Kuşkusuz bunda kapitalist üretim biçiminin doğaya verdiği zarar birincil ve en belirleyici neden. Ama öte yandan kayıtsızlık da ürkütücü. İşte “Büyük Açık” ve “Vice” gibi politik içeriklere sahip yapımlarıyla tanıdığımız yönetmen Adam McKay’ın yazıp yönettiği “Don’t Look Up” dünyanın sonu ihtimali ve bu ihtimal karşısında insanlığın durumuna bakan bir yapım. Cuma günü itibariyle Netflix’te gösterilmeye başlanan, dört dalda Altın Küre adaylığı kazanan yapım, çuvaldızı büyük sermaye ve siyasilere batırırken, iğneyi de sıradan vatandaş için saklıyor.
Kate Dibiasky adlı gökbilimci genç bir doktora öğrencisi gelişmiş bir teleskopla uzayı rutin kontrolünü yaparken bir kuyruklu yıldız keşfediyor. Hocası, Randall Mindy’yi durumdan haberdar ediyor. İkili bazı hesaplamalardan sonra kuyruklu yıldızın dünyaya doğru geldiğini fark ediyor. Altı ay sonra gerçekleşecek çarpışma sonrasında dünya ortadan kalkacaktır. İkili, soluğu Beyaz Saray’da alıyor ama başkan kongre seçimlerine odaklandığı için fazla ciddiye almıyor durumu. Halkı bilgilendirmek için yanıp tutuşan bu bilim insanları, medyayı deniyor son şans olarak, ama oradan da pek bir sonuç alınamıyor. Hatta 1999 depremi sonrası Ahmet Mete Işıkara’nın başına geldiği gibi Randall seksi bilim adamı ilan ediliyor bir anda. Kate ise medya tarafından paranoyak bulunuyor, sosyal medyada linç ediliyor. Durumun ciddiyeti fark edilip göktaşına müdahale edilmesine karar verildiği anda ise dünyanın en zengin üçüncü insanı devreye giriyor ve göktaşındaki madenlerin heba edilmemesi için başka bir formül öneriyor…
“Don’t Look Up”taki karakterlerin birçoğu bugünün popüler kültüründen esinlenilmiş gibi duruyor öncelikle. Burada Meryl Streep tarafından canlandırılan ‘zengin sever’ başkan Trump’ı andırıyor haliyle. Kuyruklu yıldızdaki madenleri çıkarmak için dünyanın sonunu getirmeyi göze alan milyarder iş insanı ise Steve Jobs ve Elon Musk karışımı bir varlık. Hatta bir tutam da Mark Zuckerberg denilebilinir.
Film, bir felaketi merkezine alsa da, anlatısını mümkün oldukça eğlenceli kurmaya çalışıyor. Siyasetin, medyanın, sermayenin dünyanın sonu ihtimaline karşı kayıtsızlığını; bu üçlünün etkisinde olan insanların meselenin ciddiyetini anlamaktan uzak kalışı hicvediliyor. Film bu tonuyla Stanley Kubrick’in 1964 tarihli politik taşlaması “Garip Doktor” (Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb) filmini getiriyor akıllara. Bu filmde kontrolden çıkan ABD’li bir generalin Sovyetler Birliği ile bir nükleer savaş çıkarma planı ve iki ülkenin çaresiz kalışı anlatılıyordu. “Garip Doktor”, Amerikan halkının komünizm paranoyasıyla doldurulduğu bir dönemde asıl tehlikenin bu kadar çok silaha ve yetkiye sahip olan siyasetçiler ve askerlerden kaynaklı olabileceğini söylemeye çalışıyordu. Bu filmde, sermayenin aç gözlülüğü ve onlarla işbirliği halindeki siyasilerin umursamazlığının dünyanın sonunu getireceği gerçeği vurgulanıyor bir kez daha. Filmdeki sermaye vurgusunda, hikayenin ABD’li sosyalist siyasetçi Bernie Sanders’ın başkan adaylığı kampanyasının konuşma metinlerini de kaleme alan David Sirota’ya ait olmasının da payı var kuşkusuz.
Eğlenceli ve bir o kadar da çarpıcı bu politik taşlamanın tek kusuru ise gereğinden fazla uzun tutulan süresi. Bu uzunluk filmin ritminin bir süre sonra düşmesine, seyirci ilgisinin hikayeden kopmasına neden olabiliyor. Üstelik meselenin ciddiyetini de biraz gölgeleme riski var. Yine de yılın en iyi filmlerinden birisi kanımca yapım. Leonardo DiCaprio, Jennifer Lawrence, Meryl Streep, Cate Blanchett, Rob Morgan, Jonah Hill, Mark Rylance, Tyler Perry, Timothée Chalamet ve Ron Perlman’dan kurulu kadro ise adının hakkını veriyor.