12.4 C
Ankara

Haklarını birbirine teslim eden kadınların hesabı

Paylaş:

Burcu Yıldırım

Öncelikle sözümüzün çoğalmasına imkan oluşturduğu ve buradan seslenmeme değer gördükleri için medyaport.net ekibine teşekkür ediyorum. Bu başlangıca bir girizgah yapmak gerekirse; yazmaya, sormaya, yaşadıklarımızı yan yana koymaya, biriktirmeye ama ille de umut etmeye ihtiyacımız var. Bu ihtiyaçtan kaynaklı da dilimin döndüğünce etrafımızda olup bitenlere küçük bir pencere açmaya, kadınların gündemini aktarmaya çalışacağım.

Yeni bir yıla girdik ve yeniye dair olanca özlemimizle dileklerimizi sıraladık. Elbette umut ettiğimizce, hayal kurduğumuzca ve harekete geçtiğimizce varız. Ancak yaşadığımız her gün, bir öncekini aratır hale geldi. 2020 yılı hepimizin malumu pandeminin, ekonomik krizin, yoksulluğun ve artan baskıların gölgesinde geçti. Bu süreçte gördük ki halka, en çok da kadın ve çocuklara en zor zamanlarında can simidi olacak hiçbir kurum kalmamış.

Neden mi bahsediyorum? Hadi biraz açalım. Daha birkaç gün önce aynı gün içerisinde dört kadın öldürüldü. Sayıyla dört ama hikayeleriyle anlatmakla bitiremeyeceğimiz kadınlar… Bakanlar kınamakla yetindi. Davanın takipçisi olmalar, en ağır cezaları almaları yönünde dilek ve temenniler havalarda uçuştu. Peki hangi bağımsız yargı bunu sağlayacak ya da davayı nasıl takip edecekler? Bugüne kadar kaç kadın cinayeti davası takip etmişler? “İyi hal” ve “tahrik” indirimlerine karşı ses çıkarmışlar ya da şiddeti önlemeye yönelik ilk imzacıları olduğu İstanbul Sözleşmesi’ni tartışmaya açtırmak yerine, ne kadar sahip çıkmışlar? Kadınların yıllardır yüksek sesle söylediği “kadın cinayetleri politiktir” tespiti sadece şu üç beş soruyla bile gün yüzüne çıkıyor ne yazık ki.

Kadınlar her gün soruyor: Gülistan Doku’ya, Rabia Naz’a, Nadira Kadirova’ya, Duygu Delen’e ve yeni yılın ilk gününde şüpheli ölümüyle hayatını kaybeden Feyza Nur Saydam’a ne olduğunu. Bu kadın ve çocukların bir ortak yanı daha var; şüphelilerinin hep sırtı sağlam ve hali vakti yerinde insanlar. Adaletin terazisinin kişilere, mevkilere, varlıklara göre değiştiğini deneyimleyen bu kadınlar hangi kurumlara güvenecek? Sıkışıldığında yargıya havale edilen konular ve yargının bir türlü bağımsız hareket edemediği  bu günler, hangi yaraya merhem olacak? Baktık işin içinden çıkamıyoruz, kınayıp geçelim mi ya da ileride bir gün, bir suç ve suçlu bulup alınan bütün hukuksuz kararları kimin üzerine yıkalım?

Her ay, her yıl öldürülen ve şüpheli bir şekilde hayatını kaybeden kadınların çetelesi tutuluyor. Bunu basına yansıyan ve el yordamıyla ulaştığımız bilgilerden ediniyoruz. Kadın örgütleri titizlikle üzerinde durmaya çalışıyor ancak devlet kanadında ne bir çalışma ne bir bilimsel veri ne de buna dair bir hareket var. En son 2009 yılında Adalet Bakanlığı, 2002 ve 2009 yılları arasında kadın cinayetlerinin yüzde 1400 arttığını belirtmişti. Ogün bugündür resmi olarak açıklanan tek bir veri bile yok.

Çizdikleri pembe tablonun etkisinde kaldıklarından mıdır bilinmez bu konuda kararlı bir sessizlikleri var. Bütün bunların yanı sıra geçtiğimiz Kasım ayında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, kadın cinayetlerinin geçen yıla oranla azaldığını savundu ve Kadın Destek Uygulaması (KADES) verilerini gösterdi. Uygulamanın olumlu bir adım olduğunu cepte tutalım; peki uygulamayı indiremeyen kadınlar, telefonu olmayan, internete ulaşamayanlar için bir pratik çözüm var mı? Yine bakanlığın açıklamalarına göre KADES uygulamasını Aralık ayı itibariyle 1 milyon 174 bin kişi indirmiş. Başlı başına bu rakam bile kadınların içinde bulunduğu duruma ve her an yaşayabilecekleri korkuya işaret ediyor. Sadece bu veri bile tehlikenin kapıda değil, kadınların evlerinin içinde, en yakınında  olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla kadınları, sürekli ailenin içinde tanımlamaktan, en iyi görevin annelik olduğunu öğütlemekten ve “itaat et” demekten artık vazgeçmek gerekmiyor mu?

Bu memlekette kadınlar, yaşadıklarını ispatlamak için kendi kanlarıyla katillerinin ismini yazmak ya da bir gün öldürülürsem diye dün 17 yaşında yedinci kattan düşerek şüpheli ölümüyle gündeme gelen Feyza Nur Saydam gibi “Bana bir gün ulaşılamazsa kaçmamışımdır kaybedilmişimdir, ben bir yerden aşağı atlamam Allah korkum var benim ama biri atmıştır, uyuşturucu kullanmam zorla verilmiştir. Bir gün hashtaglerden biri olursam bulunacak kılıfların hiçbirini yapmam, hakkımı arayın” diye sosyal medyadan çağrıda bulunmak zorunda kalıyor! Geleceğini, hakkını arayacak kadınlara teslim ediyor. Feyza’nın ölüm nedeni kesinleşmedi ama bütün bu soruşturma aşamasından bağımsız genç bir kadının olası ölümüyle ilgili duyduğu kaygı. Bir gün bu şekilde öldürülebileceği ihtimalini düşünmek. Bilmem anlaşılıyor mu?

Bu durumda kadınlar kendilerine biçilen kaderlerine ve ölüme terk ediliyor desek çok abartmış olmayız. Çünkü daha karakoldaki şikayet aşamasında dahi şiddete uğrayan kadınlar devletin bütün kurumları aracılığıyla yalnızlaştırılıyor. Yaşadığı travmayla bir de uğradığı şiddeti, tacizi, tecavüzü ispat etmek zorunda kalıyor.

Kürsülerden bitmek bilmeyen cinsiyetçi dil ve nefret söylemi, her gün baskı politikalarıyla üretilen şiddet, yaşam alanı sunmuyor. Kadınların yarınlardan alacak çok hesabı var. Haklarıyla beraber insanca yaşamayı hesap eden kadınların öfkesi birikiyor ve her gün daha çok yana yana geliyorlar. Bunu görmemekte ısrar edenler kuşkusuz ki yarınlarını da göremiyor.

Yazar Hakkında

Burcu Yıldırım, Hacettepe Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu. Aynı üniversitede Kadın Çalışmaları Topluluğu (HÜKÇAT) kuruluş çalışmalarında yer aldı. Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları Bölümü’nde yüksek lisansa başladı ancak birçok hocası, Barış Bildirisi’ne imza attıkları gerekçesiyle ihraç edilince bölümünü tamamlayamadı. Öğrenciliği döneminde ve sonrasında 5 yıl boyunca Evrensel Gazetesi ile Ekmek ve Gül’de; bir süre de Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nde çalıştı. Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Çocuğun İnsan Hakları Ödülü ve Ankara Tabip Odası ödülü, İstanbul Tabip Odası “Gazete-Haber Araştırma Ödülü”, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi “Koruma Alanında Emre Madran Ödülü” sahibi. Halen basın danışmanı olarak görev yapıyor.

Burcu Yıldırım
Burcu Yıldırım
Hacettepe Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu. Aynı üniversitede Kadın Çalışmaları Topluluğu (HÜKÇAT) kuruluş çalışmalarında yer aldı. Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları Bölümü'nde yüksek lisansa başladı ancak birçok hocası, Barış Bildirisi'ne imza attıkları gerekçesiyle ihraç edilince bölümünü tamamlayamadı. Öğrenciliği döneminde ve sonrasında 5 yıl boyunca Evrensel Gazetesi ile Ekmek ve Gül'de; bir süre de Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nde çalıştı. Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Çocuğun İnsan Hakları Ödülü ve Ankara Tabip Odası ödülü, İstanbul Tabip Odası “Gazete-Haber Araştırma Ödülü”, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi “Koruma Alanında Emre Madran Ödülü” sahibi. Halen basın danışmanı olarak görev yapıyor.

━ bu yazardan

Davulun sesi artık uzaktan da hoş gelmiyor

İstanbul Sözleşmesi 11 Mayıs 2011 yılında Türkiye ve tarafı olan ülkeler arasında...

Isrardaki gerçeklik

İstanbul Sözleşmesi’nin feshi ile başlayan ve kadınların her alanda daha yüksek sesle...

Kimin rengi kalacak?

Son yıllarda yaşadıklarımızın peşine düşmek ve bir şekilde hesabını sorma çabasıyla içimizde...

‘Adalet İstiyoruz’ nicelerimiz adına!

Adalet kavramı, ülkemizde ihtiyacı olanın da talep edenin de erişemediği bir olgu...

Tutunup kök salma inadı sadece erkek şiddetine karşı olmayacak

8 Mart hazırlıkları, ülkenin her yerinden irili ufaklı baş gösteriyor. Pankartlar, dövizler,...

Ölmediyseniz ‘Alo’ deyin

Gündem, her zamanki gibi olabildiğine yoğun. Devlet yetkililerinin halkın bir tekini düşünmeden...

Can Suyu

Her gün ama her gün suç işlenen bir ülkede, adalet aramak boynumuzun...

Adalet Sırası Kadınlara Ne Zaman Gelecek?

Burcu Yıldırım Yıllardır içimizi rahatlatacak haberlere hasretiz. Çok görmüş geçirmiş sayılmam...

━ son bir haftada

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz