Şunu baştan kabul edelim. Gazetecilik kutsal bir meslek değil, gazetecilik yaptığı için katledilen gazeteciler de hep söylenegeldiği gibi “basın şehidi” değil. Gazetecilik denen meslek çok yeni; yerine getirdiği işlevin tarihi tabi ki insanlık kadar eski. Zira insanlar meslek erbabı olarak gazetecilerin esamileri okunmadan önce de birbirleriyle haberleşiyorlardı. Bütün insan toplulukları, tarihlerinin büyük bir kısmı boyunca güncel olaylar hakkında bilgi ve olayları yorumlamak ve bunları yaymak için özel bir meslek, yani gazetecilik olmaksızın haberleşti.[1] En basit şekilde, bir köyden başka bir köye giden birisinin, yaşadığı köye diğer köyden o köyle ilgili getirdiği haberler, o kişiyi hemen gazeteci yapmadı, belki “haberci” ya da “ulak” yaptı. İlla ki bu kişi o köyde olan bitenleri anlatırken kendi perspektifini olan bitene kattı. Bilişsel yetileriyle, sınırlı algıları birleşen her insan bambaşka bir dünyadır ve hayata ve olaylara karşı yorumları her zaman bir başkasından farklı olacaktır. Bunun önüne geçmek mümkün değildir. İşte tam da bu nedenle günümüzde bir meslek haline gelmiş olan bu işi yapanları bahse konu haberciden ayıran bazı nitelikler gelişmiştir zaman içinde. Bunu zamanın koşulları, bu işin meslek haline gelmesi sürecinde yaşanan sorunlar, kurumsal ilişkiler vs. etkilemiştir. Her meslek gibi gazetecilik mesleği de, meslek haline gelirken bir takım güven bunalımları yaşamış ve bu güven bunalımlarını aşma çabaları bir yandan bu işi meslek haline getirmiş diğer yandan da bu mesleğin bazı kuralları ve ilkeleri oluşmuştur. Bunlar oluşurken yapılan işin niteliği değişmiş, meslekleşme aşamalarını geçerken mesleğin bizatihi varlığı krizli zamanlar geçirmiştir. Bunu anlayabilmek için çokça iyi gazetecilik tarihi çalışması mevcuttur, ayrıca yine bu gelişimi ilkeler ve etik çerçevesinde anlayıp değerlendirebilmek için akademik bir formasyonun hayati önemi vardır. Alaylı yetişip de, gazeteciliğin akademik eğitimini azımsayan gazetecilere duyurulur. İyi akademik eğitim, her zaman iyi gazeteciliğin teminatı değildir elbette, ancak iyi gazeteciliğe giden yolları önemli ölçüde aydınlatır iyi bir akademik eğitim. Meslekle akademi arasındaki bağın güçlenmesinin gerekliliği için her geçen gün yeni örnek olayın karşımıza çıkıyor olmasını hayra yormak gerekir. Kötü örnek ve olaylar her zaman kötümserliği beslemez, iyimser bir çıkışın yapı taşları işlevi görebilir.
Bir konuda daha anlaşmamız gerekir. Gazeteci elbette etten kemikten, duyguları, korkuları, acıları, travmaları, sevinçleri olan bir varlıktır. Bu nedenle kimse gazeteciden ne sınırsız bir kahramanlık beklemeli ne de mutlak bir muhalif tavır. Gazetecinin siyasi görüşü vardır. Sağcı, solcu, iktidar yanlısı, muhalefet sempatizanı olabilir gazeteci. Ancak bütün bu konumlanmalar, gazeteci haber yaparken, soru sorarken ne kadar parantez içine alınabilirse gazetecinin inandırıcılığı o kadar artar. İnanmanın çok zorlaştığı günümüzde bu inandırıcılığın ne kadar kıymetli bir şey olduğunu herkes takdir edecektir. Gazetecinin yazdığı ve okurlara sunduğu haberin, içinde ne eti olduğundan emin olunan ya da kuşku duyulan bir hamburgerden prensipte pek de farkı yoktur. Nasıl ki siz köftesine güvendiğiniz hamburgercide, iç huzuruyla sandviçinizi midenize indirebilirseniz, doğru olduğuna güvendiğiniz haberi okuyarak ona göre tavır alıp karar verebilirsiniz. Bir gazeteci, herhangi bir iktidar karşısında takıntılı bir şekilde muhalif bir tavır içinde olduğu zaman o iktidarla ilgili haberi kovalarken, haberi yazarken, habere başlık atarken, haberi anlatmak için sözcükler seçerken o takıntı haberin güvenilirliğini sakatlar. Bu sakatlama haberin hamburger köftesi kadar sınırlı bir etkisi olmadığı için tabi ki sadece haberi yazanı ve bir tek okuyanı etkilemez. Zira elbette gazetecilik kutsal bir meslek değildir ve elbette pek çok diğer meslekten ilkesel olarak farklı değildir, ancak etkisi itibariyle başka mesleklerin etkileme sınırından daha geniş bir etki alanına sahiptir. Örneğin siz kötü bir hamburger köftesi yediğiniz ve ondan zehirlendiğiniz zaman, bundan sadece siz etkilenirsiniz. Hamburgerci de sadece sizden sorumludur. Hamburgerci en fazla eğer siz şikâyetçi olursanız ve olayı büyütürseniz bir miktar müşteri kaybeder ve belki ceza ödemek zorunda kalır. Siz de eğer ağır bir durum söz konusu değilse, kısa süreliğine bir hastanenin aciline girer çabucak sağlığınıza kavuşarak çıkarsınız. Ancak yanlış, hedef gösterici, kitleleri tahrik edici bir haber veren gazeteci, geniş kitleleri etkileyerek pek çok insanın tavır almasına ve bu tavra muhatap olan insanların zarar görmesine sebep olabilir. 6-7 Eylül Olayları Türkiye tarihinin bir yalan haber sonucunda ortaya çıkmış utanç verici bir tarihsel vesikasıdır. Buna benzer pek çok örnek vardır.
Eğer siz bir gazeteci olarak “ben askeri vesayetle mücadele ediyorum” diyerek kapınızın önüne konan bavul dolusu belgeleri koşulsuz, sorgulamadan, mal bulmuş mağribi gibi haberleştirirseniz, bu haberler sonucunda onlarca masum insanın hayatları kararabilir. Belki bu haberlerin yarattığı sansasyon, içinde bulunulan politik iklim nedeniyle bir süreliğine sizi başarı sarhoşluğu içinde bırakabilir. Size etrafınızdaki o dönemin “askeri vesayet karşıtları” büyük büyük payeler verebilir, sizi elleri patlayıncaya kadar alkışlayabilir. Ancak bu bavul içindeki belgeleri size gönderenler politik emellerine ulaşıp sizi kullandıktan sonra, ortaya bambaşka bir politik iklim çıkar ve siz artık bir gazeteci değil hainsinizdir. Gazeteci, her koşulda hain damgası yiyebilir. Bunda kuşkusuz beis yoktur. Zira gazeteci yaptığı iş itibariyle iktidar katındakilerin çıkar ilişkilerini sorgulayıp eğer delillendirebiliyorsa bu çıkar ağlarına çomak sokar. Hainlikle kahramanlık arasındaki çizginin kıldan ince olduğunu tarihsel pek çok örnek göstermiştir. Ancak eğer siz yaptığınız gazetecilik mesleğini politik çatışmaların, birilerinin politik ikballerinin payandası olarak kullanır ve kullanılmasına izin verirseniz, politik iklim değiştikten sonra sadece hain damgası yemekle kalmazsınız, aynı zamanda adınız gazeteci değil “jurnalci-ulak” olur. İçinde yaşadığınız ülke adamakıllı bir ülkeyse ve insanlar içinde ne olduğundan emin şekilde köfte yemek istediği gibi doğru düzgün haber okumak-almak istiyorlarsa sizin yaptığınız şeyin gazetecilik olmadığını mutlaka takdir edeceklerdir.
Aristotales Nikomakhos’a Etik adlı kitabında ahlaki olan davranışı ayırt edebilmek için insanın ifratla tefrit arasında gidip gelmesi gerektiğinden bahseder. Yani, herhangi bir davranışta ortayı bulabilmek için, yani makule ulaşmak için uçları deneyimlemesi gerekir insanın. Bunu anlatabilmek için pek çok duyguyu, davranışı örnek verir. Bu örneklerden birisi şöyledir: “Utanma bir erdem değildir, ama utanmayı bilen övülür. Çünkü bu konularda orta olma söz konusudur; aşırıya kaçıp her şeyden utanan utangaç; eksiklik gösteren ya da hiçbir şeyden utanmayan yüzsüz; ortası da utanmayı bilendir”[2]. Son yıllarda gazetecilik mesleğine dair de uçları deneyimliyoruz. Ya iktidara koşulsuz biat eden ya da iktidarın koşulsuz karşısında duran gazetecilerle karşı karşıyayız. İktidara koşulsuz biat eden gazetecilere açıkçası söylemeye değecek tek bir cümle bulamıyorum. Açıkçası benim sözüm kendini mutlak bir muhaliflik pozisyonuna kilitleyerek mesleğini buna alet edenlere. Gazetecilik denen meslek, modern burjuva demokrasisinin içinden çıkmış ve günümüze kadar bazı kurallar geliştirerek itibarını korumaya çalışmıştır. Gazetecinin verdiği haber içinde yaşadığı demokratik iklimin havasını temizleyebilir de, yaşanamayacak derecede zehirleyebilir de. Siz gazeteciliğin yaklaşık dört yüz yıllık deneyimler sonucunda ortaya çıkmış ilkelerine kulak asmayıp, yaptığınız “ulaklığa” gazetecilik derseniz, bu eylem eleştirilir. Gazeteci herkesle görüşür. Ama görüştüğü kişilere soru sorar. Bu kişilerin söylediği şeyleri aktarmakla yetinmez. Gazeteci, olayları ve olguları sorduğu sorularla ve sorgulamalarla okuyucusu için “açık” hale getirir. Günümüz iletişim teknolojileri, gazetecinin bazı işlevlerini boşa çıkarmış gibi görünebilir, ancak iyi gazeteci bu işlevleri yerli yerine oturtmasını bilir. Bu işlevlerin en başında geleni de, tekrar dile getirmek gerekir ki sorgulamak ve soru sormaktır.
[1] Michael Schudson, (2020). Journalism: Why It Matters, Polity Press. (Bu kitap, çok yakında um:ag Yayınları tarafından Gülseren Adaklı çevirisiyle Türkiyeli okurlarla buluşacaktır. İlgili okurların dikkatine)
[2] Aristotales (1998). Nikomakhos’a Etik, (Çev. Saffet Babür), Ankara: Ayraç Yayınları, s. 36.
Yazar Hakkında
Tezcan Durna, yüksek lisans ve doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalında tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde 2002 yılında araştırma görevlisi olarak başladığı görevine 2017 Ocak ayında görevinden uzaklaştırılana kadar devam etmiştir. Barış İmzacısı olması nedeniyle KHK listesine adı eklenerek akademiden uzaklaştırılan Durna, çalıştığı kurumda Haberi Okumak, Haber Sosyolojisi, Medya ve Etik, Etik Modernite ve İletişim, Şiddet Siyaset ve Medya, Akademik Araştırma, Yazma ve Sunma gibi lisans ve yüksek lisans düzeyinde dersler vermiştir. 2011-2012 yılları arasında TÜBİTAK Doktora Sonrası Araştırma Bursu ile Amsterdam’da bulunan Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsünde çalışmıştır. Medyada temsil, basın tarihi, medya ve etik, medya sosyolojisi, yeni medya etnografisi, Türkiye’de aydınlar gibi konularda ulusal ve uluslararası akademik mecralarda yayınlanmış çok sayıda eseri mevcuttur. Halen Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfının Genel Yayın Yönetmenliğini yürütmekte, Almanya’daki Duisburg-Essen Üniversitesi’nde dersler vermektedir.