10.2 C
Ankara

Afyonlu rüyalar: İktidar ideolojisiyle kaynaşma hali

Paylaş:

Erdoğan rejimi kendini ikili bir karakter üzerinden var ediyor ve bu pratikte de karşılığını bulan bir gerçek. Bütün konuşmalarında, bütün icraatlerinde, sistemi var eden/yürüten koşulları sürdürmeye yönelik tüm uygulamalarında, o ikili yapı göze hemen çarpıyor.

Bazıları adeta kurumsallaşmış ideolojik pratikler gibi işliyor. Bazı gözlere bir “lütuf iktidarı” gibi görünmesi de bundan. Erdoğan’ın “lütuf stratejisi“ rejimin mukavemetinin alamet-i farikası… Sanki Erdoğan’ın lütfu üzerine kurulu, sanki Erdoğan kutsal. Resmen taşıyıcı kolonlardan biri halini aldı. “Erdoğan iyi ama etrafı kötü” ezberi de buradan yürüyor; çünkü hiçbir negatif yönelimle muhatap değil. Daha doğrusu, sorumlusu o olarak görülmüyor. O hizmet gibi görünen kısmı veriyor, yükü başkasına, dahası topluma kalıyor.

Açık açık “elektrik sayemde geldi” diyebiliyor ve bu “gerçek oluyor”; ama Isparta’nın günlerdir elektriksiz olmasına dair ondan bir şey duyamazsınız. Elektrik zammını o konuşmaz ama kilovat artışını “lütuf” gibi ondan dinlersiniz. İnsanlar yoksullukla terbiye olurken o sefaletle ilgilenmez, marketleri cezalandırmadan bahseder. Gelen zamların hayatı felç etmesiyle muhatap olmaz ama asgari ücret artışını o duyurur veya 165 milyar TL’lik sübvansiyonu çıkar o anlatır. Sınır ötesi operasyonların gerekliliğini/haklılığını anlatır ama şehit askerleri ondan duyamazsınız. Aşının ücretsiz olduğunu her fırsatta vurgular ama verilen kayıplara o karışmaz. Bakanları ondan izinsiz konuşmaz veya partisinin vekilleri, üyeleri ondan kutsalları olarak bahseder.

Bu örnekler çoğalır gider. Mesele, bu sistemin bir karşılık buluyor olması…

Afyonlu rüyalar…

Ve bizatihi bu rüyalar, bu ikili karakter rejimini yaşatıyor; yaşanan, alışılmış, toplumsal pratik olarak ideolojinin ifadesi oluyor; hegemonya tesisinde iş görüyor, temel ideolojik işlevlerden biri olarak çalıştırılıyor.

Takiyeye yarıyor, himmete yarıyor, sürekli mazlum/mağdur olmaya yarıyor, efendi kibrine yarıyor, kutsallaşmak/ kutsallaştırılmak ideolojisinin işlemesine yarıyor, dahası rejimin mukavemetine yarıyor.

Lafı doğrudan söylemek önemli: maruz kaldığımız şey Erdoğan’ın “lütuf stratejisinin” ete kemiğe bürünmüş hali.

Burada ideolojik olguların karmaşık ve çelişik karakter taşıyabileceğini hatırlamak gerek. Verili ideolojik güçler yanında, özgül ideolojik biçimler de bulunur. Söz konusu ikili karakter buradan okunabilir ve bu ikili yapının temel taşı dindir; din de ön ideolojik bir yeri kaplıyor.

Birkaç gün önce şahit olduğumuz durum da buna örnek, Oya Ersoy’un konuşması. Oya Ersoy kendince haklıdır ve tartışılacak nokta Oya Ersoy’un cümleleri de değildir. Burada İslamcı olmanın refleksiyle veya “dayanılmaz hafifliğiyle” tepki gösteren, “incinen” bazı isimler var; Ahmet Davutoğlu, Hüda Kaya, Ömer Faruk Gergerlioğlu, Cihangir İslam gibi…

Bu isimlerin, özellikle HDP vekillerinin ‘90’lardan bu yana İslamcılığın kalelerinden oldukları gerçeği bir yana, Erdoğan ideolojisinin HDP içine de nüfuz ettiği gerçeği bir yana… Verdikleri tepkiler sadece İslamcı olmalarından değil; rejimin ideolojik biçimleriyle hemhal olmalarından.

Gramsci, Hapishane Defterleri’nde şöyle diyor “Neden inanç birliğine ‘din’ deniliyor da ‘ideoloji’, daha açıkçası ‘politika’ denilmiyor?” Erdoğan rejimi bunun önemli örneği; ikili karakteri de buradan kökleniyor. Yaptığı her şeyi kutsanmış gösterme ve bunu sadece temsil ettiğine değil, muhalefete de yedirme… İşte ideoloji tepeden aşağıya doğru böyle toplumsallaşıyor ve yerleşiyor.

Rejim krizlerle kuşandı ve toplumu da sardı. Bu hegemonya krizini de gözler önüne seriyor. Bu kriz/krizler “kutsanmış değerler ve kutsallık içermeyenler” arasında bölünmelerle baş gösteriyor. Tıpkı taşıdığı o ikili karakter gibi. Bu da bizi bir başka noktayla buluşturuyor, “lütfunu” kutsayan tarikatlarla/cemaatlerle, pratiğinin devamını isteyen egemen sermayeyle işbirliği. Mesele değişmiyor, söz konusu sermaye hâkimiyetlerini ideolojik olarak yeniden üretme yani “ideolojik olanın bütününü işgal etme ve antidemokratik olarak burjuva güç bloğuna dönüştürme” çabası.

Muhalefet ise burada karşıt bir noktadan konumlanıyor gözükse de ikili karaktere teslim olmuş vaziyette. Zira sürekli “endişeli muhafazakâr” kovalayan, sürekli uyduruk mağduriyetlerle var olanları gözeten ve sadece sandığa kilitli bir muhalefet bu “kutsal” işlevi içselleştirmiş görünüyor.

Örneğin dövize endeksli mevduat hamlesinin hemen ardından laik/sol cenahtaki insanlar arasında “bunun aslında nasa aykırı olduğunu” anlatmak için bir çaba sürüp gitti. Bu sözcüğün anlamını belki o zaman öğrenen veya gündelik yaşamında bir kez bile kullanmayan insanlardan söz ediyoruz. Söz konusu sözcükler/dinsel söylemler kim içindi, kendi tabanı mıydı hedef? Üstelik mevzunun dinsellikle uzaktan yakından ilgisi yokken böyle bir dinselleştirme kimi hedefliyordu? Yarattığı sapma çok iyi işledi, hala da işliyor. Asıl mesele hegemonyanın da böyle kuruluyor olması: sınırlarını kendi çiziyor, karşısındakini kendi içerisinden konuşturuyor, ideolojisine bu şekilde tabi kılıyor.

Nihayetinde iktidar denen şeyin sınırları yok; sınırları belirleyen bütün mekanizmalar da işlemez hale getirildi. Bu yarattıkları rejimin hem sonucu hem de sebebi… Muhalefetin de bu değirmene su taşıdığı başka bir gerçek.

Ana noktaya geri dönersek muhalefet boyutunun yanında; endişeli dedikleri aslında ayrıcalıklı olan kesimler de söz konusu ikili karakteri besliyor, büyütüyor. Tarikatlar ve cemaatler, ticari faaliyetleri ve ekonomik ağları ile var. 1980’lerden bu yana neoliberalizmle yaşanan bütünleşme 2000 sonrası hem onların eliyle hem AKP ağıyla İslamcıları pasifize edip, direnci kırdı. Geçen yazımda da söz ettiğim massetme siyaseti tam da burada işe yaradı. Bu durum ikili yapıyı kurdu. Yıllarca “laik sermaye İslami sermayeyi dışladı” feveranları karşılık buldu. Burada bir yönüyle cumhuriyetle bitmeyen hesaplaşması, diğer yönüyle sınıfsal karakteri/sınıfsal hesapları hala o ikili yapının ana noktalarını oluşturur. Hatırlayalım, AKP iktidara getirilirken üç büyük sermaye yapısının desteğini aldı: TÜSİAD, yeşil sermaye/MÜSİAD ve küresel sermaye. Yani yaratılmak istenen kahraman çok somut ve sınıfsal olarak var oldu, hala da oradan varlığını sürdürüyor.

Ama “Lütuf Rejimi” sorunsuz değil, hegemonya krizde, çöküşte…

Gramsci’nin ifadesiyle “… hegemonya siyasidir fakat her şeyden önce iktisadidir.” Yarattıkları yoksunluk ve yoksulluk o ikili yapıyı ezip geçecek. “Temsil edilenler ile temsilciler” arasındaki çatışma bütün alanlara bu yüzden yayılıyor.

Son günlerde tanıklık ettiğimiz işçi eylemleri bunun örneği. Dün Erdoğan bu kitlelerden elbette oy alıyordu ama bugün bu kitleler dönüşüm yaşıyor ve sebebi muhalefet değil. Sebebi sandık da değil. Böyle dönüşümler bir anda gelmiyor, sınıf kendini buluyor ve önemli sebeplerinden biri Erdoğan rejimiyle yüzleşmesi, birebir yıllardır muhatabı olması, tanıması… Yıllardır sosyalistlerin Erdoğan rejiminin sınıfsal boyutunu gösterme çabası bu denli karşılık bulamamıştı kanaatimce.

Ama muhalefet güçlendirilmiş parlamenter sistem vaadi ve çeşitli söylemlerin ötesine henüz geçmedi/geçemedi. Halbuki asıl ilgilenmesi gerektiği kitle tam da bugünkü dalgalanmayı yaratanlar veya yoksullukla, zorlukla yaşayanlar.

Ama asıl vurgulamak istediğim muhalefetin verili rejime tutunmuş olması. Öyle ki işçilerin yarattığı dalgalanmadan bile uzak duruyor.

Açlıkla, yoksunlukla, yoksullukla, faturalarla, sağlıkla, eğitimle, adaletle veya laiklikle derdi olan, bunları muhatap alan bir muhalefete ihtiyaç var. Gerisi iktidarla ve ideolojisiyle kaynaşma hali…

Adorno diyor ya “Sahtekâr avukatın hilesi, şişirilerek kahramanca bir kararlılığa dönüştürülmüştür.”

Ama kaçış yok. Afyonlu rüyalar sona erecek…

━ bu yazardan

Dinbazlık ve Dilbazlık Artık Çalışmıyor mu?

Rahman Özçelik henüz 22 yaşındaydı. Bartın’da yaşamını yitiren madencilerdendi. AKP kurulurken doğmuştu,...

Adaletsiz kalkınma2: Kötülüğe sabırla dayanılan zamanlar

Geçen hafta yazıyı bitirirken Bertholt Brecht’in “Gaddarlık, gaddarlıktan doğmaz; artık gaddarlık olmaksızın...

Adaletsiz kalkınma: Fakruzaruret içinde gönüllü kulluk

2002’den bu yana AKP’nin vaad ettiği demokrasi ve refah ilk kez bu...

Retorikten Mugalataya AKP Pratikleri

"Hayaldi, gerçek oldu, Türkiye hazır, hedef 2023" Bu söz AKP’nin 2011 seçim beyannamesinden. Kimse...

Gezi’den 2023’e Bir Muktedirin Seyir Defteri

Erdoğan’ın gezi protestocularına hakareti daha sonra bu hakareti savunmak için söyledikleri 20...

Kılıçdaroğlu devletin durumunu güncelliyor

Siyaset bilimci Nimtz, içinde bulunduğu zamanı diğer bütün zaman dilimlerinden önemli gören...

Kılıçdaroğlu’nun havarileri, kuşkucuları: İrili ufaklı tek adamlar hikayesi

Bu yazı, CHP'nin çıkmazını görmeyi hedefliyor. İmamoğlu ve otobüsü bu çıkmazın önemli...

Sağcılık her kötülüğün babasıdır

AKP’nin 20 yıllık envai yıkıcılığının son dönemde yarattığı kamu kaygılarının odak noktasını...

İttifaklar, olasılıklar, hidralar

“Bu seçim ülkenin son şansı olabilir. Son demokrasi nefesi olabilir. Hata yapma...

‘Tek patlıcan, tek bayrak, tek adam’

Yeni DEVA’lı eskinin AKP Grup Başkanvekili Nihat Ergün’ün, 6 Ocak 2009’da Habertürk’teki...

AKP rejiminin ekokırım hali: ‘Külü vatandaşa, parası yandaşa’

Yıllardır AKP rejiminin bin bir yüzüne mecbur bırakıldık. Sermayenin konumu da buradan...

Minare ve Yoksulluk Arasında

Piyasa ve İslamcılık ikilisinin ülkeyi kasıp kavurduğu şu günlerde Marx’ın şu sözü...

━ son bir haftada

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz