Galatasaray’da oynadı…
Milli formayı giydi…
Giydiği formayı sonun kadar terletti…
Çünkü o bir futbol emekçisiydi…
Sömürülüyordu…
Kulüp başkanları istediği gibi at oynatıyordu…
Futbolcular başta olmak üzere tüm sporcular sömürülüyordu…
İşte Metin Kurt bu sömürüye karşı çıkmak için…
Türkiye Devrimci Spor Emekçileri Sendikası’nı (Spor Emek-Sen) kurdu…
Sendikaya üye akını başladı…
Ne yazık ki Metin Kurt’u Galatasaray’da takım arkadaşları yalnız bıraktı…
1970 yılında formasını giydiği sarı-kırmızılı kulüpte, sendikal faaliyetler nedeniyle kadro dışı bırakıldı…
1976 yılında Kayserispor’a transfer oldu…
Formanın rengi yine sarı-kırmızıydı…
Üç yıl sonra 31 yaşında futbolu bıraktı…
Metin Kurt her ortamda sporcuların sömürüldüğünü dile getirdi…
1995 yılında Evrensel Gazetesi’nde birlikte çalıştık…
Spor Müdürlüğü görevini yapıyordu…
Hep sporcuların emeklerinden yana bir spor sayfasını keyifle hazırlardık…
Çoğu toplantılara birlikte katıldık…
Metin Kurt 2012 yılında vefat etti…
10 yıl geçti…
Futbolcular ve sporcular egemen güçlerin elinde…
Para kazananlar da var…
Ancak kazanamayanlar…
Bir kenara itilenler de var…
1 Mayıs 2022…
Metin Kurt’u bir kez daha saygı ile anarken, O’nun 1 Mayıs ve spor emekçileriyle ilgili yıllar önce sendikalaşmanın önemini belirten konuşmasının virgülüne, noktasına dokunmadan siz okurlarıma aynen aktarıyorum…
“Günümüzde spor bir oyun değil artık, sporcular da artık oyuncu değiller. Spora damgasını vuran burjuva rekabet ideolojisi sporu metalaştırmış, sporcuları da doğal işçi yapmıştır. Ama bu yasal zemin de yok. Özel Spor Yasası çıkması gerekirken, onun yerine İş Kanunu’nda, ‘sporculara uygulanmaz’ maddesi var. İş kolu olarak bile kabul edilmiş değil, bu kadar paraların döndüğü bir alan üstelik.
Bizim sendikanın adı futbol sendikası değil, Devrimci Spor Emekçileri Sendikası. Tabandan tavana doğru bütün sporcularla mücadele veriyoruz biz.
“Sanayi devriminden sonra, işçiler örgütlenip mücadele etmeye ve kazanım elde etmeye başlıyorlar. İşgünü saatlerini kısaltıyorlar. Sermaye, işçilerin boş zaman elde etmesinden, sınıf savaşımını kızıştıracağı gerekçesiyle korkarak sporu ortaya atıyor. Fabrika takımları oluşturuluyor. “Aile” görüntüsü verilerek; patron, işçi ve memurlar aynı takımda yer alıyorlar. Tribünlerde kimler kavga ediyor? Dayanışma içerisinde olması gereken, aynı işkolundaki işçiler. Bundan kimler kazançlı çıkıyor? Patronlar. Bunu işçi liderleri fark ediyorlar. Örgütlü işçilere “Maçlara gitmeyin, bu bize bir tuzaktır” diyorlar ama öyle bir tutku gelişiyor ki, engelleyemiyorlar. O zaman ayrı örgütlenmeye, ayrı takım kurmaya karar veriyorlar. Patronları almayan işçi takımları. Bu sefer de, özellikle Almanya’da, işçi kulüplerinde spor yapan sosyalist işçiler, S.A.’lara (y.n.: Nazilerin paramiliter askeri örgütü) çok kolay hedef oluyorlar. O zaman da solcular bu işi görmezlikten gelmeye başlıyorlar. 3F hikâyesiyle, “kitlelerin afyonu” hikâyesiyle bu işten uzak durmaya çalışıyorlar.
12 Eylül’den önce bir sendikacı maçlara gittiğini, takım tuttuğunu kolay kolay söyleyemezdi kimseye. Daha sonra, sosyalist ülkelerin olimpiyatlara girmesiyle, amatörlüğü ön plana çıkarmaya başladılar. “Seyir değil, kitle sporu” sloganıyla, profesyonellerin yaptığı spora karşı çıkıp, oyunu baz alan; ama aslında yine aynı tabanda olan bir şeyi savundular. O da tutmadı. Ben bütün bunların hepsinin pratiğinde olduğum için, bu olaya muhalif açıdan yaklaşmanın bir tek yolu kaldığını düşünüyorum: Biz spordan yana değil, sporcudan yana olmak zorundayız. Sporda fanatik değil, izleyici olmak zorundayız. Sporcular da örgütlü olarak kendi haklarını sermayeye karşı savunabilmeli. Spor Emekçileri Sendikası, bu ikisini birden yapmaya çalışacak.
Bir de şu var: bu sporu asıl spor yapan, burjuva rekabet ideolojisi. Burjuva kurumlarındaki bu oyunu, işçilerin oynaması da yanlış. O da kendi kalemize atılan bir gol. Biz birbirimizi neden kapitalist rekabet ideolojisiyle kıralım? Eğer ben sınıf bilinci içerisinde bir işçiysem, dostça yarışırken niye karşımdakine çelme çakayım?
Bu mücadeleyi herkesin desteklemesi gerekiyor. Bugün artık yüreğinde iyilik, doğruluk, güzellik meşalesi olan herkes, bu meseleye sağ-sol meselesi olarak değil, ekmek meselesi olarak bakmalı ve onu desteklemeli.”
“Sanayi devrimi döneminde İngiltere’de, topraklarından koparılan insanlar devrimci burjuva demokratik sisteminin doğal uzantısı olan modern köleler olarak 18 saat çalıştırıldı. O sırada İngiltere’de de etkileyici bir sendikal hareket vardı. 1 Mayıs 1848’de ilk kez işçiler-emekçiler patronlarını masabaşına oturtup, on saatlik işgününe imza attırdılar. Her 1 Mayıs’ta aslında o tarihi zafer anı kutlanır. Son 1 Mayıs’tan buruk ayrıldım. Çünkü 1 Mayıs sisteme karşı mücadelenin simgesi olmak zorunda. Renklerin kardeşliği hikayesi değil, sınıfın kardeşliğidir olay. Bu yıl bu ayrım yapılamadı. Kürsülerden sınıfın kardeşliği üzerine değil renklerin kardeşliği üzerine mesajlar verildi. Sistemle bütünleşmenin, sistemi savunanların mesajları verildi. Oysa ki bizim kurtuluşumuz. Sistemi dönüştürmektir. Sistemle mücadeledir. Bu yüzden bu 1 Mayıs bana göre eksik kaldı.
İşçi sınıfı üretim sürecinde yaptığı mücadeleyi yeniden üretim sürecine taşıyamamış. Oysaki sömürü, yeniden üretim sürecinde sanat, kültür, spor gibi etkinliklerle devam ediyor. Şu anda milyarların döndüğü sektörde spor emekçisi tanımı iş kanununda bile geçmiyor. Ama diğer taraftan sigortalılar da. Amatör sporcular, sözleşmesiz, sosyal güvencesiz sporcular, profesyonel sporcular da sözleşmeli ama yine sosyal güvencesiz sporcular. Hepsi sosyal güvencesiz. Bizim meselemiz sistemle. Sistem değişmediği müddetçe kaç sporcu üye olursa olsun fark etmez. Bizim derdimiz tabandan başlayan bir örgütlenme kurabilmek.”
“Türkiye’de spor denince akla futbol futbol denince de akla parmakla sayılabilecek sayıda elit futbolcu gelmektedir. Sermayenin uydurduğu bu sahte ortamda sporcuların örgütlenmesi ise gereksiz görülmektedir. Oysa trilyonlar kazanan elit futbolcularla, spor emekçilerinin genelini özleştirmek, sermayenin sınıf çıkarları gereği ortaya koyduğu bilinçli bir propagandadır. Bu durum spor ve sporcu gerçeğini yansıtmamaktadır.
Sporcuların gerçek durumundan yola çıkan ve emeğin öncelikli değer anlayışını benimsemiş, şimdilik bir avuç spor emekçisi sistemden kaynaklanan ve yüz binlerce spor emekçisini içine alan spordaki sömürüye son vermek amacıyla Türkiye Devrimci Spor Emekçileri Sendikası (Spor Emek-Sen)’ni kurmuşlardır.
Artık hiçbir şut emekçi kalesine girmeyecek, önce sporda ter dökenler kurtulacaktır.”