15.1 C
Ankara

TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı: ‘Hekimler tükenmişlik ve öfke içinde’

-

PAYLAŞ:

Mutlu SERELİ KAAN

Hekimler ve sağlık çalışanları, Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) ve sağlık meslek örgütlerinin çağrısıyla 29 Mayıs 2022 Pazar günü Ankara’da “Emek Bizim, Söz Bizim, Sağlık Hepimizinmitinginde buluşmaya hazırlanıyor. TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, 29 Mayıs mitinginin sadece sağlık çalışanlarının değil, sağlık hakkına sahip çıkan herkesin mitingi olduğunu belirterek, tüm yurttaşları mitinge destek vermeye çağırdı.

Yaşadıkları eşitsizlikler ve çalışma koşullarının giderek olumsuzlaşması karşısında hekimlerin tükenmişlik içerisinde ve öfkeli olduklarına dikkat çeken Fincancı, hekimlerin tükenmişliğinin sahaya yansıdığını; alandan çekilen hekim sayısının arttığını, tıp fakültelerinde bölümlerin kapandığını hatırlattı. Fincancı, hekimlerin çalışma koşulları ile toplumun sağlık hakkının birbirinden ayrılamayacağına dikkat çekerek, “O yüzden ‘sağlık hepimizin’. Evet, emek bizim, sözü biz kurmalıyız ve biz bu sözü kurarken zaten toplumun sağlık hakkı için kuruyoruz. Çünkü bizim iyi hekimlik değerlerinden yana etik ilkelere uygun hekimlik yapabilmemiz aslında toplumun yararına ve toplumun sağlık hakkını sağlamak üzerine kurulu” diye konuştu.

Sağlık Bakanlığı’nın TTB’nin açıklamalarını takip ettiğini belirten Fincancı, Bakanlığın pek çok konuya TTB’nin açıklamalarından sonra reaksiyon verdiğini, bunun son örneğini maymun çiçeği açıklamasında yaşadıklarını söyledi. Fincancı, “Bakanlık bizi izliyor, biliyoruz. Biz de diyoruz ki; bizi izlemeye devam edin” diye konuştu. Sağlıkta şiddet ile ilgili yeni düzenlemenin eksiklerine de değinen Fincancı, sağlıkta şiddetin sadece yasayla önlenemeyeceğini, ancak halk sağlığı yöntemleriyle, epidemiyolojik yöntemlerle çözülebileceğini vurguladı.

Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı ile 29 Mayıs’ta gerçekleştirilecek miting öncesinde, sağlık alanında ağır iş yükü, düşük ücretler ve giderek artan şiddetin sağlık çalışanlarını ve toplumu nasıl etkilediğini/etkileyeceğini konuştuk.

Fincancı’nın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

Ekim ayından bu yana, yani yaklaşık 7 aydır sağlık çalışanları olarak Emek Bizim Söz Bizim başlığıyla yürüttüğünüz bir eylemlilik süreci içindesiniz. Sağlık alanında uzun yıllardır var olan ve mücadelesi verilen ancak pandemiyle beraber katmerlenen sorunları ve taleplerinizi dile getirmektesiniz. Şimdi 29 Mayıs’ta Ankara’da bir Beyaz Miting gerçekleştireceksiniz. Öncelikle hekimlerin/sağlık çalışanlarının içinde bulunduğu durumun bir fotoğrafını çeker misiniz?

Öncelikle sesimiz olduğunuz için teşekkürler. Çünkü eylem yapsak da bunu bütün topluma yayabilmek çok olanaklı değil. Hatta hekimler arasında bile duyurmakta bazen sıkıntı çekiyoruz. Çünkü o kadar çalışma biçimleri değişti ki hekimlerin de. Aslında tam da Sağlıkta Dönüşüm Programı ile ilişkili ve bizim eylem nedenlerimizden biri bu çalışma biçimlerinin değişmesi. Çok içlerine kapalı, süreklilik arz eden bir çalışma içerisindeler saatler boyunca. Eski çalışma biçimlerini, eski hastaneleri düşündüğümüzde -yani eski yapılanmış biçimi ve eski mimarisiyle- hekim odalarımız vardı bizim, eğitim hastanelerinde asistan odaları vardı. Bunlar bizim biraraya geldiğimiz, hem hastalarımızı, müdahale yöntemlerimizi tartıştığımız ve dolayısıyla bir eğitim ortamı vazifesi gören ortamlardı. Bir yandan da kendi sorunlarımızı paylaştığımız, idare ile ilgili, hastanenin düzenlemesiyle ilgili, hastalarımızla ilgili, sağlık politikalarıyla ilgili sorunlarımızı paylaştığımız ve çözüm ürettiğimiz alanlardı. Şimdi yeni mimari biçimlerinde böyle ortaklaşılan doktor odaları yok artık. Poliklinikler var; poliklinikler tek kişilik, çok küçük alanlar, muayene masası, karşısında bir bilgisayar ekranı, hastasının bile yüzüne bakabilecek zamanı zor buluyor hekim ayrılan süreler itibarıyla. Ciddi bir iletişimsizlikle karşı karşıyayız.

Prof.Dr. Şebnem Korur Fincancı, Meclis önünde taleplerini dile getirmişti (4 Şubat 2022) 

‘HEKİMLER İNSANLIK DIŞI ÜCRETLERLE İMTİHAN EDİLİYOR’

Ek olarak, bir de “performans” beklentisi var tabii…

Performans sisteminin baskısını, hekimlerin ne kadar düşük ücretler aldığını artık herkes biliyor. Bu eylem sürecinin amaçlarından biri de bu konuda toplumu bilgilendirmekti. Çalışma koşullarının ötesinde, insanlık dışı, yoksulluk sınırının altında ücretlerle imtihan ediliyor hekimler. Bu kadar düşük ücretleri artırabilmenin yegâne yolu bir takım ek ödemeler. Maaşa yansıyan bir ödeme sistemi olmayınca böyle bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Dolayısıyla, performans baskısı altında hekimler, biraz olsun ücretlerini artırmanın yolu olarak. Zaten sağlık otoritesi de performansı, dolayısıyla niceliği öne çıkarıyor nitelikten ziyade. Öyle olunca, sabah giriyorlar polikliniğe ve akşam mesai bitiminde yorgun argın çıkıyorlar o odadan. Bazen tuvalete gitmek için bile zaman bulamadıklarını biliyoruz. Ya da hastalar kapıda birikmişken böyle bir durumda kalıyorlar. Meslek örgütünden biz ziyarete gittiğimizde bile çok zorlanıyorlar, işten başını kaldıramıyor, ekrandan gözünü alamıyor.

Örgütlenme faaliyetini de etkiliyor mu bu süreçler?

Tabii, çünkü o hastanelerde odalarımızın değişik yönetim mekanizmaları var. Mesela İstanbul’dan örnek verebilirim. İstanbul Tabip Odası’nın Temsilciler Kurulu var. Bazı odaların Hekim Meclisi adını verdikleri ortamlar var. Hastane temsilcilerimiz, çalışma ortamları ile ilgili birim temsilcilerimiz var. Onlar aracılığıyla sorunlar odalara iletiliyor, odalarda da çözüm üretilmeye çalışılıyor. Belli aralıklarla bu temsilciler odalarda toplantı yapıyorlar. Daha kapsamlı tartışılıyor. Şimdi bu olanaktan yoksun kalmış durumdalar. Uzun çalışma saatleri ve bunun ardından odadaki bir toplantıya katılacak mecali de yok hekimlerin. Bu nedenle sorunlarına çözüm üretme anlamında çok ciddi sınırlılıkları var. Sorunların çok olduğunu bildiğimiz gibi, sağlık politikalarıyla ilgili son 40 yılın adımları artık doruğa ulaşmış durumda. Yerleşik hale getirildi sağlıkta dönüşüm. Biz başında uyarmıştık; performans başladığında temel ücretin aldığımız asıl maaşlarımız olması gerektiğini, niceliğe bağlı bir ücretlendirmenin kabul edilemeyeceğini defalarca ifade etmiştik. Ama bir türlü temel ücrete yansıyan bir mekanizma kurulmadığı için insanlar bu performansa boyun eğmek zorunda kaldılar. Hatta bir gönüllü rıza üretme haline dönüşmüştü performans. Ücretler düşük tutularak, emekleri değersizleştirilerek. Dolayısıyla bugün için çok büyük tahribata yol açtı.

‘CİDDİ BİR ÖFKE BİRİKİMİ VAR HEKİMLERDE’

Pandemi bu süreci nasıl etkiledi?

Pandemi ile beraber görünür oldu; hekimler arasında da daha görünür oldu. Kendi aralarında iletişim kuramasalar bile her biri bunu yakıcı biçimde hissetti. Ciddi bir öfke birikimi var alanda hekimlerden. Çalışma biçimleri; çalışma rejiminin parçalı halde ve eşitsizliklerle dolu olması. Bu iletişimsizlik. Eğitim süreçlerinin niteliğinin ciddi anlamda düşmüş olması. Tamamen yandaşlarla doldurulmuş, liyakatsiz atamalarla yönetici seçimleri ve bunların o liyakate dayalı olmadığı için donanımlarının yetersiz olmasının acısını mobbing ile hekimlerden meslektaşlarından çıkarıyor olması, bunların her biri aslında bir yandan da hekimlerin kendisini değersiz hissetmesine neden oldu, emeğinin değersizleştiğini düşünmesine neden oldu. Bu zaten çok ağır bir yük. Bir de pandeminin yükü. Çünkü ne yaptı sağlık otoritesi? Korucuyu sağlık hizmetlerini tümüyle ortadan kaldırdığı, yerle yeksan ettiği için doğrudan hastanede karşıladı pandeminin yükünü. Önlemek yerine doğrudan hastanede karşıladı. Normal sağlık hizmeti anlamında sağlığa erişimin yüzde 35 düştüğünü görüyoruz pandeminin ilk yılında, 2020 yılında. Ama bir yandan da hekimler pandemi ile boğuşmak zorunda kaldılar. Mesela bir dermatolog COVID 19 polikliniği yaptı, COVID 19 nöbeti tuttu. Böyle bir farklı alanda hem kendini güvende hissetmedi. Kendi alanında yetkin ama bir enfeksiyon hastalığı için ilgili donanım, kişisel koruyucu malzemelerin kullanımı da dahil olmak üzere önlemleri alabilme yeterliliği olmadan sahaya sürülmüş oldu bu insanlar. Can güvenliği endişesi yaşadılar.

Şiddet…

Evet, bu kadar kışkırtılmış bir sağlık talebi ile karşı karşıya kalmışken, başka bir can güvenliği endişesi de o kışkırtılmış sağlık talebinin karşılanmamasının sorumlusunu hekim olarak gören hastalar oldu. Şiddet ile karşı karşıya kaldılar. Nasıl öfkelenmesin hekimler. Ben bu kadar öfkeliyken –klinik alanda çalışmayan biri olarak- onları izleyip öfkelenirken, onların sahadaki öfkesi inanılmaz boyutta. Biz biraz bunu yansıtmaya çalıştık aslında. Bu eylem süreci biraz da aslında o öfkeyi hep birlikte nasıl bu politikaları değiştirmenin bir aracı olarak kullanabiliriz… Ama doğru yönde, bir değişim için, doğru sağlık politikalarını geliştirme aracı olarak kullanma çabamızdı bizim bu eylem sürecimiz.

‘HEKİMLER TÜKENMİŞLİĞİ SAHAYA YANSIYOR’

29 Mayıs mitingi için, “Emek Bizim Söz Bizim”in yanı sıra “Sağlık Hepimizin” vurgusunu da öne çıkardınız. Bunun nedeni nedir?

“Emek Bizim Söz Bizim” dedik ama en başından beri “sağlık hepimizin” vurgusu bütün taleplerimizde hep vardı. Sahada yaşanan sorunlar ve eşitsizlikler bir tükenmeye yol açıyor. Hekimlerin tükenmişliği de aslında sahaya yansıyor ve yaptıkları işin niteliğini etkiliyor. Hatta alandan çekilmelerine neden oluyor. Alandan çekildikçe hastalar hekim bulamaz hale geldi. Tıp fakültelerinde bölüm kapanıyor eğitim verecek öğretim üyesi olmadığı için. Hekimlerin tükenmesi demek aslında sağlık hizmetinin niteliğinin düşmesi demek, sağlık hizmetine erişimde ciddi sıkıntılar demek. Bunun ötesinde şöyle bir düzenleme oluyor; “eğer sağlıkta erişim sıkıntısı varsa, çok vaka varsa, neden çok vaka var diye sormayalım ama bu talebe yanıt verelim. Çünkü bize kâr getiriyor” diyor Sağlık Bakanlığı, sağlık otoritesi. Nasıl yapalım? “Muayene sürelerini kısaltalım. Ama süreyi kısaltıyormuş gibi görünmeyelim; 5 dakikada bir randevu demeyelim ama 10 dakikada 2 hasta bakalım” diyor. Hatta, “randevusuz bakın” diyor. Ama 2 dakika, 3 dakika, 5 dakikada bir muayene olmayacağını herkes biliyor. Ne oluyor sonra? Katlanarak artan bir hasta sayısı ile karşılaşıyoruz. Türkiye’nin acil başvuru sayısı dünya ortalamasının kat kat üzerinde.

‘ÖNCELİK KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİ OLMALI’

Neden?

Çünkü poliklinik hizmetine erişmekte sıkıntı yaşayan insanlar acile başvuruyor. Polikliniğe gittiğinde ne oluyor, derdini bile anlatamıyor. Yeterli bulmadığı için bir hekime daha gidiyor, bir hekime daha gidiyor, 3 hekim, 5 hekim dolaşıyor. Sağlık Bakanlığı’nın 2021 istatistiklerine göre 1 kişi yılda 10 kere poliklinik başvurusu yapmış ortalama. Bu gerçekçi bir rakam değil. Neden bu kadar artış var? Çünkü kendi sorununa o sistem içerisinde yanıt olmadığını düşündüğü için tekrarlayan muayeneler oluyor. Sağlık sistemi üzerine yük olarak biniyor bu ve dertlerine de çare bulamıyor insanlar. Biz bu nedenle nitelikli bir sağlık hizmeti sunalım, yeterli süre ayıralım, tedavi edici hekimlik yerine önceliği koruyucu hekimliğe verelim ve basamaklandırılmış bir sağlık sistemi kuralım diyoruz. Böylece hem hizmet içi eğitim sağlanmış olacak, yine sağlık hizmetinin niteliği artacak, hem de hekimler böyle bir tükenmişlik içerisine girmeden mesleki doyumlarını yaşayabilecekler. Aslında hepsi birbiri ile içiçe geçmiş durumdadır. Birbirinden ayrılamaz, o yüzden sağlık hepimizin. Evet, emek bizim, sözü biz kurmalıyız ve biz bu sözü kurarken zaten toplumun sağlık hakkı için kuruyoruz. Çünkü bizim iyi hekimlik değerlerinden yana etik ilkelere uygun hekimlik yapabilmemiz aslında toplumun yararına. Toplumun sağlık hakkını sağlamak üzerine kurulu.

‘ALANDAKİ MUHATABIYLA İLİŞKİ KURMAYAN BİR BAKANLIĞIN DOĞRU POLİTİKA ÜRETME OLANAĞI YOKTUR’

Sağlık Bakanlığı’ndan şu ana kadar taleplerinize herhangi bir yanıt, bir “reaksiyon” alabildiniz mi? Görebildiğim kadarıyla TTB web sayfasındaki Sağlık Bakanlığı’nın TTB’nin randevu talebine ne kadar süredir yanıt vermediğini gösteren sayaç kaldırılmış.

Aslında bu da “Sağlık Bakanlığı bu yönetime randevu bile vermiyor” denilerek eleştiri konusu edildi. Ama burada eleştirilmesi gereken Sağlık Bakanlığı. Çünkü Sağlık Bakanlığı’nın en önemli muhataplarından birisi TTB, hekim meslek örgütü olarak. Alanın niteliğini geliştirme, hekimlerin özellikle çalışma koşularını iyileştirme konusunda TTB ile iletişim kurmayacak da kiminle kuracak? Ayrıca bilimsel birikimi açısından, bilimsel altyapıyı oluşturmak için danışabileceği en önemli kurumlardan birisi TTB. Dolayısıyla bu eleştiriler çok anlamsız ve yersiz. Burada dikkat çekmek istediğimiz şey Sağlık Bakanlığı’nın bu konuda gösterdiği dirençti. Bunu görünür kılmak istedik. Alandaki muhatabıyla ilişki kurmayan bir Sağlık Bakanlığı’nın doğru temellendirilmiş bir sağlık politikası üretmesinin olanağı yoktur. Aslında biz yaptıklarımıza sürekli reaksiyon alıyoruz Sağlık Bakanlığı’ndan. Örneğin pandemi ile ilgili yaptığımız her açıklamanın ardından Sağlık Bakanlığı açıklamalar yapmak zorunda kalıyor. Biz mesela maymun çiçeği ile ilgili bir açıklama ve bilgilendirme metni koyduk, Sağlık Bakanlığı Türkiye’de yoktur diye bir açıklama yapmak zorunda kaldı.

‘MAAŞ İYİLEŞTİRMESİNDEN GERİ ADIM ATILMASINDA MESLEKTAŞIM ADINA UTANÇ DUYDUM’

Bizim amacımız Sağlık Bakanlığı’nın ne yaptığını ya da yapmadığını toplumla paylaşmak. Benzer bir durum bizim emek temelli haklarımız ile ilgili olarak göründü. Ekim ayında başladık bu eylem sürecine. Önce tüm alanlarda hekimlerle, meslektaşlarımızla buluştuk, her hafta bir konuyu ele aldık, kamuoyu ile paylaştık. Kasım’da da beyaz yürüyüş ile sokağa taşan bir eylem süreci başlattık. Aralık başında da Sağlık Bakanı açıklama yapmak zorunda kaldı; “biz hekimlerin haklarını iyileştireceğiz” diye. Yapabildi mi, hayır yapamadı. Zaten son derece eşitsiz bir düzenleme önerisi ile gelmişti. O düzenleme önerisinde yukarıdan izin almadığını görmüş olduk hep beraber. Meslektaşım adına utanç duydum ben. Ama sonuçta bir şey yapma ihtiyacını gördüler bütün bu eylem süreci ile.

‘GİDERLERSE GİTSİNLER DEMEK BİR ŞİDDET DİLİDİR, BÜTÜN TOPLUMU ETKİLER’

Kısa süre önce sağlıkta şiddeti katalog suçlara alan bir yasa çıktı. Sağlıkta şiddetin önlenmesi için yeterli mi bu düzenleme?

Son derece eksik. Sağlıkta şiddetin katalog suçlara alınması, Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) ve Türk Ceza Kanunu’na (TCK) atıf olması son derece kıymetli. Adalet Bakanlığı’na ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na da ilettik. Dedik ki; “bakın, bu torba yasada, sağlık temel kanununda yer alıyor ama TCK ve CMK atıfları yok, hâkim ve savcılar bu konuda bilgi sahibi olmayabilir, bunu duyurun” diye ilettik. Yani katalog suçlara alın derken, bütün ilgilileri ve kamu otoritesini harekete geçirmeye çalıştık. Onlar da buna yanıt olarak bir takım düzenlemeler yapmak ihtiyacı duydular. Yine eksik elbette. Zaten sağlıkta şiddeti sadece yasayla önleyebilmek mümkün değil. Türkiye’nin en yüksek kamu otoritesinin TTB Başkanı’nı teröristlikle suçluyor olması bir şiddet dilidir. Bu kriminalize etme davranışı topluma yansır. Hekimler giderlerse gitsinler demesi hekimleri değersizleştiren bir söylemdir, bir şiddet dilidir, dolayısıyla topluma yansır. O nedenle, bunları da önlemek için mücadele ediyoruz bir yandan. Ama tabii, sonuçta bizim mücadelemizin sahaya yansıma biçimi bu, reaksiyon eksik oluyor, yanlış işlemler yapılabiliyor zaman zaman ama en azından bir reaksiyon aldığımız muhakkak. Bize kulak veriyorlar, bizi izliyorlar. Biz de diyoruz ki bizi izlemeye devam edin.

‘SAĞLIKTA ŞİDDETİN ÖNLENMESİ İÇİN EPİDEMİYOLOJİK ÇALIŞMAYA İHTİYAÇ VAR’

Ne olmalı eksik yanlarının giderilmesi için?

Sağlık politikalarıyla doğrudan ilişkili sağlıkta şiddet. Şimdi siz 3-5 dakikaya bir muayene randevusu verirseniz, kaçınılmaz olarak burada bir çatışma olacak. Bu mekanizmayı kırmak gerekiyor. O nedenle de aslında şiddeti önlemek için halk sağlığı ilkeleriyle davranmak gerekiyor, yani epidemiyolojik bir değerlendirmeye ihtiyaç var. Şiddet en sık nerede yaşanıyor, kimlere, hangi koşullarda şiddet uygulanıyor, bunu bilmek ve ona müdahale etmek gerekiyor. Örneğin acillerde mi daha çok şiddet görülüyor? Ki öyle bir çalışmayı ben 2020 yılının beyaz kod verilerini “zar-zor” elde edebildiğimizde, o dağılımdan çıkarmaya çalışmıştım, aciller ve poliklinikler, devlet hastaneleri sağlıkta şiddetin en yoğun yaşandığı yerler olarak görünüyor. Yani demek ki, bir yanıtsızlık hali olması dolayısıyla muhtemelen ve hastaların bunun sorumlusu olarak sağlık çalışanlarını görmesi dolayısıyla, buralar sorun alanları. Buraları daha güvenli hale getirmek gerekiyor. Sadece yasayla olmaz. Olay olup bittikten sonra cezalandırmanın bir anlamı yok. Olmaması için çaba göstermemiz gerekiyor. Bırakın ölmeyi, aslında şöyle bir durumla karşı karşıya kalıyorlar. Kendilerini güvende hissetmediği için acayip kaygılı meslektaşlarımız ve çalışmak istemiyorlar. Acilleri bırakıp gidiyor, işyeri hekimliği yapmayı tercih ediyorlar. Gittikçe daha güvenli bulduğu bir ortamı tercih ediyor, kontrollü bir ortam tercih ediyor. Bu çok üzücü bir şey. Bizim acillere ihtiyacımız var. Cerrahi istemiyor, yüksek tazminatlar nedeniyle. Kim yapacak ameliyatları? Son derece haklı hekimler ama sonuçta hastalar zarar görecek bunlardan. Dolayısıyla sadece yasayla önlenebilecek bir şey değil bu. Bir kere alanı görmek gerekiyor, sorunları belirlemek gerekiyor, bunlara uygun önlem almak gerekiyor. Önce önleme çalışması yapmak gerekiyor. Yasa bu açıdan yeterli değil. Mesela özel sağlık kurumlarında çalışanlar açısından, bunun kamu hizmeti tanımlamasıyla ilgili bir sorun var. Evet, özel sağlık kurumlarında şiddet daha az, 2020 verilerine baktığımızda. Kamu hastanelerinde görüyoruz, acillerde görüyoruz, polikliniklerde görüyoruz. 1. basamak daha düşük oranda. Buradaki sürekli iletişimin rolünü gözetmek gerekiyor. Dolayısıyla basamaklandırılmış sağlık hizmetinin neden bu kadar önemli olduğunu, takip, sürekli iletişim, şiddeti de azaltacak özelliğini yeniden bize hatırlatıyor aslında o veriler. O yüzden hepsinin paylaşılması ve üzerinde çalışılmasına ihtiyaç var. Ellerinde bu verilerin olduğunu biliyoruz.

Son olarak, 29 Mayıs mitingine ilişkin meslektaşlarınıza, sağlık çalışanlarına ve vatandaşlara bir mesajınız var mı?

Bu mitin sadece sağlık çalışanlarının, sağlık meslek örgütlerinin mitingi değil. Bu aslında toplumun, kendi sağlık hakkına sahip çıkmak için orada bulunması gereken bir miting. Bizim haklarımız var ve bizler bu hakların nesneleri değil, özneleriyiz. Haklarımıza sahip çıkmak için mücadele vermek de bizim hakkımız. İşte bu yüzden, tüm yurttaşlarımızı da sağlık hakkına ve sağlığa erişim hakkına sahip çıkmak için bu mitinge katılmaya ve destek vermeye bekliyoruz.

━ diğer haberler

Memurlar.net’e kayyum atandı!

Her gün milyonlarca kamu personelinin ziyaret ettiği memurlar.net isimli internet sitesine, iki ortak arasındaki anlaşmazlık ve şirket hesaplarıyla ilgili usulsüzlük iddiaları nedeniyle kayyum atandı. Ankara...

MEB’nı Özer’e Dersim’de öğrencilere ajanlaştırma baskıları soruldu

Munzur Üniversitesi’nde okuyan öğrenciler İnsan Hakları Derneği Dersim Şubesi’nde kolluk güçlerinin ajanlık dayatmalarına karşı basın açıklaması yaparak aşağılayıcı ve onur kırıcı uygulamaların sonlandırılmasını istediler. HDP Tunceli Milletvekili Alican Önlü konuyu Meclis gündemine taşıyarak, Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer'e sordu.

Gazeteci Candemir’e Müzeyyen Senar davası:

"6-7 Eylül olaylarında Muzeyyen Senar vardı" diyen Gazeteci Oktay Candemir hakkında "Şahsın Aziz hatırasına hakaret" suçlamasıyla soruşturma başlatıldı. Candemir, soruşturma kapsamında emniyette ifade verdi.

10 Ekim’de katledilenler anıldı

Ankara Gar Katliamı’nda yaşamını yitiren 104 kişi için yapılan anmada, “İsyanımızı ve öfkemizi büyüterek burada olacağız” mesajı verildi.

6 yaşında ‘evlendirilen’ H.K.G.’nin ifadesi çıktı

6 yaşında 'evlendirilen'.' ifadesinde, "Çocukların evlenmesi normal sanıyordum; Wattpad'den tanıştığım bir abla, 'devlet seni korur' dedi, kaçtım" dediği ortaya çıktı. H.K.G evlendirildiği kişi ile ilgili de şunları söyledi: "Kadir İstekli, evlendiğimizi söyledi, 'bu oyun kimseye söylenmez' dedi"