Adına “Altın Madencileri Derneği” denilen, gerçekte Türkiye’nin yaylalarını, meralarını, ormanlarını, köylerini ve su kaynaklarını yağmalayan ve talan edenlerin bir araya geldiği derneğin Başkanı Mehmet Yılmaz, Ankara’da bir grup gazeteciyle bir araya gelmiş.
Yılmaz, “Yerin altında, 275 milyar dolar değerinde, 5 bin tonluk altın rezervi var” demiş.
Bu rezervleri, “İnsan yararına, çevreyi koruyarak ve sorumlu madencilik faaliyetleriyle” ekonomiye kazandırmalıymışız… Altın üretimini önce 50, sonra 100 tona çıkabilirmiş ve bunun için de 20 projelik bir listeyi Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na sunmuşlar…
Ne kadar altın madeni açarsak o kadar döviz Türkiye’de kalacakmış.
20 yıldır aynı yalanları bıkmadan usanmadan tekrarlıyorlar…
NE PAHASINA OLURSA OLSUN
İspanya Kralı Ferdinand’ın 1500’lü yıllarda söylediği, “Altın getirin, mümkünse insani yollardan ama ne pahasına olursa olsun altın getirin” sözleri bugün de aynen geçerli. O gün atları, tüfekleri ve mikroplarıyla yağmacılar vardı, bugün uluslararası karteller ve yerli işbirlikçileri var. Mümkünse insani yollardan ama ne pahasına olursa olsun altın çıkarmaya çalışıyorlar.
Sayın Mehmet Yılmaz, o sizin “bir ton” altını elde edebilmek için “beş milyon ton” taş-toprak-kaya un ufak edilip üzerinden binlerce ton siyanür, sülfürik asit, silika gibi dünyanın en ağır kimyasalları geçiriliyor mu?
Geçiriliyor.
Ama siz bunların hiçbir zararı olmadığını söylüyorsunuz. O sizin “bir ton” altınınızı elde etmek için Kazdağları, Karadeniz Dağları, Toros Dağları, Murat Dağı, Munzur Dağları ve en değerli ormanlarımız içindeki milyonlarca canlıyla birlikte katlediliyor mu?
Ediliyor.
1 ton dore altın için bin ton siyanürü açık alanlarda taşın-toprağın üzerine saç. Ağır metaller içeren ve sülfürik asit kaynağı olan milyonlarca ton taş-toprak ve kayayı “pasa” diyerek bir kenara yığ.
Sonra da 275 milyar dolar masalını anlat.
Yani Mehmet Bey şunu öneriyor, bugün 19 madenle 40 ton üretiyorsak, 100 ton hedefine ulaşabilmek için 20 tane daha talan ve zehir merkezi açmamızı istiyor.
Toroslar’a, Munzur Dağları’na, bütün Karadeniz dağlarına ve yaylalarına, bütün Ege’ye, Marmara’ya, yani tüm Türkiye’ye. Önerdikleri bu. Zaten planlanan da bu. TEMA, Kazdağları’nın yüzde 79’unun madenciler için parsellendiğini belgeledi. Bugün turizmin göz bebeği Muğla, Antalya keza aynı durumda.
Mehmet Bey hiçbir rahatsızlık duymadan bunu söyleyebiliyor. Ama ağır metallerle ve sülfürik asit sızıntılarıyla dolu milyarlarca ton pasa dağlarını ne yapacağımızı söylemiyor. Milyarlarca ton suyun bu madenlerde kullanılacağını ve zehirleneceğini söylemiyor. Sanırsın tavuk besleyip, tarlaya mısır ekiyorlar.
Mehmet Bey, belki farkında değilsiniz ama siz o altını çıkaracağım derken buğday üretecek toprakları, zeytin bahçelerini, fındık bahçelerini, su kaynaklarını ve hayvanların otlayacağı meraları yok ediyorsunuz. Sizin o vahşi madencilik uygulamalarınız yüzünden ülke tarımı, ülkenin su kaynakları, ülkenin havası yani bu ülkenin yaşam kaynakları kuruyor. Bakın Kurşunçalı denilen dağ, Fatsa-Perşembe-Ordu arasında bir yaşam pınarı. Ormanları ve bağrından doğan ırmakları ve dereleriyle. Çevresinde onlarca köy ve on binlerce dönüm fındık bahçesi var. Siz şimdi Kurşunçalı’da “altın çıkaracağız” diyerek önce ormanları keseceksiniz, sonra su kaynaklarını kurutacaksınız ve ardından da kullanacağınız binlerce ton zehirli kimyasalla topraklarını zehirleyeceksiniz. Peki bu insanlar o bölgede nasıl yaşayacak?
SANIRSINKİ BEDAVA VERİYOR
Çıkardıkları altını Merkez Bankası’na satacaklarını ve karşılığında “TL” alacaklarını söylüyor. Yani sanırsın ki bedava veriyor. Ülkemizin ormanları, su kaynakları, tarım alanları, meraları yok ediliyor. Ortaya çıkan sarı metali de yine bize satıyorlar. Buna da sevinmemizi bekliyorlar. Yani eğer Merkez Bankası sattıkları altını alırsa, El Dorado Gold ya da SSR Mining ya da Centerra Gold ülkelerine TL’mi götürüyordur sizce? Yani Amerikalı Teck herhalde Wall Street’te “TL” pazarlıyordur. Ya da İngiliz Oriole ya da Ariana Recources Londra Borsası’nda “TL” üzerinden hisse alım-satımı yapıyorlardır. Kanadalılar ve Avustralyalılar zaten “TL”den başka para tanımazlar. Ya bu kadar mı aptal görülüyoruz! Bir tuşla o “TL” dolara ve sterline dönmüyor mu Mehmet Bey?
Bilmem kaç bin kişiyi istihdam ediyorlarmış. Ben bir örnek vereyim. Fatsa’daki siyanürlü talan ve zehir merkezinde yaklaşık 200 kişi çalıştırıyorlar. Ama 120 bin kişinin hayatını riske atıyorlar. On binlerce fındık çiftçisinin ürününü riske ediyorlar. Sularını riske ediyorlar. Havasını zehirliyorlar. Diğer bütün bölgelerde de durum bundan farklı değil.
Mehmet Bey peki dediğinizi yapalım ve 30-40 yıl Türkiye kendi altınını kendi üretsin. Bütün ormanlarını talan etsin, bütün meralarını kullanılamaz hale getirsin, bütün tarımsal ürünlerini riske atsın, sularını ve havasını zehirlesin. Peki ondan sonra ne olacak. 30-40 yıl sonra ne yapmayı planlıyorsunuz? Yeni bir Türkiye mi buldunuz? Yeni bir dünya mı keşfettiniz de bize sürpriz mi yapacaksınız? Ne yapacaksınız Mehmet Bey size soruyorum.
Üstelik adına madencilik denilen bu faaliyetlerinizle, kasten iklim krizine neden olmakta; koronavirüs salgınına neden olan ekosistem değişikliğine ve kirliliğine yol açmaktasınız.
Almanya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan siyanür liçiyle altın üretimini yasaklayan AB ülkeleri. Avrupa Parlamentosu, Mayıs 2010’da siyanürlü altın madenciliğinin Avrupa Birliği topraklarında yasaklanmasını isteyen bir karar aldı. Zortman Landusky felaketinden sonra Amerikan halkının tepkileri üzerine ABD’nin Montana eyaletinde siyanür liçi yöntemiyle altın üretilmesi yasaklandı. ABD’nin Visconsin Eyaleti de siyanür liçini yasaklayan ABD eyaletlerinden biri. Arjantin’in 8 bölgesinde de siyanür liçi yasaklanmış durumda.
Çünkü siyanür; canlı çeşitliliği, tatlı su varlığı ve insan sağlığını tehdit eden yüksek derecede toksik bir kimyasaldır. Halk sağlığı ve çevre üzerinde geri dönülmez felaketlere sebebiyet vermektedir. Maden atıklarında canlı sağlığı için belirlenen güvenli limit değerlerin çok üstünde siyanür bulunur ve maden atıklarını yönetmek zordur. Siyanürlü maden işletmeleri 8-16 yıl gibi kısa sürelerde kısıtlı istihdam yaratırken, olası bir kaza, sorumlu işletmeler tarafından karşılanmayacak kadar büyük, sınır ötesi yıkımlara neden olur.
HİLELİ GEREKSİNİM
En acısı da “İnsanlık için üretim yapıyoruz” demezler mi…
İnsanlık adına doğadaki bütün canlıların yaşam alanlarını zehirlemek, yok etmek. Bu nasıl bir üretim zorunluluğu acaba?! Bakınız altın bir gereksinim değildir. Daha doğrusu hileli bir gereksinimdir.
Prof. Aykut Çoban, kapitalizmde metaların önemli bir bölümünün “hileli gereksinim” olarak ortaya çıkarıldığını belirterek, altının da bir “hileli gereksinim” olduğunu vurguluyor. Hileli gereksinim, yani insanların aslında gereksinim duymadıkları bazı nesneleri (altın gibi) gereksinim duyarmışçasına tüketme eğiliminde olması. Altın bazı bilişim, iletişim sektörlerinde ve kısmen de tıpta çok dar bir alanda gereksinim duyulan bir metaldir. Ve bu amaçlar için altın çok fazlasıyla dünyada mevcut zaten.
Ancak gerçek gereksinimi çok dar bir alanla sınırlı olan altın, toplumsal yaşamda bir yatırım aracı olarak ya da takı, gösteriş, şatafat nesnesi olarak karşımıza çıkıyor. Yani aslında gerçek bir “gereksinim olmayan” bir ürün için doğayı tahrip ediyoruz. Ve bunu da Sayın Mehmet Yılmaz gibileri bize “insanlık için üretim yapmak zorunda oldukları madencilik” olarak yutturmaya çalışıyor.
EKOKIRIM
Yaşanan ekokırımdır. Ekokırım (ecocide) savaş zamanında suçtur. Ekokırım barış zamanında da yapılırsa suç olmalıdır. Bu suçu işleyenler Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde insanlığa karşı suç işlemekten yargılanmalıdır ve yargılanacaklardır da.
İNSANDA DA ALTIN VAR
İnsan vücudunda da ortalama 0,2 miligram altın bulunuyor. Yani 1 milyon kişiyi tanklara doldurup siyanür liçine tabi tutarsanız 200 kg altın elde edebilirsiniz. Ama bunun adı elbette katliam olur. Soykırım olur. Doğamız da yaşayan bir ekosistemdir. Bugün on binlerce ağacı içindeki milyarlarca canlıyla birlikte yok edip, açık alanlarda tonlarca siyanürü doğanın bağrına boca etmenin ve su kaynaklarını zehirlemenin adı da ekokırımdır. En az soykırım kadar suçtur.
Paris İklim Anlaşması’nı imzaladık, Yeşil Kalkınma Devrimi ilan ettik… Bunlar güzel şeyler. Ancak altına imza attığımız bu belgelerin gereğini yerine getirmemiz gerekiyor…
Tüm dünya küresel iklim krizi denilen bir belayla karşı karşıya. Bunun yanında koronavirüs gibi dünyayı sarsan salgınlar dinmek bilmiyor. Bilim insanları, “Ormanlarınızı, tarım alanlarınızı, su kaynaklarınızı, yaylalarınızı-meralarınızı koruyun” diye bas bas bağırıyor.
Geçtiğimiz aylarda AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Binali Yıldırım, “Gıda, petrol ve altından çok daha değerlidir” derken, Cumhurbaşkanı Erdoğan da “kestane balı” yememizi önerdi. Bunlar çok güzel öneriler ve düşünceler. Ancak kestane balı yemek istiyorsak kestane ormanlarını korumak zorundayız. Petrolden ve altından çok daha değerli olan fındık bahçelerimizi, zeytin bahçelerimizi, tarım topraklarımızı korumak zorundayız.
Yazar Hakkında
İbrahim Gündüz: 18 Aralık 1965 yılında Ünye’de doğdu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. Gazeteciliğe 1987 yılında stajyer olarak girdiği Güneş gazetesinde başladı. Gece muhabiri, belediye muhabiri, siyasi parti muhabiri, diplomasi muhabiri ve parlamento muhabiri olarak görev yaptı. Kanal D Parlamento Muhabiri olarak çalışırken, artık kendisi için bir çalışma ortamı kalmadığını düşünerek 2018 yılında görevinden ayrıldı. Türkiye’deki vahşi, kimyasal, yıkıcı ve talancı madenciliği anlatan “Altın Ölüm” ve “Altın Girdap” kitaplarını yazdı. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zuhal Yeşilyurt Gündüz’le evli, Aşkın ve Barış adında iki çocuk babası.