12.5 C
Ankara

Güç Odaklı Paradigmadan İnsan Odaklı Paradigmaya Geçiş

Paylaş:

Merhaba, bu yazımda insanlık tarihi içerisinde güç ilişkileri bağlamında paradigma değişiklerine dikkat çekmek ve farklı bir bakış açısı sunmak istiyorum.

Paradigma nedir? Paradigma kavramı, 20. yüzyılın sonlarında ilk kez bugünkü anlamıyla Amerikalı felsefeci Tomas Kunt tarafından kullanılmıştır. Bakış noktamıza göre biçimlenen ve hiyerarşik bir değerler dizgesi oluşturan en temel düşünsel dayanağı ifade etmektedir. Bir bakıma, evrene, topluma ve insana bakış açımız; onları kavrama ve anlamlandırma biçimimiz olarak özetlenebilir.

Toplumların gelişiminde her dönemin ya da çağın bir paradigması vardır. Ortaya çıkan tüm soru ve sorunlara bu paradigmadan yola çıkarak ve ışık alarak yanıt veririz. Bu nedenle paradigma sorunlar demetine verilen ortak yanıt olarak da tanımlanabilir.

paradigma, gökten zembille inmez. Toplumun derinliklerinde, üretim süreçleri içerisinde yavaş yavaş ve sessizce filizlenir.

Toplumu bir yapıya benzetirsek, alt yapı, ekonomik temeli, üst yapı ise, örgütsel ve düşünsel değerler sistemini ifade eder. Ekonomik temel deyince, üretim, tüketim, değişim ve bölüşüm ilişkiler yumağını anlıyoruz. Bu yumağı oluşturan ipin ucu üretimdir. Onu sırasıyla tüketim, değişim ve bölüşüm izler. Yani biz ilişkiler yumağını sarmaya üretimle başlarız. Diğer tüm ilişkiler, üretimin üzerine sarılır.

Ekonomik alt yapı, üzerinde biçimlenen tüm insan ilişkileriyle birlikte sosyo-ekonomik oluşumu meydana getirir. Bu sosyo-ekonomik oluşumun üzerinde ise, başta devlet olmak üzere siyasal, hukuksal, eğitsel ve sanatsal üst yapı ile bütün bunlara içerik kazandıran değerler sistemi yükselir. İşte bu değerler sisteminin omurgasını oluşturan temel değer, temel düşünsel dayanak paradigmadır. Eşitlik, özgürlük, adalet, kalkınma, erdem, tevekkül… hepsi, çağdan çağa, toplumdan topluma egemen olan paradigma örnekleridir.

toplumsal farklılaşmaların ve sınıfların ortaya çıkmadığı ilkel dönemlerin paradigması, kan kardeşliği olsa gerekir. Çünkü aynı toteme bağlı topluluk bireyleri, kan kardeşi sayılırdı. Bütün toplumsal ilişkiler, kan kardeşliği paradigmasına göre biçimlenir; topluluk üyeleri birbiriyle eşit görülürdü. Üretim, tüketim, bölüşüm ortaktı. Kamu malı kutsaldı. Topluluğun bir bireyine yapılan saldırı, hepsine yapılmış kabul edilirdi. Bütün değer yargıları, gelenekler, inanışlar, ahlak vb. aynı toteme bağlı topluluğun ortak çıkarlarını korumakla işlevlendirilmişti.

Toplumsal farklılaşma ve sınıflaşmanın tarih sahnesine çıkmasıyla birlikte, bütün maddi ve manevi değerler, egemen olan sınıfların elinde toplanmaya başladı. Bu nedenle kan kardeşliği paradigmasının pabucu dama atıldı. Onun yerine, egemen sınıfların egemen konumlarını korumayı ve meşrulaştırmayı amaçlayan çıkar ve güç odaklı bir paradigma yerleşti. Artık her şey, güçlülerin gereksinimlerine ve istemlerine göre yeniden tanımlanmak zorundaydı. Gelenekler, görenekler, inanışlar, ahlak ve bütün değer yargıları, güçlülerin çıkarlarını ve konumlarını korumaya hizmet etmek üzere yeniden biçimlendirildi ve içerik kazandılar. Normlara ve standartlara uygun olan, egemen zümrelerin gereksinim ve ölçütleriydi. Bu gereksinim ve ölçütlere aykırı olan her şey, anormal ve standart dışıydı. Haklılığın kaynağını güç oluşturmaktaydı. Güçlüysen haklısın ilkesi geçerliydi. Egemen güçler, çıkar ve güç odaklı paradigmayı toplumun belleğine ve alt bilincine öylesine yerleştirdi ki, toplumun güçsüzler ve güçlüler olarak bölünmesi ve güçlülerin güçsüzleri yönetmesi doğanın bir yasası olarak benimsendi.

Güç ve çıkar odaklı paradigmada toplumdaki çeşitlilik ve farklılık yadsınmakta; her şey belirli bir gelir düzeyine, belirli bir boya ve bedensel özelliklere, belirli yaş aralıklarına, insanlığın erkek cinsine, belirli bir sağlık durumuna, belirli bir deri rengine, dahası, belirli bir dinsel, mezhepsel ve etnik mensubiyete göre standartlaştırılmaktadır.

Söz gelişi, köleci kentlerde ve imparatorluklarda yurttaşlık hakkı, sadece özgür sayılan insanlara tanınmakta; köleler, kadınlar ve yabancılar yani toplumun ezici bir çoğunluğu özgür olmadığı için yurttaş sayılmamaktaydı. Bazı “demokrasi”lerde genel oy hakkı bulunmamakta; belirli bir varlık düzeyine sahip olanlar ve sadece erkekler oy kullanabilmekteydiler. Bütün uygarlıklarda yapıların giriş ve çıkışları, kapı yükseklikleri, caddeler, kaldırımlar, genel kullanım alanları, belirli bir boy, beden özelliği ve sağlık durumundaki insanlara göre yapılmıştır. Bazı toplumların kutsal mekanları, dinsel eğitim ve ibadet yerleri, egemen olan din ve mezheplerin inanışlarına göre tasarlanmış ve inşa edilmiştir. Otomobil, çamaşır ve bulaşık makinesi, televizyon, buzdolabı gibi günlük yaşamımızda artık vazgeçilmezimiz olan araç ve gereçler, hep belirli standart ve özelliklerdeki bireylere göre tasarlanıp üretilmektedir.

Oysa çeşitliliği ve farklılığı yüzünden dışlanan, anormal ve standart dışı sayılan bütün bireyleri topladığımızda bunların toplumun ezici bir çoğunluğunu oluşturduğunu, aslında normal ve standart kabul edilenlerin azınlıkta olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Güç ve çıkar odaklı paradigma, güçlülerin gereksinimlerine ve ölçütlerine uygun olanın, normal ve standart olduğuna yani kuralın bu olduğuna, diğerlerinin azınlıkta ve istisna kaldığına, maddi ve manevi bütün egemenlik araçlarını kullanarak tüm insanlığı inandırmıştır

Ancak insanlık, uzun süreden beri, güç ve çıkar odaklı paradigmanın akıl dışı, ötekileştirici ve dışlayıcı niteliğini görmeye ve onunla mücadele ederek insan odaklı paradigmayı egemen kılmak için önemli kazanımlar elde etmeye başlamıştır. Bu mücadelenin birinci evresi, aydınlanma çağı ile birlikte rasyonalist ve hümanist felsefenin insanlığın gündemine gelmesidir. Rasyonalizmin odağında AKIL, hümanizmin odağında ise İNSAN yer almaktadır. Akıl ve insan odaklı yaklaşım, güç ve çıkar odaklı paradigmaya önemli darbeler vurmakla birlikte onu ortadan kaldıramamıştır. Azami kâr yasasına dayanan kapitalizm, güç ve çıkar odaklı paradigmayı yeniden ıslah etmeyi ve egemen kılmayı başarmıştır. Kapitalizm, güç odaklı paradigmayı, demokrasi ve insan hakları gibi kavramlarla yaldızlayıp makyajlayarak kendisinin insan odaklı bir sistem olduğuna, büyük kitleleri bir süreliğine inandırmıştır.

İnsanlığın eşit ve özgür bir toplum arayışı ve denemeleri, emekçilerin Paris Komünü girişimi ve Sovyet Devrimiyle devam etmiş; İkinci Evren Savaşı’ndan sonra ilan edilen İnsan Hakları Bildirisi, evrensel insan haklarının genişletilmesi ve yer yer yaşama geçirilmesi için verilen mücadeleler, insan odaklı paradigmanın güç kazanması için önemli bir zemin yaratmıştır.

İnsan odaklı paradigma nedir?

İnsan odaklı paradigma, her şeyden önce, birey olarak insanın; düşüncenin, toplumun ve yaşamın merkezine oturtulmasıdır. Toplumun ve yaşamın tüm alanlarının, başka bir ölçüte göre değil, sadece insanın gereksinimlerine ve özelliklerine göre yeniden planlanması, tasarlanması ve düzenlenmesidir. Toplumdaki çeşitliliğin ve farklılığın kavranması ve programlarda, projelerde, uygulamalarda bu çeşitliliğin ve farklılığın daima göz önünde bulundurulmasıdır. Toplumların, kentlerin, konutların, genel kullanım alanlarının ve ürünlerin; çocukların, gençlerin, yaşlıların, kadınların, göremeyen, işitemeyen, yürüyemeyen, bazı organlarından yoksun olan veya bu organlarını kullanamayanların, çok uzun veya çok kısa boyluların, farklı inanışta ve etnik yapıda bireylerin varlığı dikkate alınarak yeniden tasarlanması ve üretilmesidir.

28 Ekim 2009 tarihinden beri ülkemizde de yürürlükte bulunan Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi, “Evrensel Tasarım” kavramını tanımlayıp gündeme taşıyarak insan odaklı paradigmaya geçiş için önemli bir aşamaya işaret etmiştir. Sözleşmede “Evrensel Tasarım” kavramı şöyle tanımlanmaktadır:

“Evrensel tasarım: ürünlerin, çevrenin, programların ve hizmetlerin özel bir ek tasarıma veya düzenlemeye gerek duyulmaksızın, mümkün olduğunca herkes tarafından kullanılabilecek şekilde tasarlanmasıdır.”

Sözleşme; ürünlerin, çevrenin, programların ve hizmetlerin, herkes tarafından kullanılabilecek bir biçimde tasarlanmasına vurgu yapmakla toplumdaki çeşitliliğe, farklılığa, bireyin gereksinimlerine ve özelliklerine dikkat çekmektedir. Böylece insan odaklı paradigmanın bir tanımını vermektedir aynı zamanda. Her şeyin herkes için tasarlanması ve yaşama geçirilmesi. Herkes için toplum, herkes için kent, herkes için konut, herkes için ürün… Kuşku yok ki, “herkes” kavramı, her tür çeşitliliği ve farklılığı içinde toplumu oluşturan tüm bireyleri kapsamaktadır.

Evrensel Tasarım kavramı, insan odaklı paradigmaya, daha somut ve daha zengin bir içerik kazandırmıştır. Önümüzdeki süreç, hiç kuşku yok ki, güç ve çıkar odaklı paradigmadan insan odaklı paradigmaya geçişin hızlanmasına tanıklık edecektir. İnsanlık, kapitalist emperyalizmin, aşırı kazanç hırsıyla insanı ezen ve öğüten acımasız işleyişine, doğayı ve toplumu tahrip eden niteliğine karşın güç ve çıkar odaklı paradigmadan insan odaklı paradigmaya geçişin doğum sancılarıyla kıvranmakta; eşit, özgür, bireyin gereksinimlerine ve mutluluğuna odaklanmış bir dünya düzeninin kurulması doğrultusunda ilerlemektedir.

Dostça kalın.

Yazar hakkında:

Turhan İçli Kimdir: 1955 yılında Sivas’ta doğdu. 10 yaşında geçirdiği kaza sonucu kör oldu. ODTÜ Sosyoloji ve A.Ü. Hukuk Fakültesini bitirdi. Yüksek lisansını A.Ü. Sosyal Hizmet Bölümünde yaptı. 1974’ten beri örgütte engelli hakları mücadelesi içerisinde yer aldı. Altı Nokta Körler Derneği, Türkiye Körler Federasyonu ve Engelliler Konfederasyonu başkanlıkları yaptı. 15 yaşından itibaren sosyalist hareket içerisinde yer aldı. 12 Eylül zindanlarında yattı, işkenceli sorgulardan geçti. İki sosyalist partinin merkez komitesi ve CHP Parti Meclisi Üyesi oldu. Siyaset ve engelli hakları konusunda yüzlerce makalesi, araştırmaları ve 2 kitabı bulunuyor. Halen arabuluculuk ve serbest avukatlık yapıyor.

Turhan İçli
Turhan İçli
1955 yılında Sivas’ta doğdu. 10 yaşında geçirdiği kaza sonucu kör oldu. ODTÜ Sosyoloji ve A.Ü. Hukuk Fakültesini bitirdi. Yüksek lisansını A.Ü. Sosyal Hizmet Bölümünde yaptı. 1974’ten beri örgütte engelli hakları mücadelesi içerisinde yer aldı. Altı Nokta Körler Derneği, Türkiye Körler Federasyonu ve Engelliler Konfederasyonu başkanlıkları yaptı. 15 yaşından itibaren sosyalist hareket içerisinde yer aldı. 12 Eylül zindanlarında yattı, işkenceli sorgulardan geçti. İki sosyalist partinin merkez komitesi ve CHP Parti Meclisi Üyesi oldu. Siyaset ve engelli hakları konusunda yüzlerce makalesi, araştırmaları ve 2 kitabı bulunuyor. Halen arabuluculuk ve serbest avukatlık yapıyor.

━ bu yazardan

İmamoğlu Kararının anlamı: ‘Şaşkın Ördek Sendromu’

Merhaba, bu yazımda Sn. İmamoğlu için verilen hapis ve siyaset yasağı kararını...

Bakalım, Türkiye Noterler Birliği Yasaları Çiğnemeye Devam Edecek mi?

Merhaba, Bu köşede yayımlanan “Türkiye Noterler Birliği, Tüm Dünyaya Meydan Okuyor” başlıklı yazımda,...

3 Aralık Dünya Engelliler Günü Kutlanabilir mi?

Merhaba, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1981-1991 yılları arasını “Dünya Engelliler On Yılı”; bu...

Ektiğimiz Tohumlar Meyvelerini Veriyor

Merhaba, Bu yazımda sizlere Ankara’da yapılan anlamlı ve göğüs kabartıcı bir ödül töreninden...

Son terör eyleminin düşündürdükleri

13 Kasım günü İstiklal Caddesinde meydana gelen terör eylemi, toplumumuzda büyük bir...

Türkiye Noterler Birliği körlerin imza sorunu hakkında dünyaya meydan okuyor

Yazıma neden böyle bir başlık attım? Zira, 17 yıldan beri körlerin imzalarının...

Sakatlık tanımına ilişkin bakış açımızı değiştirmeliyiz

Ülkemizin, sakatlık ve sakatlar konusundaki bakış açısını, köklü bir eleştiriye tabi tutmaya...

Başta Altılı Masa olmak üzere tüm muhalefet bloklarına sesleniyorum: Türkiye’yi yeniden inşa sürecinde engellileri göz ardı etmeyin!

AK-PARTİ hükümetleri döneminde, özellikle 5378 sayılı Engelliler Kanunu’nun yürürlüğe konulduğu 2005 yılından...

Ak-Parti, İktidarını Yirmi Yıldır Ne Sayede Sürdürebiliyor?

Ak-Parti, çok partili siyasal yaşama geçtikten sonra iktidarda kalabilen en uzun ömürlü...

Yoksulluk ve sakatlığın ortak toplumsal niteliği

Bu yazımda yoksulluk ve sakatlığın ilişkilerini ve ortak niteliğini ele almak istiyorum. Konumuz...

Engellilerin Siyasal Yaşama Katılma Haklarının Hukuksal Dayanakları Nelerdir?

Tüm yurttaşların yasaların yapımına ve devlet yönetimine katılma haklarını düzenleyen ilk belge...

Engellilerin siyasal katılma hakkını sınırlandıran etmenler nelerdir?

Gelir, meslek, eğitim, cinsiyet, yerleşme biçimi, göç, yaş ve sınıfsal konum gibi...

━ son bir haftada

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz