Ne de olsa o ekonomiyi, çarkların nasıl işlediğini, piyasalarda işlerin nasıl döndüğünü, bizim gibi Basın Yayın’da değil, okulunda öğrenmiş, yıllarca ekmeğini de buradan kazanmıştı.
Haksızlık etmeyeyim, suç bize ekonomiyi öğretmeye çalışan hocalarımızda değil. Taaa 1980’li yıllarda Prof. Dr. Onur Kumbaracıbaşı, Prof. Dr. Aydın Güven Gürkan, Prof. Dr. İsmail Bulmuş, birinci sınıftan başlayarak mikro ekonomiyi, makro ekonomiyi, ekonomik doktrinleri, yazdıkları kitaplarla, sınıfta verdikleri güzel örneklerle, kafamıza vura vura öğretmeye çalıştılar. Ama, 40 yıl sonra ne olup bitiyor anlamaya yetmiyor işte…
ACITIR
Neyse… Gelelim, arkadaşımızın söylediklerine…
“Ne oluyor, Merkez Bankası piyasalara müdahale etmiş, düşer mi tuvalet kağıdının fiyatı, yoksa taşa mı sileceğiz” sorum karşısında şaşırmadı, sadece “eksiden olsa belki ama şimdi acıtır” demekle yetindi.
Neden “acıtır” dediğinin açıklaması ise, son dakika haberlerinde gizliydi.
Merkez Bankası, “döviz kurlarında görülen sağlıksız fiyat oluşumları nedeniyle piyasaya satım yönünde doğrudan müdahale” etmiş, kısa süreliğine gerilese de dolar tekrar 13,90’lı seviyelere yükselmişti.
Eeee döviz kuru bu… İner de çıkar da… Ama üçüncü kez yapılan bu müdahale niye sonuç vermiyor?
“İçeriden bilgi” denilebilir mi, bilemiyorum ama, bunun nedeni, Merkez Bankası’nın 23 Kasım’da yaptığı açıklamada gizliymiş.
EDEBİLMEKTEDİR
Satır aralarını okumak bu galiba…
“O açıklamayı dikkatli okuyun. Çoğu cümleler, eski açıklamaların kopyala yapıştır hali… Ama minik bir değişiklik var. ‘Merkez Bankası belli koşullar altında kalıcı yön amacı taşımadan sadece aşırı oynaklığa müdahale edebilmektedir’ yazılı. Eskiden etmektedir denilirken şimdi edebilmektedir yazmayı tercih etmişler. Aslında bir itiraf…Artık talimat beklediklerinin itirafı mı, ellerinde yeteri kadar döviz olmadığının itirafı mı, yoksa hepsi mi, yaşayarak göreceğiz.”
MAKAM FARKI
Sonrasında biraz nostalji yaptı, bu tür kriz ortamlarında Merkez Bankası koridorlarında neler yaşandığını anlatmaya başladı:
“Bizim çalışma şeklimiz biraz farklıydı, herkes bir masanın etrafında çalışır, başımızda şef ya da müdür olur, sık sık başkan ve yardımcıları da gelir gerekirse onlar da yanımızda olurdu. Anlık gelişmeler karşısında anlık bilgiler hemen o masada değerlendirilir, herkes fikrini, önerisini söyler, karar alma mekanizmalarına bizler de aklımızın yettiğinde müdahale eder, hatta orada yeni şeyler de öğrenirdik. Şimdi binayı İstanbul’a taşıdılar. Herkesin masası, odası, makamı ayrı. Kimse kimseyle konuşmadan, kararlar tebliğ ediliyor.”
Ardından yine günümüze geldi;
“Dikkatini çekti mi bilmiyorum. Merkez Bankası’nın bu yıl 30 milyar liradan fazla zarar etmesi bekleniyor. En son 2003, 2004 ve 2005’te zarar etmişti. 2001 krizinin etkileri tabii. Şimdi yeniden zarar yazacaklar, eğer bir alicengiz oyunu olmazsa.”
SENYORAJ GELİRİ
Bir Merkez Bankası neden zarar etsin ki…
Sonuçta o da para alıp para satıyor, üstelik para basıyor, bastığı paradan da kazanıyor, buna da “senyoraj geliri” deniyor. Orta çağda senyör ya da lordların kendi adlarına para basma hakkından gelen bir isim…
“Tamam da Merkez Bankası’nın en temel görevi fiyat istikrarını sağlamak. Hem zarar ediyor hem fiyatlar düşmüyor. Bu şekilde devam edilirse sonumuz ne olur” dediğimde ise kestirip attı:
“O kadarına benim de aklım ermiyor. Sonuçta ben Naskapital okumadım…”