ülke talanına karşı mücadelede önemli bir film olarak dikkat çekiyor. Recep İvedik bu kez doğanın ve köylerin yağmalanmasına karşı mücadele veriyor. Muhtarların nasıl satın alındığını, köylülerin nasıl kandırıldığını; kadınların toprağına, köyüne nasıl sahip çıkabildiğini anlatıyor. Yağmacıların-talancıların karşısına cesur avukatlarla birlikte dikilmedikçe onları durdurmanın zor olduğunu anlatıyor.
TEŞEKKÜRLER BURAY…
TEŞEKKÜRLER ŞAHAN GÖKBAKAR…
Yazar Hakkında
İbrahim Gündüz: 18 Aralık 1965 yılında Ünye’de doğdu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. Gazeteciliğe 1987 yılında stajyer olarak girdiği Güneş gazetesinde başladı. Gece muhabiri, belediye muhabiri, siyasi parti muhabiri, diplomasi muhabiri ve parlamento muhabiri olarak görev yaptı. Kanal D Parlamento Muhabiri olarak çalışırken, artık kendisi için bir çalışma ortamı kalmadığını düşünerek 2018 yılında görevinden ayrıldı. Türkiye’deki vahşi, kimyasal, yıkıcı ve talancı madenciliği anlatan “Altın Ölüm” ve “Altın Girdap” kitaplarını yazdı. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zuhal Yeşilyurt Gündüz’le evli, Aşkın ve Barış adında iki çocuk babası.