20.7 C
Ankara

Küfür

Paylaş:

Küfür sözcüğü günümüz Türkçesine bir galatı meşhur olarak geçmiştir. Kökü Arapça kfr sözcüğünden gelen “kufr”, dini inkâr ve reddetme anlamına gelir. Türkçeye isim fiil olarak geçen bu sözcüğün hem isim hem de sıfat işlevi gören “kâfir” sözcüğünün de kökü olduğunu unutmamak gerekir. Kâfir, “dinsiz, Allahsız, yaratanı inkâr eden” anlamı sanırım toplumumuzda en iyi bilinen sözcüktür. Ancak sanırım Müslüman olmayanları tanımlayan anlamı en yaygın olanıdır. Daha da eskiler bunun için kefere sözcüğünü de kullanırlar. Bu kâfir sözcüğü ile belki de biraz zorlasanız aynı anlama gelebilecek bir bileşik sözcük daha vardır ki, dini inkâr eden anlamı yerine ağzı bozuk, çok küfreden anlamıyla meşhurdur. Bildiniz, küfürbaz. Küfürbaz Arapça küfür ve Farsça baz sözcüklerinden oluşturulmuş, belki de uydurulmuş bir bileşik sözcüktür. Baz sözcüğü Farsçada “oynatan” anlamına gelir. Düzenbaz, hilebaz, hokkabaz, cambaz, dilbaz gibi sözcükler de aynı mantıkla oluşmuştur. Küfürbaz ise muhtemelen kumarbaz sözcüğünden ilham alınarak uydurulmuş bir sözcük; olması gereken düz anlamı “küfür oynatan” iken, ağzı bozuk, çok küfreden anlamıyla yaygın hale gelmiştir.[1] Son zamanlarda aynı Farsça sözcükle bir sözcüğün daha ortaya çıkmasına vesile olup yaygınlaştırma konusunda bir hayli gayret gösteren Tayfun Atay Hocayı anmadan geçemeyeceğim. Bilenler mutlaka bilir; evet “dinbaz”. Sanırım burada da Tayfun Hocanın meramı, dini oynatan değil de, dini her türlü çıkar ilişkilerine alet ederek, suiistimal edendir. Benim anladığım bu en azından.

Bir sözcük üzerine böylesi etimolojik detaylarla bir yazıya giriş yapmamı yadırgayanları daha fazla merakta bırakmayayım ve gelmek istediğim yere geleyim. Egemenin müttefiki, velinimeti, koruyucu, kollayıcısı, hık deyicisi, göz bebeği MHP Liderinin bir dizi-film platformunda yayınlanan bir dizi üzerine yaptığı zehir zemberek açıklamalar üzerinden yanlış kullanılan bir sözcüğe açıklık getirmeye çalışmak niyetindeyim. Hayır dizinin sinematografik, senaryo, oyunculuk gibi boyutlarına girme niyetinde değilim. O konuyu sinema yazarları bolca tartıştı, tartışmaya da devam ediyor zaten. Benim derdim başka. Aslında MHP Liderinin küfür diye bahsettiği şeyin gerçekte halk arasında en bilinen adıyla “Sinkaf” olduğunu hatırlatmama müsaade edin. Muhtemelen bu deyimi yeni nesiller bilmiyordur. Arap alfabesindeki Sin ve Kaf harflerinin cinsel içerikli küfrü ifade eden erkek cinsel organı ile bu organın eylemini ifade eden Türkçe sözcüklerin baş harflerine gönderme yapmasıyla oluşturulmuş bir uydurma sözcük bu. Genellikle “sinkaf etmek, sinkafta bulunmak” şeklinde kullanılır. Bu sözcük genellikle küfür olarak tanımlanan kötü sözü ifade eder. Aslında bu kötü söz hakaret olarak algılanmakla birlikte, erkeğin namusunu korumakla yükümlü olduğu anne, bacı, eş gibi öznelere yönelik cinsel birleşme isteğine göndermede bulunur.

Tabi ki namus, bu arzuyu dile getiren erkeğin karşısındaki erkeğin namusudur. Erkeğin bir şekilde her şeyinden sorumlu olduğu kadınlar, o namusun erkek adına taşıyıcısıdır sadece. Böyle mantıklı ve rasyonel olarak tanımladığıma bakmayın. Bu istek genellikle zorlama içerir ve elbette namusu korunan kadının haberi olmaksızın dile getirilir. Mevzu genellikle iki erkek arasında geçer. Arzunun nesnesi olan kadınların bu alış verişten çoğu zaman haberi olmaz. Erkeklerden bir taraf, namusundan sorumlu olduğu kadınları korurken, diğeri en azından söylemsel düzeyde o erkeğin sorumlu olduğu kadına yönelik taciz ya da tecavüz arzusunu dile getirir. Bu arzunun söylemsel düzeyde vuku bulduğuna bakmayın, bunun söylemden eyleme geçtiğini ve bu eylem neticesinde ne kadar kadının yaşamının karardığını unutmamak gerekir.

SİNKAF’IN ŞİFRESİ

Bu iki erkek arasındaki kadınlar üzerinden giden iktidar mücadelesi, çoğu zaman şiddetle sonuçlanır ve mevzu mahkemelik olduğu zaman, taraflar hâkime meramlarını anlatırken elbette s ve k harflerinin Türkçedeki karşılıklarını dile getirmekten imtina ederler ve devreye Arapça sin ve kaf harfleri girer. Bu bile aslında ataerkil kültürel örüntünün ne denli ikiyüzlü ve riyakâr olduğunu ortaya koyar. Hâkim gibi bir güç simgesinin karşısına çıkmadan önce karşıtının kadın yakınlarına ilişkin olarak bütün cinsel arzularını vahşice sayıp dökerek hakaret edebilen bir erkek, birden namus ve edep timsali kesilir ve öyle cinsel içerikli “edepsiz, çirkin” bir eylemi sinkaf gibi şifreli ve örtük bir sözcükle dile getirir. Burada olduğu gibi erkekliğin erkle sınandığı çoğu durum simgesel hadımlıkla sonuçlanır. Belki de bu hadımlık ya dilde telafi ediliyor ya da erki “eksik” olan kadın üzerinde sınanıyor. Kadın üzerinde sınanan her türlü erk ise, bir sınav olmaktan çıkıp bir hayat memat meselesine dönüşüyor. Elbette kadının hayat memat meselesi.

CİNSEL İÇERİKLİ HAKARETLER

Küfür sözcüğünün asıl düz anlamı, “örttü” anlamına gelen “kafara” sözcüğüyle bağlantılıdır. Dini inkâr etmek anlamına gelen ikincil-düz anlamı büyük ihtimalle “dinin üstünü örttü, tanrının varlığının üstünü örttü” gibi anlamların evrilmesiyle inkâr etme anlamına dönüştü. Buradaki asıl anlam gerçekten de önemli. Küfür sözcüğünün dini inkâr etmek anlamı ve bununla bağlantılı örttü anlamı yerine cinsel içerikli hakaret etme şekline dönüşmesi büyük ölçüde kültürel kodlarla ilgili. Cinsel içerikli hakaret, çoğu zaman namusla ve dolayısıyla ataerkil örüntülerle bağlantılı az önce de belirttiğim gibi. Bu bağlantının hem son zamanlardaki kadına yönelik şiddet ve katliamların artışı, hem bu tür eylemlerin cezasız kalması ve hatta teşvik edilmesi, hem de muktedirin gerçekleri ters yüz eden hamleleriyle bağlantısı olsa gerek. Hakikate el koyma arzusu ile kadın bedenine el koyma arzusu arasında ciddi bir ilişkinin olduğunu da unutmamak gerekir.

KADIN CİNSELLİĞİNE ‘NAMUS’ VE İĞRENÇLİK’ BAKIŞI

Muktedir, eğer ataerkil örüntülerin şekillendirdiği bir kültürel iklime dayalı hegemonya ve tahakküm ilişkisi oluşturduysa, öncelikle kadın cinselliğini namus ve iğrençlik gibi iki paradoksal sıfatla tanımlar. Sonra da bu iki sıfata dayanarak kadına hem kutsallık hem de pespayelik sıfatları yükler. Bu her iki sıfat da her koşulda işlevseldir. Kadını hem korumayı hem de denetlemeyi-baskılamayı mümkün kılan meşruiyet zeminini sunar bu birbiriyle karşıtlık ilişkisi içindeki sıfatlar. Kutsaldır, annedir, dokunulmazdır ve dolayısıyla kendisi de dokunamazdır kadının. Kadın böylece kendisine dokunulmaz olduğu kadar kendisi de iradesi ve arzusuyla başkasına dokunamaz. Korumayla, denetleme arasındaki ince ve geçişken çizginin bütün kutsal addedilen canlı ve nesnelerde nasıl ortaya çıktığının en somut örneği kadın bedenidir. Vatan, bayrak, din, namus, ahlak gibi soyut kavramlar da hem korunan hem de içerdiği anlamların her zaman denetlenmeye müsait olduğu alanlardır. İnsan denen varlık, korumaya niyetlendiği nesne ya da kavramı her zaman denetlemeye de çalışmıştır. Çocuğunuzu da korurken, aynı zamanda denetlemez misiniz? İşte küfür meselesinde de asıl niyet gerçeklerin üstünü örtme arzusudur belki de. Küfürlü dizinin, küfürlü programın denetlenme arzusu, aslında bazı gerçeklerin üstünü örtme arzusuna denk düşüyor olamaz mı? Toplumun namus anlayışını, ahlakını, edebini korumak, aynı zamanda bunların denetlenmesi ve tabi ki diğer yandan da yaşanılan toplumsal sefaletin üstünün örtülmesi anlamına gelemez mi?

Velev ki küfür sözcüğünü asıl kök anlamıyla değil de, galatı meşhur hale gelmiş anlamıyla değerlendirelim. Bu haliyle cinsel içerikli arzuya tekabül eden küfürlerin toplumumuzda ne kadar yaygın olduğu herkesin malumudur. Misal ben askerde rütbelisinden erine kadar “AK” olarak kısaltılan küfür ifadesinin neredeyse nokta ve virgül yerine kullanıldığına şahit oldum. Muhtemelen askerliğini yapmış bütün er kişiler benimle hemfikirdir. Sanırım ailesinde ya da yakınında bu ve buna benzer cinsel içerikli ve aslen kadının bedenine yönelen irade dışı cinsel arzuyu dile getiren herhangi bir küfre şahit olmamış olan kişi neredeyse yoktur. Muktedirin kollayıcısı yerli ve milli beyefendinin bir dizide geçen belden aşağı espriler nedeniyle berhava olacağını zannettiği her ailede dizidekinin belki de daha ağırı küfürler vakayı adiyedendir. Dahası, küfrün ötesinde en acımasız, en fütursuz cinsel istismarların çoğu kutsiyet atfedilen ailenin çatısı altında gerçekleşmiyor mu? Kutsal aile içindeki en korunmasız haldeki çocuklara karşı istismarı sadece cinsel olanla sınırlasak dahi, duyduğumuz, öğrendiğimiz ensest vakaları bile aileye ne kadar güvenilebileceğine dair bize pek çok ipucu vermiyor mu?

MHP LİDERİNİN AHLAK DERSİ!

Bu küfür alerjisinin görünen kaynağı toplumun namus ve adabının bozulabileceği kaygısı. Namus ve adap korunurken, gördüğümüz gibi denetlenmeye de çalışılıyor. Koruma ve denetleme ikiliği yine karşımıza çıkıyor. Ancak aynı kaygının sahibinin yıllardan beri bazıları kendisini de hedef alan şu sözcükleri küfür olarak algılamaması ne hazindir: Zillet, illet, sürtük, çürük, ananı da al git, ulan ahlaksızlar, adiler, cibilliyetsizler, zürriyetsiz, tezek, çamur, mankafa, alçak, affedersin Ermeni, şerefsiz, edepsiz, yalaka, geri zekâlı, vampir, dönek, virüs, soysuz, rezil, çakal, terbiyesiz herif, İsrail dölü.[2] Kendisinin her fırsatta kendisi gibi düşünmeyenlere yönelik sarf ettiği “hain, kökü dışarda, alçak, aşağılık, şerefsiz” gibi sözlerin küfür olmadığını kim iddia edebilir? Bir sözün küfür olarak sayılabilmesi için, illa ki cinsel içerikli mi olması gerekir? Cinsel içerikli küfrün ataerkiyle cinsiyetçilikle kuşkusuz sıkı bir bağlantısı var. Yazının başından beri derdim bunu anlatmaya çalışmak. Ancak cinsellik de cinsiyetçilik de her toplumun kaçınılmaz bir yönü. İnsanlar dâhil bütün canlıların birbirlerine uzaktan bakarak ürediğini kimse iddia edemez değil mi? O zaman, cinsel içerikli hakaretlerin ya da esprilerin küfür ve dolayısıyla ahlaka aykırı sayılırken, nefret kusan sözlerin küfür sınıflamasına dâhil edilmemesinin nedeninin toplumumuzun zihin kodlarına işlemiş olan kadına yönelik kutsallaştırma ile kadın düşmanlığı arasında salınıp giden yaklaşımda gizli olduğunu düşünebiliriz. Bu düşünceyi destekleyecek pek çok olayla her gün karşılaşıyoruz. İşte MHP Liderinin bir dizi filmdeki cinsel içerikli esprilerden yola çıkarak ahlak dersi vermeye kalkışması da bu neviden bir olaydır.

Velhasıl kutsallık atfedilen bütün kavram, nesne ve kişiler gibi, kötü söz olarak tanımlanan küfür de, egemenin elinde onu zor durumda bırakacak gerçeklerin üstünü örtmek için kullanılan bir araca dönüşüyor. Küfrü dilediği gibi, dilediği kişi ve gruplara karşı kullanabilen egemenin sığındığı son liman namus, ahlak, edep ve değerler oluyor. Aslında kendi ettiği küfürlere sağır, sanatçının bir sanat eserinde yaptığı müstehcen esprilere hassas hale gelmek, egemenin gücünün değil güçsüzlüğünün en belirgin göstergesidir. Cinsiyetçi olmayan, rafine küfürler her zaman egemenin sığınağını berhava etme ihtimali barındırır içinde. Bu tür sanat eserlerine despotun diş bilemesinin en büyük nedeni belki de budur.

[1] https://www.nisanyansozluk.com/kelime/k%C3%BCf%C3%BCr (Erişim tarihi: 22/06/2022)

[2] https://www.youtube.com/watch?v=Zs7eeKEfnZk (Erişim tarihi: 22/02/2022)

Yazar Hakkında

Tezcan Durna, yüksek lisans ve doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalında tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde 2002 yılında araştırma görevlisi olarak başladığı görevine 2017 Ocak ayında görevinden uzaklaştırılana kadar devam etmiştir. Barış İmzacısı olması nedeniyle KHK listesine adı eklenerek akademiden uzaklaştırılan Durna, çalıştığı kurumda Haberi Okumak, Haber Sosyolojisi, Medya ve Etik, Etik Modernite ve İletişim, Şiddet Siyaset ve Medya, Akademik Araştırma, Yazma ve Sunma gibi lisans ve yüksek lisans düzeyinde dersler vermiştir. 2011-2012 yılları arasında TÜBİTAK Doktora Sonrası Araştırma Bursu ile Amsterdam’da bulunan Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsünde çalışmıştır. Medyada temsil, basın tarihi, medya ve etik, medya sosyolojisi, yeni medya etnografisi, Türkiye’de aydınlar gibi konularda ulusal ve uluslararası akademik mecralarda yayınlanmış çok sayıda eseri mevcuttur. Halen Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfının Genel Yayın Yönetmenliğini yürütmekte, Almanya’daki Duisburg-Essen Üniversitesi’nde dersler vermektedir.

Tezcan Durna
Tezcan Durna
Tezcan Durna, yüksek lisans ve doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalında tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde 2002 yılında araştırma görevlisi olarak başladığı görevine 2017 Ocak ayında görevinden uzaklaştırılana kadar devam etmiştir. Barış İmzacısı olması nedeniyle KHK listesine adı eklenerek akademiden uzaklaştırılan Durna, çalıştığı kurumda Haberi Okumak, Haber Sosyolojisi, Medya ve Etik, Etik Modernite ve İletişim, Şiddet Siyaset ve Medya, Akademik Araştırma, Yazma ve Sunma gibi lisans ve yüksek lisans düzeyinde dersler vermiştir. 2011-2012 yılları arasında TÜBİTAK Doktora Sonrası Araştırma Bursu ile Amsterdam’da bulunan Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsünde çalışmıştır. Medyada temsil, basın tarihi, medya ve etik, medya sosyolojisi, yeni medya etnografisi, Türkiye’de aydınlar gibi konularda ulusal ve uluslararası akademik mecralarda yayınlanmış çok sayıda eseri mevcuttur. Halen Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfının Genel Yayın Yönetmenliğini yürütmekte, Almanya’daki Duisburg-Essen Üniversitesi’nde dersler vermektedir.

━ bu yazardan

Zifiri karanlıkta gözlerden akamayan iki damla yaş

Baştan uyarayım, bu yazıda bolca kişisel hikâye vardır. Ancak bütün bu kişisel...

Kültürel hegemonya tamam, sıradaki!

Yüksek lisans tezimi yazarken, ele aldığım konu Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne adaylık süreciyle...

Oto sansürün dayanılmaz cazibesi

“Çatışmayı tatsız bulmak, çıkarları bu çatışmalar tarafından tehdit edilenler için hoştur.” Terry Eaglaton Dilimizde...

Sapık

Babam hayattayken, kendi babasından aldığı elle az biraz marangozluktan anlardı. Bu becerisiyle...

700 yıllık bir çınar ağacı kurursa

“Çalılık nerede? Gitmiş! Ve kıvrak taylarla av hayvanlarına elveda demek nedir? Yaşamın...

Alevi’nin yarası muktedirin havucu

“Hararet nardadır, sacda değildir Keramet baştadır, taçta değildir Her ne arar isen kendinde ara Kudüs’te,...

Suskun

Suskun, birileri tarafından susturulmuş, baskılanmış, konuşmasına ve meramını anlatmasına izin verilmemiş kişi...

Üniversiteler çoraklaşırken rektör egoları semiriyor

Doksanlı yılların ortaları, tam da bu zamanlar. Üniversite sınavlarının kısaltılmış adları o...

Şeffaflığın despotluğu

“Kamusal alanın ortadan kaybolması, içine mahrem ve özel meselelerin döküldüğü bir boşluk...

Acısız hayatlar

“Acı artık ilaçlarla mücadele etmeyi gerektiren anlamsız bir kötülüktür.” Byung Chul Han-Palyatif Toplum “Yaşarsın...

Özgürlük vaat edenlere koşulsuz inanmak özgürlüğün en büyük düşmanıdır

Dünyaya elinde güç olduğu halde bu gücü kullanmaktan imtina edecek kadar güçlü...

Yozlaşma

Bütün sözcüklerin olduğu gibi yozlaşma sözcüğünün de kullanıldığı bağlam çok önemlidir. Bu...

━ son bir haftada

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz