15.1 C
Ankara

Erdoğan’ın yaratılmış gerçekliği mi Kılıçdaroğlu’nun yuvarlak masası mı?

Paylaş:

“İçinde yaşadığımız dünyayı nasıl kavradığımızı belirleyen üç şey vardır: dünyanın nasıl bir yer olduğu, bizim kim olduğumuz ve dünyayı nasıl incelediğimiz.” Bertell Ollman’ın bu cümlesini çok belirleyici bulurum; ihtiyacımız olan netliği bir çırpıda dile getirmiş gibidir.

Bu cümleyle başlama nedenim, belirttiği o üç şey arasındaki diyalektik ilişki ve hem makro hem mikro alanlar üzerinden de düşünülebilmesi. Yani konu dönüp dolaşıp bir yerde Erdoğan rejimine gelecek.

Burada bazı temel sorulara sürükleniyorum: Türkiye gibi ülkelerde hayli uzun sayılabilecek bir süre olan 20 yıllık AKP iktidarının ömrünü bu denli uzatan şey nedir? Ve bu süreç farklı dönemlermiş gibi ayrıştırılabilir mi / AKP dönemselleştirilebilir mi?

Bu soruların cevabı hem tek seferde verilebilir hem de üzerine çok şey yazılabilir.

Halkın siyasal konulara ilişkin fikirlerinin nasıl oluştuğu ya da ne şekilde değiştiğine cevap aramanın yolunun, kitlelerin siyasete ilişkin pozisyonlarının kitle iletişimi açısından çözümlemekten geçtiğini düşünüyorum.

Çünkü iletişim aygıtını kim kontrol ederse, kamuoyunun ne şekilde oluşacağını o belirler. Bu durum bizi Alman İdeolojisi’ndeki şu ifade ile buluşturur: “Maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf, aynı zamanda, zihinsel üretim araçlarını da emrinde bulundurur, bunlar o kadar birbirinin içine girmiş durumdadırlar ki, kendilerine zihinsel üretim araçları verilmeyenlerin düşünceleri de aynı zamanda bu egemen sınıfa bağımlıdır.”

Bu gerçek; kamuoyu oluşturmanın da oluşturmaya ihtiyaç duymamanın da iktidarın karakterini muhalif olduğunu vurgulayanlar üzerine nüfuz ettirmenin de benzeşmenin de ayrışmanın da en etkili yöntemi.

Bu azap yoluna dönen 20 yıllık süreçte maruz kaldığımız bir durum ve bu, bazı “değişmezler” taşıyor.

Rejimin propaganda aygıtlarının bazı parçaları; yaratılan illüzyonun ve yaratılan gerçekliğin iç içe geçişi.

Bu durum Erdoğan rejiminin iletişim biçimi yani siyasal dili ve siyasal iletişimi. Tam olarak pazar koşullarına tabi olan, popülizmden bir hayli beslenen, teknik olarak başarısız ve kuramsal, felsefi, tarihsel birikimlerden uzak, yetersiz bir iletişim biçimi.

Burada iletişime araçsal bir bakış hâkim; önemli olan iktidarın inşası ve korunması. Kitleler de bu bağlamda dâhil olsun isteniyor. Le Bon’un “kitlelerin kudreti”, rejimin yarattığı “prodüksiyon” ile anlamını buluyor. Kendi kendine bir kudret var ediliyor. Aracı olan bir ideolojiye ihtiyaç kalmamış gibi doğrudan nüfuz ediyor.

Algı önemli bir yer ediniyor, vasatın altında birçok şeye imza atılıyor. Videolar, fotoğraflar, yayılan haberler vs bundan nasibini fazlasıyla alıyor. Her şey kötü bir prodüksiyon gibi ama işe de fazlasıyla yarıyor.

Zamlardan etkilenmediklerine halkı ikna etmeye çalışan Konyalılar, yaşanılan kötü şeylerin sebebi olarak CHP’yi adres gösterenler, pandemi süreci boyunca yaşadıklarımız, yerli aşı çalışmaları, göz fetişi bakandan ekonomiye dair inciler, her şeyi Batı ile kıyas etmeler, önceki yıllarda köprüde intihar girişimlerinin birinde Erdoğan’ın bir diğerinde Binali Yıldırım’ın denk gelişleri, Soylu’nun namaz kıldığı o meşhur görüntüler, sahneye çıkarılan çocuklar; dağın taşın satılması, yıkılması, mahvolması, yanması karşısında sergilenenler; 17-25 Aralık operasyonları ve 15 Temmuz… Böylece uzayıp gidiyor.

Basit videolar da aynı mantıkla kuruluyor, büyük hesaplar da.

Tam bu an “gizemli olan dünyanın nasıl var olduğu değil, onun var olmasıdır” denen yerdeyiz.

Üstelik toplumsal bir uzlaşma yok, toplumsal bir sefalet var; açlık ve yokluk var.

Bıkmış, yılmış, yorulmuş bir halk var hatta doğasıyla hayvanıyla bir bütün var.

Bir de bu toplumun karşısında iktidarla birlikte, ana muhalefeti ve irili ufaklı diğer sağ/ sol partiler var.

Habermas’ın iletişimsel eylem modelindeki gibi sistemin amaca ulaşmak için bir araç olmaktan çıkarak kendi içinde bir amaca dönüşmesi, Erdoğan rejiminin siyasal iletişiminde önemli bir mefhum. Sadece iktidar ve şürekâsını kapsamıyor; gördüğümüz üzere muhalefete de sirayet ediyor. Ve tabi kitlelere de…

Ülke, siyasetçi açısından oldukça mümbit.

Bunu geçtiğimiz gün 6 genel başkanın buluştuğu yuvarlak masa sakinlerinden de kolayca çıkarabiliriz.

[İçinden AKP iktidarını çıkarmış Saadet, bu iktidarın son dönemde mızrak ucu olan MHP’den çıkmış İyi Parti ve AKP’nin içinden çıkmış Deva ve Gelecek; son olarak içinden Süleyman Soylu filizlenmiş Demokrat Parti’nin nev zuhur hali… Kurucusu da Mehmet Ağar’dı…]

İktidarı ve muhalefeti ile neredeyse tüm siyaset erbabı, bu alanın tüm inceliklerine vakıftır. Yanındakinin ya da karşısındakinin söyleminin çoğunluğunun farkındadır.

Fakat onları birbirinden, kitle psikolojisi bilgileri ile siyasal alana hükmetme becerileri, olaylara ilişkin deneyimlerini bütünleştirme melekeleri ayırıyor.

Son 20 yılın hükümet etme mahareti ile benzerlerinden bir boy öne çıkmış AKP cenahı siyasetçileri, siyasal olayları mecrasının dışında tutma kabiliyeti ile işin erbabı(!) olduklarını gösterdi kuşkusuz.

Kitlelerini yönlendirmede onların psikolojisini yönetmenin önemli olduğunu öğrendiler. 20 yıllık iktidarlarının çok büyük bir kısmında siyasal olayların iktidarlarının mukim alanındaki kitlelerine nasıl sunulduğuna ve bunun kitlerinin siyasete ilişkin düşüncelerini nasıl etkilediği konusunda büyük ölçüde bilinç kazandılar.

Bu bilinçle her kırılma noktasından nasıl çıktıklarını, bu psikolojiyi yönetmenin geçen yazımda bahsettiğim “rejimin mukavemetine” nasıl yaradığını defaatle test etme şansı buldular.

Buna engel olmak isteyenler elbet oldu ve hala var. Ancak bunu başarabilecek olanlar kitlelerden daha acı bir noktadalar…

Gelelim “ve bu süreç farklı dönemlermiş gibi ayrıştırılabilir mi / AKP dönemselleştirilebilir mi?” sorusuna. Aslında yukarıda sözünü ettiğim her şey bu soruya da belli ölçülerde cevap veriyor. Ama yazı gereği soruya siyasal iletişim biçimi üzerinden nokta koyalım.

Kötü prodüksiyonu sonlandırma hedefiyle CHP’nin hayli uzun süredir ve hayli hevesli şekilde başını çektiği bir yeni siyasal paradigma üzerinden çeşitli İslamcıların ve ülkücülerin 12 Şubat akşamı bir araya geldiğine şahit olduk; yol haritasına ilişkin detayları da manidar zamana, 28 Şubat’a tarih verdiler.

Çünkü bu ülkenin tek ve en önemli mağdurları İslamcılardır. O kadar ki İslamcı yazar Bedri Gencer 11 Eylül saldırıları için “küresel çapta 28 Şubat” demişti.

O yüzden 28 Şubat seçimi isabetli olmuş.

Cumartesi akşamı verilen fotoğraftan ne bekliyoruz: “Faşizme karşı birleşmeyenler, faşizmin zindanlarında buluşurlar.” mı?

Ya da bu ülkedeki ülkücüler ve İslamcılar dışında kalanlar temsil edilmeyi de eşit yurttaş olmayı da beklemiyor mu?

Ya da; seçmen kitlesi, oylarının toplamı HDP kadar bile olmayan birtakım ülkücü ve İslamcı replikasını o masada görmeyi daha mı çok seviyor?

Fatih Yaşlı’nın tabiriyle “Akp’siz Akp rejimini” yaşatma uğraşı veya yeni bir “Türk-İslam sentezi” fantezisi belki de bu siyasal paradigmanın “tuttuğuna” dair bir inanç galiba o fotoğrafa sinen.

Ancak yazıyı böyle bitirmek de benim içime sinmiyor.

28 Şubat ile ne murad ediliyor göreceğiz; ancak benim ilk gördüğüm sözünü ettiğim yeni bir “Türk-İslam sentezi” çıkabilir buradan. Bunu kurarken, siyasal iletişim anlamında, içini nelerle dolduruyorlar ve bu Erdoğan rejiminin bu alanda kurduğu hegemonyayı yıkabilecek mi veya bir cevap olabilecek mi? Yoksa aynı dili sürdürecekler mi? Kemal Kılıçdaroğlu’nun videoları farklı bir noktada duruyor olabilir; zira yeni bir yerden öznelere sesleniyor. Saadet Partisi’nin zaman zaman ortaya çıkan yaratıcı çalışmaları başka bir dil gibi görünebilir. Akşener’in ise en yaratıcı olduğu iletişim biçimi esnaf gezileriydi. Bunların toplamı bir şey eder mi veya ne eder göreceğiz.

Toplantı karşılığını çeşitli isimler arasında hemen buldu. Eren Erdem’in 6 genel başkanın fotoğrafı karşısında “Saray’ın kâbusu” sözleri aslında Erdoğan rejiminin siyasal iletişim biçiminin muhalefete de nüfuz ettiğinin bir göstergesi.

Ya bu dili sürdürecekler ya da yeni bir politik iletişim biçimi geliştirecekler.

Erdoğan ruhu diye bir şey var, buna muhalefet de fazlasıyla aşina. Le Bon’un şu cümleleri o ruhu açıklıyor: “…bireylerin bilinçli faaliyetinin yerine geçen kitlelerin bilinçsiz eylemi, içinde bulunduğumuz çağın alamet-i farikalarından biridir. … İnsanlar; fikirler, duygular ve adetler tarafından yönetilir; bunlar bizim içimizdedir. Kurumlar ve yasalar ise bizim ruhumuzun bir yansıması, onun gereksinimlerinin bir ifadesidir. Bu ruhtan ileri gelen kurumlar ve yasalar onu değiştirmeye muktedir değildir. … Kuşkusuz, kitleler hiçbir zaman bilinçle hareket etmezler ama tam da bu bilinçdışılık onların kudretinin sırlarından biridir.”

Kitlelere yönelik bu bakış açısı bu toplantıda da sürüyor.

Bu ruha teslim olmanın kitleler tarafında bir karşılığı olduğu inancının artık işe yaramayacağı kanaatindeyim.

Kürtler ilk elden “HDP’yle müzakere yürütmeyi planına koymayan bir anlayışın Türkiye’ye nasıl bir gelecek vadettiğini de açıklaması gerekiyor.” diye karşılık verdi bu toplantıya.

Ama masaya Madımak’ı, Suruç’u, Roboski’yi, Ali İsmail’i, Berkin’i, Ethem’i, 10 Ekim’i; açlıklarını, yoksulluklarını, işçiyi, emekçiyi, çiftçiyi soracaklar da sırada…

Kılıçdaroğlu’nun Fikret Bila’ya yaptığı açıklamalardan sorularına cevap bekleyen herkesin mutmain olacağı vurgusu vardı.

Bakalım, bu 28 Şubat neyi çözecek, neyi çözemeyecek…

Bakalım, o masa bu toplumun ne kadarı için temsilci ne kadarı için değil…

Bakalım, halkın kaderi Erdoğan’ın yaratılmış gerçekliğinde mi, Kılıçdaroğlu’nun yuvarlak masasında mı; yoksa kitlelerin ruhunda mı mayalanıyor?

━ bu yazardan

Dinbazlık ve Dilbazlık Artık Çalışmıyor mu?

Rahman Özçelik henüz 22 yaşındaydı. Bartın’da yaşamını yitiren madencilerdendi. AKP kurulurken doğmuştu,...

Adaletsiz kalkınma2: Kötülüğe sabırla dayanılan zamanlar

Geçen hafta yazıyı bitirirken Bertholt Brecht’in “Gaddarlık, gaddarlıktan doğmaz; artık gaddarlık olmaksızın...

Adaletsiz kalkınma: Fakruzaruret içinde gönüllü kulluk

2002’den bu yana AKP’nin vaad ettiği demokrasi ve refah ilk kez bu...

Retorikten Mugalataya AKP Pratikleri

"Hayaldi, gerçek oldu, Türkiye hazır, hedef 2023" Bu söz AKP’nin 2011 seçim beyannamesinden. Kimse...

Gezi’den 2023’e Bir Muktedirin Seyir Defteri

Erdoğan’ın gezi protestocularına hakareti daha sonra bu hakareti savunmak için söyledikleri 20...

Kılıçdaroğlu devletin durumunu güncelliyor

Siyaset bilimci Nimtz, içinde bulunduğu zamanı diğer bütün zaman dilimlerinden önemli gören...

Kılıçdaroğlu’nun havarileri, kuşkucuları: İrili ufaklı tek adamlar hikayesi

Bu yazı, CHP'nin çıkmazını görmeyi hedefliyor. İmamoğlu ve otobüsü bu çıkmazın önemli...

Sağcılık her kötülüğün babasıdır

AKP’nin 20 yıllık envai yıkıcılığının son dönemde yarattığı kamu kaygılarının odak noktasını...

İttifaklar, olasılıklar, hidralar

“Bu seçim ülkenin son şansı olabilir. Son demokrasi nefesi olabilir. Hata yapma...

‘Tek patlıcan, tek bayrak, tek adam’

Yeni DEVA’lı eskinin AKP Grup Başkanvekili Nihat Ergün’ün, 6 Ocak 2009’da Habertürk’teki...

AKP rejiminin ekokırım hali: ‘Külü vatandaşa, parası yandaşa’

Yıllardır AKP rejiminin bin bir yüzüne mecbur bırakıldık. Sermayenin konumu da buradan...

Minare ve Yoksulluk Arasında

Piyasa ve İslamcılık ikilisinin ülkeyi kasıp kavurduğu şu günlerde Marx’ın şu sözü...

━ son bir haftada

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz